İnsanı hayvandan ayıran en önemli özellik, onun bilgiyi işleme, değerlendirme mekânizması olan akıl, zekâ, tefekkür (düşünme-bilgi işlem) gibi "melekelere" sahip olmasıdır. Bunu öncelikle, sâdece insanda en gelişmiş halde bulunan ön beyin lobumuza borçluyuz...

Kitabî bilgileri değerlendirerek İnsân-ı Kâmil olma yolunda ilerleyebilmemiz, kişisel ve sosyal olarak gelişebilmemiz, ülkemiz üzerinde oynanan oyunları fark ederek doğru tepkiler geliştirebilmemiz; ancak zihinsel melekelerimizi yerinde ve "birbirleriyle korelasyonlu olarak" kullanabilmemize bağlıdır. Bunun için de bu melekelerin işlevlerini çok iyi bilmemiz gerekir.

Bu amaçla akıl, zekâ ve tefekkür kavramlarını mercek altına alalım: 

İlk olarak aklı incelersek... Aklın ne olduğu konusunda birçok fikir öne sürüldüğü hâlde net bir tanımının yapılamadığını "akıl nedir?" sorusunun tam olarak cevaplanamadığını, çoğu kişinin, aklı; beyne yüklenen bilgiler arasında bağlantılar kurarak çıkarımlar yapabilme, fark edebilme, işareti değerlendirebilme, "bilgiyi yerinde ve amaca yönelik kullanabilme yeteneği" olarak yorumladığını ve bu yorumların daha çok zekâ melekesinin işlevlerine benzediğini görürüz.

Zekâ; daha çok işlemci hızı ve algı yeteneğini anlatır. Bilgiyi alabilme, kavrama, işleme hızı ve yeteneği... Kimi matematik dersini daha çabuk ve rahat kavrarken kimisi edebiyat dersini daha kolay kavrayıp öğrenebilecektir. Bir kişinin uzay-mekân algı yeteneği yüksekken diğer bir kişinin çok hassas müzik kulağı olabilecektir. Psikolojide zekâ kuramının "çoklu zekâ" yaklaşımıyla tamamen değiştiği bu günlerde, artık herkesin farklı zekâ tiplerine yâni farklı yeteneklere sahip olduğunu dolayısıyla kimseye düşük zekâlı veya yeteneksiz diyemeyeceğimizi biliyoruz.

Kur'ân-ı Kerîm'de de zekâ değil; akıl ve tefekkür kavramlarının vurgu yapılarak kullanılması dikkat çekicidir. "Akledin" "Akletmez misiniz" ve "Tefekkür edin" uyarıları sık sık tekrar eder ki bu durum akıl ve tefekkürün "ayrı" şeyler olduğunu gösterdiği gibi “bir arada” kullanılması gerektiğine de delildir.

Tefekkür; herhangi bir veri-bilgi veya bilgiler üzerinde, inceden inceye ve derinlemesine düşünerek (bilgi işlem-veri analiz) bir takım sonuçlara ulaşma işlemidir ki zekâ ile bağıntısı açıktır. Ancak aklın ne olduğunu tam olarak bilmediğimizden; tefekkür işleminde aklın yeri nedir, tefekkürde aklı nasıl kullanacağız, henüz bilemiyoruz. Bu nedenle öncelikle "akıl nedir" sorusuna cevap aramamız gerekiyor.

Bu soruya cevap bulabilmek için de akıl ile bağıntılı olduğu âyetlerle işaret edilen  tefekkürü sorgulayalım ve on kişinin, aldıkları aynı bilgi üzerinde tefekkür ettiğini düşünelim!..

Aynı bilgi üzerinde tefekkür eden herkes aynı sonuca varacak mıdır?

Aynı sonuca varmayacakları aynı dinî temel öğretiyi aldıkları halde bin parçaya bölünen İslam âleminin hâlinden bellidir. Takdir edersiniz ki aynı bilgiyi alan kişilerin, o bilgiyi birbirleriyle aynı düzeyde değerlendirmesi veya aynı çıkarımlarda bulunması her zaman için mümkün olmaz. Bu durumun nedeni; kişilerin önceki bilgi düzeylerinin, bilginin içinde geçen kavramlara zihinlerinin yüklediği anlamların (kavramların zihinlerinde yaptığı çağrışımlar) ve algı filtrelerinin-algıda seçiciliklerinin" farklı farklı olmasındandır.

İşte aklın ne olduğu burada gizlidir!..

Bunu sizlere daha iyi anlatabilmek için falan şahsın akıllı olduğunu iddia eden kişiye, “size onun akıllı olduğunu düşündüren nedir?" veya falan şahsın akılsız olduğunu iddia eden kişiye “neden onun akılsız olduğunu düşünüyorsunuz ve neden Ahmet ona çok akıllı diyor da siz onu akılsız buluyorsunuz?” sorularını yöneltelim: 

-Kişi çok akıllı; çünkü o çok zengin, para kazanmayı çok iyi biliyor.

-O çok başarılı; çünküsaygı görüyor.

-O çok sakin; çünkü hiç sinirlenmiyor.

Bence o akıllı değil; çünkü... 

Gibi cevaplar alacaksınızdır.Cevapların kişilere göre farklılık göstermesinden herkesin akıl anlayışının farklı olduğunu göreceksiniz. Çünkü herkes "veriyi" kendi odaklılık yapısına göre işlemektedir. "Odaklılık" önem sırası anlamına gelir. Odaklılık yâni önem sırası kişiden kişiye değişecektir. 

Bu anlamda para odaklı bir kişi, para odaklıyı akıllı görürken; din odaklı birisi onları gâfil ve akılsız olarak görebilecektir. Sevgi odaklı birisi, sevgi ve ilgi odağı olabilmek için para saçarken, para odaklı birisi, onun akılsız, belki de deli olduğunu düşünecektir. Bu durumda farklı odaklılıklar vardır. Yâni farklı odaklılıklar; farklı akıllardır. 

Buradan aklın; bilgiyi kendi önem sırasına koyarak işleyen bir mekanizma olduğunu anlayabiliriz. Yâni akıl; bilgiyi kendi önem sırasına göre işleyen bir mekânizmadır sâdece. Herkesin önem sırası farklıdır. Önem sıraları benzeşen kişiler bir araya gelerek cemaatler, partiler, gruplar vb. oluştururlar ve ortak odaklılıklarıyla birbirlerini akıllı görürler.

Yaratıcımız ise "Kitabî Bilgi"yi, ilim, îmân, güzel ahlâk ve hakîkat odaklı bir akılla tefekkür etmemizi istiyor. İşte tam da bu sebeple Tasavvuf aklı hakîkat odaklıdır ve amacı; göreceliden, yüzeysel bilgiden ve taklitten sıyrılarak işaret edilenin hakikatine ulaşmak ve bu hakikati içselleştirerek yaşamaya çalışmaktır.