Toplumlar kalabalıklaşırken, var olmak ve daha düzenli yaşamak için üzerinde uzlaştıkları ilkelere dayalı, birlikte yaşamı kolaylaştırıcı organizasyonlar ve kurallar koymuşlar, koyuyorlar.
Tarihin başlangıcından beri bu arayış devam etmiş.
Bütün dinler aslında insan yaşamının düzenli bir şekilde devamı için de gönderilmişler. İnsanın kendi yükümlülükleri kadar toplumsal yükümlülüklerini de izah etmişler.
Doğudan batıya bütün düşünce insanları da insanları bu yönde harekete geçirmek için fikirlerini paylaşmışlar.
Savaşlardan sonra yapılan anlaşmalar, uzlaşmalar birlikte yaşama için kural koymanın zorunlu örnekleri olmuş.
Tarihte İlk anlaşmayı Hititler yapmış
Medine Vesikası ile Peygamberimiz Medine ve çevresinde Müslüman ve Müslüman olmayanların yaşamını düzenleyen ilkeleri yazılı sözleşmeye dökmüş.
1215 Magna Carta Avrupa’da kabul edilen ilk anayasa (büyük özgürlükler sözleşmesi) olmuş.
1787’de kabul edilen ve bugün bile en güçlü anayasa kabul edilen Amerikan Anayasası aralarında birbirlerine zıt ve çatışma halinde insanlar ile Mason locasının yüzlerce yıllık birikimini de taşıyan insanların da olduğu bir ekiple hazırlanmış. Tecrübeli ve samimi, deneyimli ekibin profesyonelce hazırladığı bu toplumsal sözleşme ; sadece Amerika’yı değil dünyayı yönetebilecek etkilerle donatılmış. Elbette Amerikan çıkarlarını esas amaç edinerek. Yasama yürütme ve yargıyı dengelemek üzerine kurulu bu anayasa Amerika’yı, bugün dünyayı yöneten bir organizasyonun patronu haline getirdi.
Amerikan halkının mutluluğu ve refahı için düzenlenen bu toplumsal sözleşme; Amerikan çıkarları söz konusu olduğunda ki genellikle böyle oluyor, diğerlerinin mutsuzluğu demekti. Bu durumda devreye dünyayı mutlu gösterecek organizasyonlara ihtiyaç vardı.
Birleşmiş milletler, Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyi, Nato, İMF, Dünya Yiyecek Örgütü, Unesco,Dünya Sağlık Örgütü gibi Truva atları lazımdı.
Adım adım dünyayı kontrol edecek sistemin köşe taşlarını oluşturdular. Kurallar, standartlar koydular, ve bunlara diğer ülkelerin de taraf olmasını sağladılar.
Amerika; 1787’den 2000’li yılların başına kadar; adım adım profesyonelce organize olarak özgürlükler ülkesi, fırsatlar ülkesi gibi cezp edici özellikleri ile dünya insanın çekim merkezi haline getirildi.
Özellikle sağlamış oldukları standartlarla dünyadaki bütün eğitim görmek isteyen insanların rüyası haline gelen Amerika, böylece dünyanın en kaliteli insan kaynaklarının da cazibe merkezi haline geliyordu.
Bu insanlar bu sistemde eğitim görüyor bu sistemde yaşıyor ve bu sistem yaşam beklentilerinin tamamını etkisi altına alıyordu. Ülkelerine döndüklerinde bu beklentileri karşılanamayınca hayal kırıklığı yaşıyor geri dönüyorlardı.
Çünkü kendi ülkelerinde kuralları koyanlar birkaç kişi ya da zümreydi. Bunlar da ülkenin geleceğinden çok kendi istikballerini garanti edecek şekilde kuralları koyan yönetici idi. Bu insanlar kendi ikballeri için ülkelerinin imkanlarını bu ülkeler lehine sözleşmelerle bağımlı hale getiriyorlardı.Bu durumda kendi ülkesi yerine dünyayı yönetmeye programlanmış bu ve benzeri ülkelerde yaşamak için; refah, kariyer ve güvenli geleceği tercih ediyorlardı. Her olayı küresel boyutta düşünme imkanı veren bu sisteme hizmet ediyorlar, hatta onların faydasına sözleşmelerin uygulayıcısı oluyorlardı.
