Enver Paşa 1881 yılında İstanbul'da doğdu. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesinde tahsil gördü. 1903'de Harp Akademisi'nden kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. Daha sonra Selanik'te bulunan 3. Ordu'ya atandı. 1906 senesinde binbaşılığa terfi etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurulmasında öncü oldu. II. Meşrutiyet'in ilan edilmesinde de büyük rol oynayan Enver Paşa, Makedonya Genel Müfettişliğinden önemli görevlerde bulundu.

Trablusgarp’ta bulunduğu sırada İtalyan kuvvetlerine karşı mücadele etti. 1912'de yarbaylığa yükseldi. 23 Ocak 1913 tarihinde İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından düzenlenen Babıali Baskınında yer aldı. Bunun yanında Edirne'yi düşman işgalinden kurtararak albaylığa ardından da tuğgeneralliğe yükseldi. 1914'te Sait Halim Paşa hükümetinde Harbiye Nazırı olarak görev yaptı. I. Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti'nin yenilgisiyle sonuçlanmasının ardından bazı arkadaşlarıyla birlikte Berlin'e geçti.

Anadolu'da başlayan Milli Mücadele'ye katılmak istediyse de bu isteği kabul edilmedi. 1920'de Bakü şehrinde Doğu Ulusları toplantısına katıldı. Batum'da Türkiye Şuraları Partisi'ni kurarak, Türkistan'ı kurtarma hareketini başlattı. Fakat büyük bir hezimete uğrayarak 4 Ağustos 1922 tarihinde Tacikistan'ın Belcivan yakınlarında girdiği bir çarpışmada şehit oldu.

Şehit Enver Paşa (1881-1922)

***

Yakın tarihimiz en çok sevilen aynı zamanda aynı seviyede tenkit edilen Osmanlı subayı.

Kimilerine göre hain kimilerine göre kahraman. Tarihe 1907’den tarihe bakarsak Enver Paşa eşkıya, 1908'de ise hürriyet kahramanı, 1914'te başkomutan vekili, 1918'de sürgün bir mağlup komutan, 1923'te vatan haini. “ Şimdi biz hangisini kabul edeceğiz. Onu tarafsız, objektif tarihçilere bırakıp yazımıza dönelim.

Geçen 100 yıllık tarih sürecinin ardından Enver Paşayı konuşturalım:

“Söz bitmedi ardımdan. Durmadan yargılandım ve sorgulandım. Yaşamım ve yaşadıklarım nedeni ile bu zorunluluktu elbette. Değişik, ilginç, bir devletin geleceğinde etkili olan bir yaşamdı benim yaşamım. Şaşırtan ve akılları zorlayan neden ise bu yargılamaların ve sorgulamaların bir uçtan diğer uca değişiklik gösteren açılımı oldu.  Hakkımda söylenenler, öylesine uç ve birbirinden uzaktı ki. Kimisi beni kahraman duyurdu, “Şehid-i Ala Gaz-i Namdar” diye andı. Kahramanlık destanları yazdı hakkımda. Kimisi, hainlik yakıştırması yaptı. Acımasızca hakaretlere, sövgülere tutuldum dillerinden. Arada pek çok söz söyleyenler de kendilerince yargıladılar yaşamımı.

Oysa ben tarihim. Tarihte kaldım. Tarihi bugünkü anlayışla yargılamak çok kolay. Doğru olan, yaşadığım çağın koşullarını bilmek, daha da ötesi anlamak, sonra yargılamak. İlla da yargılamak gerekmez. Olduğu gibi görmek, okumak yazmak çok zor değil ki! Bir de ders almak! 

Tarih, ders almak için önemli bir kanıt değil midir?

Bir uçtan bir uca yaşanan bir yaşamı, bütün yaşanmışları ile anlamak ve karar vermek daha doğru değil mi?

Ben Enver!

Yakın tarihin unutulmaz kişilerinden biri. Mustafa Kemal’in, Kazım Karabekir’in, Fevzi Çakmak’ın, İsmet İnönü’nün, Rauf Orbay’ın, Cemal Paşa’nın, Kuşçuoğlu Eşref’in ve daha nice Türk büyüğünün silah arkadaşı. 

Yaptıklarımla, yaşadıklarımla, düşüncelerimle, sözlerimle bir çağa katkıda bulunmuş bir Osmanlı Türk paşası. Ordular yönetmiş, siyasi kararlarda etkili olmuş, yenilikler yaparak ordusunun sistemini değiştirmiş, cepheden cepheye koşmuş, başarmaya, devleti kurtarmaya, yüceltmeye çalışmış, ufukları sınırsız egemenliğinde olan, sonunda kurtuluş gördüğü turan ülküsü uğruna ata topraklarında can veren Enver.

İnanılmaz bir çağdı yaşadığım çağ. Hoş, her çağ kendince inanılmazdır ya, bizim çağ başkaydı. Dünya değişime aday olmuştu. Bu değişim kaçınılmaz görünüyordu. Yüzyıllar boyunca yaşamış koca bir imparatorluk zor günler yaşıyordu. Düşmanlarımız birleşmiş, dört bir yandan devletimizi yıkmak için saldırıyorlardı. İmparatorluk çağı sıkıntıdaydı. Parçalanan imparatorluklardan değişik devletler doğuyordu. Kimi güçler bunu destekliyor, yeni yapılanmayı hızlandırmayı kendileri için yararlı görüyorlardı. Osmanlı imparatorluğu, bu değişime ayak uyduramıyordu bir türlü. Devleti yaşatmaya çalışanlar büyük çaba içine girmişlerdi ancak bu çaba yeterli olamıyordu. Batıda başlayan özgürlük hareketleri, gelişen milliyetçilik düşünce sistemi çaresiz bırakıyordu çözüm bulmaya çalışanları. Devletimiz, gözümüzün önünde lokma lokma yutuluyordu düşmanlarımız tarafından.

