Cenabı Allah dünyayı ve içindeki varlıkları yaratmadan evvel, öncelikle gelmiş ve gelecek bütün insanların ruhlarını yaratmıştır. Bunları ruhlar âlemi denilen bir âlemde bir araya getirmiştir. Daha sonra hepsini birden huzurunda toplayarak kendilerine hitaben:

Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Diye sormuştur. Ruhlar da: Evet, sen bizim Rabbimizsin, diye cevap vermişlerdir. "Ancak sana ibadet eder, senden yardım dileriz" demişlerdir. İşte bu konuşmanın vuku` bulduğu zamana, Kâlû Belâ denir.

Cenabı Allah daha sonra insan ruhunun bu sözünde ne derece samimî ve doğru olduğunu ortaya çıkarmak için, şu dünyayı bir imtihan yeri olarak yaratmıştır. Ve her bir ruhu  bir bedene yerleştirerek, onları belli zaman aralıklarıyla şu imtihan meydanına göndermiştir. Böylece insanın önüne iki yol açılmıştır: Ya akıl ve iradesini iyiye kullanarak Kâlû Belâ`daki gibi Allah`ı Rab tanımakta devam edecektir. Yahut da iradesini ve aklını kötüye kullanarak Rabbini ve Allah`ını inkâr edecek, O`na kulluktan kaçacak, Şeytan’ın yoluna sapacaktır.

***

Kıyamet suresi 36.ayet : “Yoksa insan (emredilmeden, nehyedilmeden, bir şeriata tabi tutulmadan) başıboş bırakılacağını mı sandı?”

Bakara suresi 214.ayette: “Ey müminler!)Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennet'e gireceğinizi mi sandınız?! Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihâyet peygamber ve beraberindeki müminler, 'Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?' demişlerdi. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır.”

Ayette herkesin başına gelmesi muhtemel olan sıkıntılara dikkat çekilmiştir. Yani, insan, sadece iman etmekle imtihanını tamamlamış olamaz. Her gün, her an başka bir durumla karşılaşabilir ve bu durumdan kârlı veya zararlı çıkabilir. Onun için -dolaylı da olsa- sabrı öğrenmenin, sabır göstermenin önemine de işaret edilmiştir.

Ankebut suresi 2 ve 3.ayet: ”İnsan yalnız ‘iman ettik' demekle, hiç imtihân edilmeden bırakacaklarını mı sandılar? Ant olsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah (imtihan ederek), doğru söyleyenleri de bilir, yalancıları da bilir.' mealindeki ayetlerde de bu gerçeğe vurgu yapılmıştır.

Şu halde İslâm ümmeti de gerektiğinde bu tür sıkıntılardan geçeceklerdir. Nitekim eski peygamberler ve onların ümmetleri gibi Hz. Muhammed (SAV) ve onun ashabı da imanlarını ve kutsal değerlerini rahatlarının üstünde görmüşler; bu değerleri koruma ve güçlendirme uğruna maddî ve bedensel yararlarını sonuna kadar feda etmeyi göze almışlar; büyük bela ve sıkıntılara katlanmışlardır. Allah'ın rahmetinden asla ümitlerini kesmemişler, aksine "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek!" diye sarsılmaz bir imanla onu bekleyerek, şartların gerekli kıldığı yöntemlerle mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Bir yoruma göre onlar, "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek!" diye yakarırken, Allah'ın kendilerini düşmanları karşısında yenilgiye uğratmayacağına inandıkları için, "Muhakkak ki Allah'ın yardımı yakındır." diyerek, sordukları soruyu yine kendileri cevaplandırmışlar; "Ya rabbi! Vaadine güvendik dayanıyoruz." demişlerdir.

Mustafa Cihat “Sözümüze sadık kalamadık” adlı ilahisinde güzel bir şekilde halimizi özetlemiş.

“Adaletine âmenna
Azametine âmenna
Ama biz aciz kullarını
Merhametle yargıla
Sana layık kul olamadık
Doğruyu bir türlü bulamadık
Sözümüze sadık kalamadık

Şimdi affet sen bizi
Merhametine muhtacız
Şimdi affet sen bizi
Mağfiretine muhtacız
Adaletine âmenna
Azametine âmenna
Ama biz mücrim kullarını
Şefkatinle yargıla

Sana layık kul olamadık
Doğruyu bir türlü bulamadık
Sözümüze sadık kalamadık
Şimdi affet sen bizi
Merhametine muhtacız
Şimdi affet sen bizi
Mağfiretine muhtacız.”

***

İman ettikten sonra, buluğ çağına gelince, kulun ibadet etme görevleri başlar. Kalü Bela’daki  sözünü yerine getirme zamanıdır. Bu sözün özü “fikir, şükür ve zikir” iledir. Yüce Rabbimize karşı bir kulluk borcu ve vazifesidir. Farz ve vacip olan ibadetlerin yanı sıra, sünnet ve nafile olan ibadetleri kalbi selim bir şuur ile yapmakla, Allah’ın rızasına, daha çok yaklaşmış olmaktadır. Hepimizin hayatında hataları, kusurları, eksiklikleri olmuştur olmaya devam edecektir. Bunların affı için Cenabı Allah’ın mağfiretine, rahmetine ihtiyacımız var.  

Allah`a sonsuz şükürler olsun ki, biz Müslümanlar, Kâlû Belâ’da Rabbimize verdiğimiz sözde duran kimselerden olmaya çalışacağız. Cenabı Allah, sabrımızı, şükrümüzü ve ihsanımızı artırsın. İnşallah son nefesimizde, Fecr suresi  27 ve 28.ayet ayette buyrulan “Ey mutmain (tatmin olmuş) nefis! Razı olmuş ve rızaya ermiş olarak dön Rabbine!" ayetine mazhar olan kullarından eylesin

Baki Selamlar.