TYB Konya Şubemiz, gerçekten de örnek faaliyetleriyle dikkat çeken bir şube olmaya devam ediyor. Diğer bütün faaliyetleri yanı sıra, “Yazılacak Çok Şeyimiz Var” başlığına uygun olarak, ülkemizdeki tarihi ve kültürel derinliği olan şehirlere düzenlediği gezi organizasyonlarıyla da adından bahsettiriyor. Bunlardan birisi de Hatay gezisi idi.

Gezimize, 3 Haziran 2022 Cuma günü sabah 09.00’da Kılıçarslan Meydanı’ndan hareketle başladık.

Bundan 50 yıl önce, henüz bir çocukken ilk kez geçtiğim yollardan, bu kez yanımda üç çocuğumun annesi, kıymetli eşim olduğu halde, tekrar geçiyordum. O tarihlerde, otobüsler de bu kadar modern bir yapıya sahip değillerdi tabi. Araba tutardı beni. Ölecek gibi olurdum. Bir yandan gurbete çıkıyor olmanın hüznü, diğer yandan arabanın tutması yolculuklarımı çekilmez hale getirirdi. Ereğli istikametinden geçerken ne yalan söyleyeyim, elli yıl önceki yaşadıklarımı canlandırdım kafamda.

Ulukışla yoluna düşünce, o yollardan her geçişimde aklıma düşen, Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları isimli edebiyat şaheserimiz olan şiirini mırıldandım yine.

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,

Bir dakika araba yerinde durakladı.

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,

  1. önünden geçti kervansaraylar...

Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya...

...

Pozantı'da cuma namazını kıldıktan ve öğle yemeğini de yedikten sonraki rotamız; Tarsus Eshab-ı Kehf (Yedi Uyuyanlar) mağarası oldu.

“Kuran-ı Kerim'de Kehf Suresi'nde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Eshab-ı Kehf Mağarası'na ait bir efsane halk arasında anlatılır.

Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus'un huzuruna çıkarılırlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman verir. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden faydalanarak kaçarlar ve bu mağaraya sığınırlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan, ‘parayı nerede bulduğunu’ sorar ve kendisini oraya götürmesini ister. O da ‘yalnız olmadığını, yedi arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını’ söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey göremezler. Bu nedenle burası Yedi Uyurlar Mağarası diye anılır."

Kaynak: Mersin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü arşivi.

Daha sonra yolumuza devam ederek, Adana-Dörtyol-Payas-İskenderun üzerinden Antakya’ya ulaştık.

Hatay Göç idaresi, Geri Gönderme Merkezinin önünde aracımız kırmızı ışıkta durduğunda; tel örgü ve demir parmaklıklarla çevrili binanın pencerelerinde el sallayan göçmenleri görünce içim burkuldu. Yakalanmışlar, oraya konulmuşlar ve geri gönderilmeyi bekliyorlar. Dünyayı, kendi menfaatleri uğruna parmağında oynatanlar, hani bizim mütevazı gezi otobüsümüz değil ama okyanuslarda, ihtişamlı turistik gemilerde milyon dolarlık harcamalar yaparak dünyayı gezenler ve bir de demir parmaklıklar ardından el sallayan bu insanları karşılaştırdım zihnimde bir an... Üzüldüm.

Akşam, Hatay İli Antakya merkez ilçesinde bulunan Harbiye Şelaleleri’ni gezdik. Harbiye Şelalelerinin, kısaca şöyle bir efsane sonrası oluştuğu anlatılırmış yörede:

“Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon bir ırmağın kenarında gördüğü güzeller güzeli Defne’ye âşık olur ve onunla konuşmak ve onu elde etmek için Defne’ye doğru yaklaşır, Defne korkar ve kaçmaya başlar. Harbiye şelalelinin bulunduğu alana kadar gelir. Yakalanacağını anlayınca da ayağı ile toprağı kazıyarak; “ey toprak ana, beni ört beni sakla” diye acıyla yalvarır. Toprak ana Defne’ye acıyarak onu bağrına alır, ayakları kök salar, kolları dallara, gövdesi ağaç gövdesine, saçları yapraklara dönüşür, kısaca Defne bir ağaç olmuştur. Ağaç olduğunu anlayan Defne’nin gözyaşları gürül gürül akmaya başlar ve bugünkü şelaleler oluşur. Harbiye’nin diğer adının “Defne” oluşu ve o bölgedeki defne ağaçlarının bolluğu bu efsaneye bağlanır.”