Ülkü sahibi her Türk’ün düşüncesinde tek bir soru vardı:

“Ne yapmalıyız? Devletimizi nasıl kurtarmalıyız?

Milletini, devletini seven Türk aydınları, Türk zabitleri (subay) bu kötü gidişi durdurmak için büyük ve özverili bir uğraşa girmişlerdi. Düşünüyorlar, konuşuyorlar, bir araya geliyorlar, gizli-açık cemiyetler kuruyorlar, verilen her görevi kabul edip görev bölgelerine koşuyorlar, yazıyorlar, çiziyorlar, savaşıyorlardı.

Öte yandan, eşsiz kişiler yetiştiren, kahramanlar üreten üstün bir çağdı o çağ. Tanrı, Türk’ün bir şekilde kurtulmasını, çağı yakalamasını ve varlığını sürdürmesini istemişti ki, yüksek idealler taşıyan, yüreklerinde korkunun ve yılgınlığın yeri olmayan, birbirini seven ve sayan, dinleyen, öneriler sunan kişiler çıkmıştı ortaya. Her biri diğerinden değerli. Ülküleri için can vermekten korkmayan cesur kişiler.  Bu kahramanlar ile aynı çağda yaşamak benim en büyük talihimdi. Onlarla birlikte başardım başarabildiklerimi. Vuruşmak gerektiğinde onlarla birlikte vuruştum. Güvendik birbirimize. Ölümüne dostluklar kurduk. Ortak noktamız vatan ve millet sevgisiydi.Eşsiz bir çağdı, bu özelliği ile. Unutulmaz bir çağdı.

Yargılanmak, sorgulanmak, doğruları ve yanlışları ile tartışılmak tarihi kişiler için kaçınılmazdır. Ben de hazırım buna.

Evet, yanlışlar da yaptım ki bunlar kaçınılmazdı. Ama doğrularımla destanların yazılmasına katkılarda bulundum. En güç zamanlarda en zor kararlar aldım. Uyguladım, uygulattım. Görev bildiğim her yere koştum. Dağlarda, çöllerde savaşlara katıldım. Ordular yönettim. En umutsuz anlarda inancım ile umut buldum. En yoksul anlarda, varsıllık kıldım bana güvenenlerin yüreğine.

Korkmadım ben. Hiç korkmadım. En zorlu cephelerde bile düşmandan çekinmeden savaştığıma, en ön saflarda yer aldığıma, hep en başta at sürdüğüme orada bulunan herkes tanıktır. Asla kendimi, canımı düşünmedim. Hep en ilerde hep en önde oldum. Sipere girmedim. Kendimi sakınmadım. Buna tanıktır savaş arkadaşlarım.

O halde neden bunca kötüleme ve hakaret? Bana yapılan saldırıların, suçlamaların nedeni ne?

Başaramadım!

Tarih başaramayan kişileri başka türlü anlatır, başaranları başka türlü. Ben başaramayanlardanım. Onca çabama, onca uğraşıma,  emek vermeme, zorluklara dayanmama rağmen, direnmeme rağmen başaramadım istediklerimi. Dünya savaşını yenik bitiren taraftaydım. Müttefik seçimim yanlıştı. Yazık ki kurtarmak istediğim devletimi, kurtaramadım. Özgür kılmak istediğim milletimi özgür kılamadım.  Koca bir imparatorluğun parçalanmasına, başkentim İstanbul’un işgal edilmesine engel olamadım. Umutlarım, ülkülerim hep yarım kaldı. Sonrasında verdiğim savaşlarımda…”

***

Enver Paşa için çok sözler edilmektedir. Haklı ya da haksız edilen bu sözlerin aslında yaşanılanların yanında pek değeri yoktur.

Enver Paşa, ülkü sahibi, cesur, Türk’e ve Turana sevdalı, ülküsü ve hayalleri uğruna can verecek kadar yiğit bir Osmanlı subayı idi.

Yanlışları varsa, bunlar yaşadığı çağın da yanlışlarıdır.  Doğruları varsa onlar da yaşadığı çağa göre değerlendirilecek doğrulardır.

Çok uğraşmıştır. Askerliğin, savaşçılığın hakkının vermiştir. Durmadan savaşmış, bütün sınırlarda, sınırlar ötesinde savaşlara girmiştir.

Düşünceleri yücedir. İnançları sağlamdır. Tek talihsizliği başaramamış olmasıdır.

“Biz seferle yükümlüyüz, zafer değil” şuuru ile hareket eden bir vatan evladı olarak, başarsaydı Tarih kendisinden nasıl bahsederdi…

Bazı şeyler kısmet meselesi. Kısmetten öte yol gitmiyor.

Ruhu için Fatiha Şerife…

Baki selamlar.

Kaynak: Ahmet Haldun Terzioğlu, “Ben Ulu Turan İhtilal Orduları Kumandanı Enver Paşa”, Efsus Yayınları, Eylül 2021, İstanbul