Sistem öyle bir kuruluyordu ki, kaliteli her şey; yer altı kaynakları, İnsan kaynakları, finans kaynakları merkeze doğru akıyordu. Karşılığında kağıt Dolar oluyor, değer haline geliyordu.
Kurulan bütün sistemler, sivil toplum örgütleri, bütün insanlığın refahını , barışını mutluluğunu ve adaleti savunmalıydı . Bu sistemin handikabı idi.. Merkez çalışacak, planlayacak refah adalet herkesin olacak; o zaman bunu dengeleyecek bir mekanizma kurmak gerekliydi. Çıkarlarına uymayan bir durumu veto edebilmeliydiler. Birleşmiş Milletler 5 daimi üyesine veto hakkı verildi.
İşte o zaman bu gücü zayıflatacak her türlü gelişme engellenebilirdi. Ve öyle oldu.
İnsanlığa gönderilen bütün dinler, insanlığın refahına, adalete, barışa dair yapılan bütün girişimler, organizasyonlar, sözleşmeler ve insan hakları evrensel beyannamesi bu ülkelerin çıkarlarına hizmet etmediği anda veto edilebildi.
Bu arada göçler, palazlanan terör, katliamlar, açlık , çatışmalar, yok olan özgürlükler, devletlerin parçalanması kendi çıkarları adına kullanılan sadece birer araç oldu. Adına da özgürlük, barış, adalet, demokrasi gibi kavramları kılıf yaparak.
O zaman görünen o ki ortak akıl yerine görünmeyen bir üst akılın mekanizması işlemeye başladı. Mekanizma bu ülkelerin içinde bile rotadan çıkan yöneticileri ve süreçleri terbiye edebiliyordu.
Şimdilerde bu durumlardan birini yaşıyoruz. Bir başkan güçlü finans yapısı ile bu sisteme aykırı bir şekilde ülkesini ve dünyayı yönetmek için başkan seçildi.
Artık az ilgili insanların bile fark edebileceği şekilde 232 yıllık bu sistemin deşifre olması pahasına başkan ve devletin görünen ve görünmeyen bütün güçleri çatışmaya başladı. Üstelik diğer devletleri de kullanarak. Terör örgütleri ile işbirliği yaparak. Adeta makyaj dökülüyor. Birbiriyle çelişen kararlarla dünyayı da felakete sürükleme gayreti hızla devam ediyor.
İşte bu gelişmeler altında ülkemiz ve insanlık adına bize düşen çok önemli bir sorumluluk var. Üst aklın pervasız girişimlerine karşı, ortak akılı yaşamımıza hakim kılmalıyız.. Tıpkı Atatürk’ün kurtuluş savaşında yaptığı gibi. Zaman top yekûn var olma zamanı.
Köyden şehre hepimiz, bütün kurumlarımız, seçilmiş ve atanmışlarımız, sivil toplum örgütlerimiz tek varlığımız bayrağımızın altında, ortak aklımızla binlerce yıllık devlet tecrübemiz ve milletimizin feraseti ile milletlimizin varlığını binlerce yıl yaşatacak, koruyacak adımları atmalı, sözleşmeleri yapmalıyız.
Farklı olabiliriz; birbirimizi tamamlamalıyız, sadece bencilce sahip olma yerine paylaşmayı ön plana koymalı, iş bölümü ve işbirliği ile gücümüzün bereketini arttırmalıyız.
Bu sistemin en büyük zehri kendi refahını düşünmek, fırsatçılık yapmaktır.
Gelin bin yılın dayanışmasına hep beraber ortak olalım. Teknoloji, üretim, yatırım gibi stratejik varlıklarımız olsun.Bu çabaya sadece milletimizin değil insanlığın ihtiyacı var. Ama lafta değil
Ve bu haklı çabamızı imkanımız olduğunca dünyaya anlatmalıyız.