Bu bölgeyi gezdikten sonra, otelimize yerleştik. 4 Haziran sabahı kahvaltımızı yapıp Eylül 2021 ayında ilk kez görmüş olduğum, Saint Pierre Kilisesini ikinci kez görmenin heyecanını yaşadım.

“Saint Pierre Kilisesi Antakya- Reyhanlı yolu üzerinde kente iki kilometre uzaklıkta Habib-i Neccar Dağı yakınında yer almaktadır. Doğal bir mağara olup eklemelerle kiliseye dönüştürülmüştür. Kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte; İsa’nın on iki havarisinden biri olan Aziz Petrus’un ilk vaaz verdiği yer olduğuna ve mağarada cemaatin ilk kez ‘Hıristiyan’ adını aldığına inanılmaktadır. Bu nedenle St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir.”

Oradan, yine ikinci kez gezme ve görme imkânı bulduğum, Hatay Mozaik Müzesi harika bir müze olmuş. Ziyaretçi akınına uğruyor adeta. Gezi ekibimizde bulunan Mimar Prof. Dr. Ahmet Alkan ve Tarihçi Prof. Dr. Hasan Bahar Hocalarımızın da beğenileriyle takdirlerine muhatap olan müzeyi, uzunca bir zaman diliminde gezip görme imkânı bulduk.

Devamla, Hatay’ın en eski çarşılarından olan “Uzun Çarşı’yı ve Habib-i Neccar Camiini gezdik.

“Habib-i Neccar Camisi, Antakya’nın 638 yılında Müslüman Arapların eline geçtiği dönemde inşa edilmiştir. Bugünkü Türkiye sınırları içerisinde inşa edilen ilk cami olduğu kabul edilmektedir. Kurtuluş Caddesi'nde bulunan cami Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalı'nın adını taşımaktadır. Bu olay Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresi’nde geçmektedir.”

Buraları gezdikten sonra Altınözü İlçemize hareket ettik.

Altınözü Belediyemizi Başkan Rıfat Sarı, ilçede aynı tarihte kitap fuarı organizasyonu olması nedeniyle yoğun faaliyetleri içinde bizleri güler yüzle karşıladı ve makamında misafir etti. “Altınözü’nün, birlikte yaşama kültürünün en yoğun yaşandığı ve Hatay'ın bir minyatürü olduğunu söyledi. Daha sonra birlikte, asma köprüden geçerek cam terası ve daha sonra ise ilçenin tek müzesi olan zeytin müzesinin bulunduğu ve nüfusunun tamamının Arap Ortadoks olduğu Tokaçlı Köyü’nü ziyaret ettik. Müzede 300 yıllık zeytinyağı sıkma atölyesinin kaymakamlık tarafından müzeye dönüştürülmüş olması çok güzel bir hizmet olarak karşımıza çıktı. Orayı ziyaretimizden dolayı otelimize döndük ve dinlenmiş olarak uyandığımız 5 Haziran Pazar günü, bizi çok yoğun bir program bekliyordu. Kahvaltıyı yaptıktan sonra oteli boşalttık ve Antakya’dan ayrıldık.

Bu kez rotamız Samandağ İlçesiydi.

Hıdırbey Musa Ağacı, Titus Tüneli, Beşikli Mağara, Çevlik Ören yeri ve daha birçok bakımdan bir açık hava müzesi gibiydi Samandağ. İlk önce, Hıdırbey Musaağacı’nın bulunduğu bölgeye gittik. Yeşilden neredeyse bir karış toprağın dahi görülmediği bölgenin güzelliğine hayran kaldım. Bölgeyi görmeden önce hayal ettiğimde zihnimde, sarımtırak bir rengin hâkim olduğu bir düşünce oluştuğunu ama gerçeklerin çok daha yemyeşil olduğunu gezerek görmüş olduğumu ifade etmeliyim..

Hıdırbey Musa Ağacı Efsanesi

“Rivayete göre, Samandağ Sahili'nde buluşan Hz. Hızır ile Hz. Musa birlikte dağa çıkarlar. Bu ağacın bulunduğu noktaya geldiklerinde Hz. Musa elindeki asayı toprağa saplar ve eğilip su içer. Tekrar dönüp baktığında asanın yeşerip fidana dönüştüğünü görür. Halk arasında ab-ı hayat suyundan can bulan fidanın binlerce yılda gelişerek bugünkü halini aldığına inanılmaktadır. Ağacın gövde çapı 7,5 metre, çevresi 21 metre, yüksekliği ise 7 metredir. Ağacın dalları yaklaşık 1000 metrekarelik alanı kaplamaktadır. Ağaç, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından koruma altına alınmıştır.

Şehrin sel taşkınlarından korunması ve güvenlik kaygılarıyla inşa edilmiş olan Titus Tüneli ve Beşikli mağara görülmeye değer yerlerden...

