Tulumba tatlısı, patlıcan konservesi

Abone Ol

Bundan yıllar öncesinde bir gün canım tatlı çekmişti. O zamanlar da yani 1990’ların ortalarında internet de yoktu. “İnterneti açayım da bir tatlı tarifi alayım” cümlesini kurma şansımız henüz gelmemişti ayağınıza kadar... Ancak bunun yerine her evde bir “yemek tarifleri” kitabı bulmak mümkündü.

Ben de kitabı aldım “Tulumba Tatlısı Nasıl Yapılır?” başlığını bulup adım adım okumaya ve malzemeleri hazırlamaya koyuldum.

Un, şeker, tuz, yumurta, yağ, nişasta, bir çukur tabak, hamur karıştırıcı, hamur sıkma aparatı, fırın v.s… Hepsini kitaptaki tarif üzerine hazırladım ve icraat safhasına geçtim.

Hamuru karıp hamur aparatının içine doldurdum ve küçük küçük lokmalar halinde tulumba tatlısı şeklinde koparıp bir kabın içine dizdim. Bu arada önceden hazırlayıp bir tencere içinde ocağa koyduğum yağ ısınmaya devam ediyordu.

Aparattan şekil vererek çıkardığım ve tepsiye dizdiğim hamurları ocağın üzerinde kızgın yağ bulunan tencerenin içine koymaya başladım. Bir, iki, üç derken hamurlar ısındıkça tencerenin içinden büyük patlamalarla birlikte mermi gibi tavana vurmaya başladılar. O kadar ses çıkarıyorlardı ki, evin etrafının teröristlerce sarıldığını düşündüm bir an.

O sırada elektrik süpürgesi ile evi süpüren ve süpürgenin sesinden dolayı henüz olayın farkında olmayan hanıma doğru koşup; “hanım süpürgeyi kapatıyorsun ve evi derhal terk ediyoruz zira evimiz mutfak tarafından istilaya maruz kaldı” dediğimi hatırlıyorum sadece. Hanım da süpürgeyi kapatıp mutfaktan gelen silah seslerine benzer sesleri duyar duymaz evin dışa açılan kapısına doğru yöneldik birlikte.

Dış kapıdan bir müddet dinledik ve sesler kesilince parmak uçlarımızda ilerleyerek mutfağa girdik. Mutfağın tavan kısmına baktığımızda tulumba tatlılarının birçoğunun tavana yapışık bir vaziyette durmakta olduğunu gördük. Bir kısmı da tavana çarpıp adeta yorgun mermi statüsünde yere inmişlerdi.

Yemek tarifi kitabındaki tulumba tatlısı bölümünü okurken ve adım adım ilerlerken herhalde bir satırı sehven atlamıştım. Kızgın yağa soğuk bir maddeyi katarsanız üstelik bu soğuk madde bir de hamur ise, içindeki hava kabarcıklarının bir anda ısınması suretiyle hepsi birer mermiye dönüşebiliyormuş meğerse...

Lütfen bir kitabı okur iken okumuş olmak için değil de daha dikkatli okuyalım. Bir de şu var tabi. “Elimizin hamuru ile kadın(!) işine karışmayalım.”

Eskiden evlerde konserve yapımı çok meşhurdu.

Her evde bulunan bir bomba vardır biliyorsunuz. Düdüklü tencere... Ben oldum olası korkarım düdüklü tencereden.

İşte o, evlerde konserve yapımının revaçta olduğu zamanlarda yani 2000’li yılların başında hanım, evde patlıcan konserve yapıyordu. Kavanozları üçer üçer olmak üzere düdüklü tencereye kaynatarak sığdırıp vakumluyordu.

Düdüklü tencere, ocaktan indirilinceye kadar ben evi terk ediyordum. Zira her an, üzerinde bulunan delikten çıkan hışırtı sesini dinlemekten, patlama ihtimalini ve evin yerle bir olmasını düşünmekten, aşırı derecede huzursuz oluyor yani açıkçası korkuyordum. “Hiç olmazsa kendi canımı kurtarmak” kaygısıyla evin dışında bekliyor ve tencere ocaktan inmedikten sonra eve girmiyordum.

Yine öyle bir pozisyondayken hanım; “gel, ocağı kapattım” diye seslendi. Ben de yine tedbiri elden bırakmadan, kapıları kendime siper ede ede girdim mutfağa. Hanım doğru söylüyormuş. Düdüklüyü ocaktan indirmiş ama lavabonun içine, musluğun tam altına gelecek şekilde koymuş.

“Tencere soğusun da kapağını açıver” dedi. Zira düdüklünün kapağını açmak erkek gücü ister. Erkek gücü ister de düdüklü tencereden korkan bir erkeğin gücünden ne olacak ki?” dememle tencerenin üzerindeki musluğun aklıma gelmesi aynı anda oldu.

Lisede fizik-kimya derslerinden öğrendiğim yarım yamalak bilgilerimle sıcak bir madde ile soğuk bir maddenin bir araya gelmesinin sıkıntılara yol açabileceği gibi bir hisse kapıldım. Bu yüzden musluğu hafif hafif açarak düdüklüyü soğutmaya çalıştım. Neyse bu yöntem sonuç verdi ve tencerenin kapağını kolayca açtım. Açtım ama tencerenin içinden çıkan buhar gözlerimi perdeliyor, içinden öyle yoğun bir sıcaklık geliyordu ki kavanozları çıplak elle çıkartmam asla mümkün değildi.

Aklıma yine musluk geldi. Gelmez olaydı keşke… O an; “bir dakika, o kadar da uzun boylu değil. Bu kaynar kavanozların üzerine soğuk suyu açarsan işte o zaman yandığının resmidir” diye çok zekice bir fikir geldi aklıma… Elimi hemen çektim musluktan. Elimi çektim ama “bu parlak fikri hanıma da anlatayım da asla böyle bir yanlışı yapmasın hem de bir havam olsun bu bilgilere sahip olduğum için” diye düşündüm. Hanıma konuyu anlatmaya başladım başlamasına da gayri ihtiyari olarak yine de elimin musluğa yönelip musluğu açmasına mani olamadım.

Daha suyun ilk damlası kavanozların üzerine düşer düşmez arka arkaya üç adet patlama sesi duydum. “Hanım kaç!” dememle birlikte hanım koşu pozisyonuna geçti. Tavana yapıştıktan sonra yere düşen patlıcanların üzerine basan hanımın, iki seksen mutfak kapsından dışa doğru uzanması bir oldu.

“Eyvah ilk zayiatı verdik” diye düşünürken hanımın kıs kıs gülerek ayağa kalkması beni rahatlatmıştı. “O günden sonra evde düdüklü tencere kullanılmasını yasakladım” diyeceğim de buna kimsenin inanmayacağını da biliyorum.

O günden sonra, düdüklü tencere kullanmaya yine devam ediyoruz ama evde konserve yapmıyoruz artık.

Bakmayın siz bu iki olaydaki beceriksizliğime. Mutfak kültürüm vardır ve çok iyi de kâğıt kebabı yaparım. Buyurun gelin.