Doğruluk ve dürüstlük en karlı ticarettir, çünkü bu ticaretle Hakkın şahidi olunur. Dürüst davranan, içi dışı bir olan ve muamelesinde Allah kendisini görüyormuş gibi hareket eden Hakkın şahidi olmuştur. Hak kendi şahidini kimsenin eline bırakmaz ve onun kaybetmesine müsaade etmez. Tebük Seferi, Kur’an’ımızın saatül usra (güçlük zamanı) şeklinde ifade ettiği bir can ve mal imtihanıydı. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu sefer için bir seferberlik çağrısı yapmış, herkesi elinden geldiği kadar katkı yapmaya davet etmişti. İnsanlar Mescidi Nebeviye akın ediyordu; kimisi elinde avucunda ne varsa onu vermek, kimisi mazeret beyan etmek, kimisi de sadece olanı biteni seyretmek derdindeydi. Seferin şartları ağırdı; yol uzun, hava sıcak ve düşman zorluydu. Bu şartlar altında insan psikolojisinin girift ve muamma taraflarını gözler önüne seren onlarca sahne yaşandı. Bunlardan Ulbe bin Zeyd ile Kab bin Malik’inkiler özellikle ibretliktir ve insan olarak en büyük sermayemizin dürüstlük olduğunu gösteren muhteşem örneklerdir.
Tebük Seferi’nin zor şartları yüzünden Peygamber Efendimiz sadece bineği olanları orduya kabul etmişti. Ulbe bin Zeyd binek temin edemeyenlerdendi. Hz. Ulbe, sefere katılamadıkları için ağlayan, bu yüzden de Kur’an’ın kendilerine bekkain ağlayanlar dediği altı sahabe efendimiz ile birlikte Rasulullah Efendimize gelerek binek istedi. Peygamberimizin bu aziz sahabelerine yardımcı olamayışı ayette şöyle anlatılmaktadır: Kendilerine binek temin etmen için sana geldiklerinde, size binek bulamıyorum dediğin zaman, Allah yolunda harcayacak bir şeye sahip olamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur. (Tevbe, 92) Ka’b bin Malik binek hazırlamasına rağmen ordu ile birlikte hareket edememiş, sonra yetişirim düşüncesiyle geri kalmıştı. Ancak Hz. Kab, ha bugün, ha yarın derken bir türlü harekete geçemedi. Sonunda Medine’de sadece münafıklar ve maddi imkanı bulunmayanlarla birlikte kalakaldı. Sefer sonrası Allah Rasulünün huzuruna çıktığında elinde dürüstlüğünden başka sermayesi yoktu. Hissiyatını olduğu gibi söyledi: Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yoktu. Hiçbir zaman da gazadan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım. Rasulullah Efendimiz Hilal b. Ümeyye ile Mürare b. Rebi adlı iki Bedir gazisi ile birlikte ona, haklarında Allah’ın hükmü gelinceye kadar beklemelerini söyledi. Bir müddet sonra da bu sahabilerin eşleri ile birlikte yaşamaları ve başkaları ile konuşmaları yasaklandı. Tam bu zor süreçte Gassan Meliki, meşhur bir şair olan Kab’ı haksızlığa uğradığı gerekçesiyle memleketine davet etti. Kab nefsi galeyana getirecek bu teklif karşısında sarsılmadı ve Allah’ın hakkındaki hükmün beklemeye devam etti. Nihayet elli üç günlük bir tecridin sonunda nazil olan ayetler onun ve iki arkadaşının affedildiğini bildirdi. (Tevbe, 117-119) Sefere biniti olmadığı için katılamayan Hz. Ulbe ise gözyaşları ile Rasulullah’ın huzurundan çıktıktan sonra kendi kendine bir karar verdi. Herkesin bir şeyler yaptığı bu zamanda o da bir şeyler yapmalıydı. Ellerini açtı ve şöyle bir niyazda bulundu: Ya Rabbi cihadı emrettin ve insanları buna teşvik ettin. Bana ise cihada gitmek için bir imkan vermedin. Ama ben de Senin için bir şeyler vermek istiyorum. Ya Rabbi, benim malıma, canıma, şerefime ve namusuma yapılan her türlü zulmü affediyor, bende kimin hakkı varsa bu haklarımı helal ediyor ve Senin yolunda sadaka olarak bağışlıyorum. Böyle bir niyaz ile gecesini ihya eden Hz. Ulbe gönlü huzur içinde sabah namazı için mescide gitti. Namazın akabinde Sevgili Peygamberimizin cemaate şöyle seslendiğini işitti: Bu gece haklarını sadaka olarak veren kimdir? Başta bu sorunun muhatabı olduğunu düşünemedi. Soru tekrar geldi: Bu gece haklarını sadaka olarak veren kimdir? O zaman düşündü, acaba kendisi mi kastediliyordu? Şaşırdı, kalkıp kalkmamakta tereddüt etti. Soru üçüncü kez yinelenince çekinerek ayağa kalktı ve gece yaptığı duayı anlattı. Alemin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı o En Güzel İnsan nur dolu simasıyla ona şu müjdeyi verdi: Allah sadakanı kabul etti.
Malından veren malının sağladığı rahatlığı feda etmiştir. Canından veren canının tatlılığından geçmiştir. Zamanından veren nefsinin ve bencilliğinin rahatını geriye itmiştir. Peki, şerefinden geçen ya da insanların üzerindeki haklarını bağışlayan Hz. Ulbe neyi feda etmiştir? O aziz sahabenin vazgeçtiği, gördüğü haksızlıklar karşılığında kendisine Hak nezdinde verilecek olan imtiyazdır. Hakkı yenmiş, farklı olaylarda mağdur edilmiş, incitilmiş, belki onuru ve şerefi ile oynanmış Hz. Ulbe’de oluşan kırıklık, gariplik ve mazlumluk Hak katında bir gün muhakkak tahsil edeceği alacakları hükmündeydi. Alacaklarından vazgeçmek hesap gününde belki kendisine çok faydası olacak sermayesinden vazgeçmekti. Yarın tahsil etmesi kesin kul haklarının bugünden takipçisi olmadığını ifade ederek, aslında kendisine gadretmiş bütün insanlara çok büyük bir iyilik yapmış oluyordu. Bundan daha iyi sadaka mı olurdu? Bir tarafta yeşillik ve gölgelik içinde kalıp seferi ihmal eden Hz. Kab, diğer tarafta sefere katkı olsun diye onurunu ve haklarını bağışlayan Hz. Ulbe… Bu iki farklı tavrı Tebük gibi bir imtihan sahnesinde kıyamete kadar örneklik teşkil edecek şekilde buluşturan payda dürüstlüktür. Dürüstlük İslam şahsiyetinin ana çizgisidir. Müslüman korkak olabilir, cimri olabilir; ama yalancı olamaz. Dürüstlük iyiliğin, yalan günahın kapısıdır, bu yüzden mümin her hal ve karda dürüst olmalıdır. Bu bir nebevi nasihattir: Size doğruluğu öğütlerim; çünkü doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Doğruluğu şiar edinen kimse Allah katında sıddik diye yazılır. Yalan söylemekten sizi menederim; çünkü yalan söylemek günaha, günah da cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında kezzab diye yazılır (Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105).