“Çevlik Örenyeri yakınında bulunan tünel, İ.Ö.1’nci yüzyılda yapılmıştır. Dağlardan inerek yaşamı tehdit eden sel ve taşkınlardan korunmak amacıyla Roma İmparatoru Vespasian şehrin etrafını dolanacak, böylece akıntıların yönünü değiştirecek bir tünelin yapımını emretmiştir. İnşaat İ.S.69 yılında başlamış, İ.S.81 yılında halefi ve oğlu Titus tarafından bitirilmiştir.

Tünel, bin 380 metre uzunluğunda, 7 metre yüksekliğinde ve 6 metre genişliğindedir. Tünelin deniz tarafındaki girişine göre sağ tarafta 100 metre kadar uzaklıkta bulunan Beşikli Mağara, kaya mezarlarının en geniş ve en ünlülerinden olup, içerisinde bölümler halinde on iki mezar vardır.”

Bölgenin tabi güzelliklerini anlatmak sanırım bu satırlara sığmaz. Gidip, gezmek ve görmek gerekir.

Buraları gezdikten ve gördükten sonra Hızır A.S. makamına da uğrayıp doğrudan Payas İlçesi’ne hareket ettik. Payas’ta bizi genç ve güler yüzlü bir Belediye Başkanı olan Bekir Altan Bey karşıladı. Sokullu Mehmet Paşa Külliyesinin restorasyonunu, işlevini ve bizlere olan yaklaşımını görünce zaten hak ettiği övgüyü aldı şahsen benden.

Muhteşem bir eseri yine muhteşem bir şekilde Payaslılar’ın hizmetine sunmuş. Ecdadımızın böyle bir eseri yapış gaye ve anlayışına uygun hale getirmiş.

“İstanbul – Halep – Sam – Hicaz yolu üzerinde, Hac ve İpek Yolu kervanlarının kesiştiği noktada yer alan bir menzil külliyesi olarak inşa edilen bu eser, devrin kudretli sadrazamı Sokollu Mehmet Pasa tarafından 1574 yılında Mimar Başı Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Payas’taki Külliye, Türk–İslam Mimarisi’nin en güzel ve en güzide eserlerinden birisidir. İnşa tarihi, Mimar Sinan’ın “ustalık eserim” dediği Edirne Selimiye Camii ile es zamanlı olması sebebiyle, bu nadide eser onun mimarlık birikiminin bir özetidir. Payas, İpek Yolu ile Halep’e gelen malların denize ulaştığı bir liman olarak, Kıbrıs ve Akdeniz ülkelerine sevk edildiği yer idi. Külliye bu güzergâhı kullanan Hacı Kervanları ile ticaret kervanlarının, limanın ve askeri birliklerin emniyetini sağlamak ve konaklamalarını karşılamak amacıyla II. Selim’in saltanat döneminde inşa edilmiş, Anadolu’nun en büyük külliyesidir. Külliye, 13.000 m2’lık bir alana oturmuştur, Külliye’yi oluşturan ana omurga kuzey-güney doğrultusunda 48 dükkânlık ‘arasta’dır. Arasta doğusundan, ‘han’, ‘tabhane’, ‘imaret’e açılırken, batısından ise medresesi içinde bulanan ‘cami’, ’sübyan mektebi’ ve ‘kale’ye açılmaktadır. Yine arasta içerisinden ulaştığımız batı kanadında bulanan ‘’çifte hamam’’ ise külliye’nin yapı grubunu tamamlayıcı bölümüdür. Arasta’nın tam ortasında bulanan ‘’Dua Kubbesi’’ bütün yapıları kuzey-güney ve doğu-batı ekseninde birleştiren yapı ögesi olmuştur.” Muhteşem bir eser...

Akşam yemeğini İskenderun İlçemizde İskenderun Belediye Başkanı Fatih Tosyalı Beyefendi ile birlikte yiyip daha sonra Konya’ya dönmek üzere hareket ettik ve saat 03.00’da Konya’ya ulaştık.

Ben bu geziye katılmamı sağlayan başta Konya TYB Şube Başkanımız Ahmet Köseoğlu Beyefendi’ye organizasyonun aksaksız yürütülmesinde büyük katkısı olan Mustafa Güden Beyefendi’ye ve tüm gezi ekibimize dostlarımıza teşekkür ediyor, gezi müddetince, her kime bilmeyerek bir kusurum olmuş ise af diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Not: Yazımda kullandığım bazı tarihi bilgiler “Türkiye Kültür Portalı” sitesinden alınmıştır.