Tarihle haşir neşir yaşıyor gibiyiz. Gazetelerde tarih köşeleri ve dizi yazıları, televizyonlarda tarih programları gırla gidiyor. Ayrıca birkaç tane de, derininden yüzeysel olanına kadar, müstakil popüler tarih dergimiz var. Tarihi olayları konu edinmiş romanları ve hikâyeleri, televizyon dizlerini de hesaba katarsak ilk cümlemle hiç de abartma yapmadığımı teslim edersiniz sanırım.
İşin başka bir yönü de tarihi günlere ilginin artması. Eskiden Ağustos sonundaki zaferler geçidi ve illerimizin-ilçelerimizin kurtuluş günlerini bilirdik. Sonra Çanakkale Zaferi gündeme geldi, peşinden İstanbul'un Fethi kutlanır oldu. Şimdilerde sadece zaferler, fetihler değil Sarıkamış Muharebesi gibi yüreğimizde onulmaz izler bırakmış hezimetler de anılıyor.
Gerek fertlerin gerekse toplumların geçmişi önemli. İnsan geçmiş duygusunu kaybederse hüdainabit bir fidan gibi gelişir, yetişir ve çürür gider. Bir orman olabilmesi için geçmiş denen iple zaman ve uzam içinde bağlantılar kurması gerekir. Geçmişini kaybeden toplumların geleceği de olmayacağı çok açıktır.
Bu noktada dikkat etmemiz gereken şeylerden biri geçmişle ilişkilerimizin bize büyük imkânlar bahşedebileceği gibi ayağımıza at kösteği de olabileceğidir. Geçmişinden ders almak yerine onu yendik bunu ıhtırdık şeklinde şişinme faaliyetlerine girişmek ya da biz zaten adam olmayız yılgınlığına düşmek, ikisi çok ayrı şeylermiş gibi görünse de sonuçta gönüllü olarak boynuna tasmayı geçirmek anlamına geliyor.
***
Bu hafta 100. sene-i devriyesini idrak ettiğimiz Çanakkale Zaferi dünya harp tarihine geçmiş bir olaydır. Bendeniz ilk defa lise yıllarımda tarih öğretmenim rahmetli Refik Rakıcıoğlu'nun gayretleriyle Çanakkale gerçeğiyle karşılaşmıştım. Refik Hocam, Cumhuriyet Tarihi derslerinde o günkü konuyu ders kitabını şöyle bir okuttuktan sonra özel kütüphanesinden getirdiği kitaplardan bunların çoğu o günleri yaşayan insanların hatıralarından oluşuyordu- gerçek dersi okuturdu bize. Bu kitaplar şimdilerde bazı örneklerini gördüğümüz ve bu kadar da yanlı olunmaz dedirten karalama, istifham oluşturma amacına matuf kitaplar değil, 1970'li yıllarda devlet kütüphanelerinde boy gösterebilen kitaplardı. Ancak her biri şöyle astık, böyle kestikin yanı sıra bu harplerde yaşanan insanlık dramını da genç beyinlerimize nakşediyorlardı. İşte bugünkü en büyük eksiğimiz bu. Yenilgi zaten dramla dopdoludur, bunu bilmeyen yoktur. Ancak insanımıza zaferlerin de bir dizi dramın üzerine inşa edildiğini, hey on beşli on beşli türkümüzün oynak ezgisini kazırsak altından derin bir elemin çıktığını belirtmemiz gerekir. Böyle bir yaklaşım, vatanımızı savunma azmimizi azaltmayacağı gibi barışın ne kadar kıymetli bir değer olduğunu da idrak etmemizi sağlayacaktır.
***
Bir diğer önemli konu da geçmişin birleştirici olabileceği gibi ayrıştırıcı da olabileceğidir. Açtığınız şanlı zaferler dizisiyle herkesi hayalinizdeki birlik-beraberlik günlerine döndüreceğinizi sanırken bir bakarsınız elin oğlu buradan derin bir ayrışma konusu çıkarmış. Bu yıl Çanakkale Zaferi dolayısıyla yapılan tartışmalarda hangi bölgeden kaç şehit verildiğine dair saçma sapan bir istatisitikî bilginin(!) de sanal ortamda yerini alması bu tehlikenin bir faraziyeden ibaret olmadığını ortaya koymaktadır.
***
Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)