Uzunca bir zaman sonra tekrar sizlerle buluştuğum için şanslı affediyorum kendimi. Aklımdan geçenleri burada konuşturabilmek bana mutluluk veriyor. Malum insan hep kendisine en iyi gelen şeyleri arıyor.  Şu soruyu hiç sordunuz mu kendinize: Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Bunu her dediğimde sevgili Cem Karaca’nın sözleri çınlıyor kulaklarımda: İşte geldik, gidiyoruz. Bilinmez bir diyara… Kendimi sürekli modernin içerisinde gelenekselcilik kalesini yıkmamak için uğraşan biri olarak görüyorum. Ne kadarını yapabiliyorum işte orası biraz meçhul. Asıl daha da kötüsü mü; daha fazla kişi öyle olsun diye bekliyorum. Sonuç hüsran. İstek karşılıksız.

Değişen dünyada kaybolmaya yüz tutan koca bir nesille uğraşmanın zorluğunu biz eğitimciler çok net yaşıyoruz. Hatta sanırım bir yerden sonra da umutsuzluğa yenilmemek adına savaşıyoruz. Şu an herkes, her şey siyah ve beyazdan ibaret. Ya iyi var ya da kötü ya güzeli var ya da çirkini. Demem o ki arası kalmadı hiçbir şeyin, grimiz yok.  Beyaz olan zaten her şeye cevabını güzel bir şekilde sunuyor. Sanırım gri ve siyah olan ise biraz Allah’a emanet.

Peki gelelim herkesin sormaktan korktuğu soruya: Bunu kim yaptı? Toplum olarak hırsızlık yapan birisinin neden hırsızlık yaptığını sorgulamadan direkt olarak kötü atfedebiliyoruz. Kötü, suçlu, zanlı… Artık hangisini kullanırsak. Ya da dışardan bakıldığında bize karşı tepkili veya temkinli olan birisinin neden bu noktada olduğunu hiç sorgulamıyoruz. ‘X kişisinin bana karşı bir duvarı var.’ deyip geçiyor çoğu kişi. Halbuki o duvarı örmek için verilen her tuğlanın kendisinin uzatmış olabilme gerçekliğinden çok uzak. Hatta belki farkında bile değil. Demem o ki bizler sonuçlara takılı kalıyoruz. Asıl sebepleri sorgulamadan sadece sonucu yargılamak kolayımıza kaçıyor. Çoğu zaman bilinçsizce, nadiren de kasten yapılmış bu davranışlar veya ortaya sunulan hükümler bir yerden sonra seyrini değiştirip garip bir hal alıyor.

Bizim fıtratımızda hep birlik var aslında. Kimi zaman sevgiden, kimi zaman ihtiyaçtan doğan güzel bir birliktelik. İnsanoğlu saygısız, sevgisiz yaşayamaz ki. Şöyle bir geçmişimizi hatırlayalım; özellikle insanlığın yerleşik hayata geçtiği andan itibaren aslında evrende bir puzzle edasında yaşıyoruz. Her şeyin farklı bir tamamlayıcı parçası var. Tıpkı bir araba misali. Nasıl ki her bir parçası farklı bir fabrikada, farklı bir departmanda oluşturulup bir yerde toplanıyorsa insanlar da aslında öyle vücut buluyor. Şu an örneğin her dersin ayrı bir öğretmeni var. Bir lise öğrencisine tüm derslerin tek bir kişi tarafından anlatıldığını, bu yetkinliğe ulaşabilecek bireyler yetiştirildiğini düşünün. Fiziği, Kimyası, Biyolojisi, Matematiği, Tarihi… Sayamadığım daha pek çok dersi hatta. Zaman ona evirilebilecek mi dersiniz? Bence çok da ütopik değil. İlerle bununla karşılaştığımızda gözümde hep bu satırlar beliriverecek.

Geriye dönelim, geçmişi bir hatırlayalım derken sorgulama yetimizi de kaybetmeyelim maazallah. Neren geldik, nereye gidiyoruz diyorduk.

Halimize şükran mı isyan mı etmeli. Bütün öömür bir rüyaysa uyanıp kalkmamalı mı? Korkarım ki toplum olarak biz de nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Her şeyden hevesimizi aldığımız an sorgulamayı daha da bırakır mıyız yoksa had safhaya mı çıkartırız orası meçhul. Bekleyelim de görelim. Tabii beklerken de vakit kaybetmeyelim. Biliyoruz ki her işin sonunda bir güzellik beklentimiz var. Her güzellik için de olabildiğince sabırlı olma zorunluluğumuz.  Çabanın ve sabrın güzelleştirdiği, gelecek nesillere huzurlu bir dünya bırakacağımız en güzel yarınlara.