Sosyoloji ve psikolojiden doğan, sosyal psikoloji toplum-insan, insan toplum ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır.

Birey mi toplumu etkiler toplum mu bireyi şekillendirir? Nasıl?  Etki dereceleri ne kadar?  Bir dizi sorunun cevabını arar?

Elbette her birey, içinde bulunduğu toplumu az veya çok, olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyerek toplumun şekillenmesinde rol oynar.

Şerif Mardin hocamızın literatüre kazandırdığı Mahalle Baskısı kavramı belki de sosyal psikolojinin özellikle ülkemiz gibi toplumlarda ne kadar etkili bir güç olduğunu göstermektedir.

Aslında mahalle baskısı ve onun en güçlü iradesini anlatan “el âlem” belki de bütün toplumlarda hatta tarihin başlangıcından beri hayatımızı belirleyen görünmez bir inanç etkisini de temsil eder.

Modern toplumlarda bile…

Bugün küresel ekonomi, kapitalizm, tüketimi körüklerken mahallenin el âlem etkisini yoğun bir şekilde kullanır.

Önce ciddi araştırmalarla hedef toplumun her türlü, kültür, inanç, zevk, sevgi, nefret, hayal gücü, fikir düşünce ve davranış biçimini analiz eder sonra onların kararını etkileyebilecek strateji ve taktikleri uygular. Yani onların algılarını kontrol etmeye başlar.

Mesela;   reklam kampanyalarında  ünlü sanatçıları kullanarak el aleminin görüşünü oluştururken bu güç ile davranış biçimini etkilemek için ; bak bu ünlüler de sizin gibi , bunlar gibi olmak isterseniz bunları gibi davranın  mesajı ile mahallenin de üstünde bir etkileme mekanizması kurarlar.

Siyasette de böyledir.  Toplumu kısa sürede değiştiremeyeceklerine göre mahallenin davranış biçimlerine göre tavır belirlerler.

Doğuda aşiretleri gücendirmemeye bakarlarken,  başka bir yerde inançları incitememeye çalışırlar, her il ilçe, köy mahallede ben sizdenim kimliğine bürünerek mahallenin gücünü kendi lehlerine kullanmaya çalışırlar.
Değerli mahallem ben sendenim baskını benim yerime kullan mesajını vermeye çalışırlar.

Bazen mahalle ya da onun sesi olan el âlem bireyin iradesinin üzerinde çok etkilidir. Birey onu tamamen doğru olarak kabul eder.

Birey olarak mahallenin yerleşmiş kurallarını sorgulamak aklına bile gelmez. Bu durum üniversite bitirmek hatta üniversitelerde hoca olma durumunda bile değişmez. Öyle bir duruma gelir ki kişi dünyayı mahallenin kurallarına benzetmeye çalışarak bir ömür geçirir.

Belki de inancımızın derecesi takvayı savunup ama bildiğimiz gibi yaşamak bunun sonucudur.

İkiyüzlü yaşamımız, siyasetimiz, iş ve çalışma şeklimiz de mahallemizin kurallarından kaynaklanır. Sosyal davranışlar insan davranışlarının kesin belirleyicisi haline gelir.
Belki de gelişmenin kültürün medeniyete dönüşmesinin önündeki görünmez duvar budur.

Bilim, inançlar, fikirler bu duvar karşısında çaresiz kalır.

Ziya GÖKALP Osmanlı’nın son zamanlarında aydınları eleştirirken; kendi kültürünü zenginleştirmeden başka kültürleri milletine dayatmaya çalışmalarını eleştirir.

Kendi kültür, inanç, fikir, hayal, duygu zevk, sevinç, bilgi deneyim gibi topluma ait birçok değeri inceleyip analiz edip iyileri yüceltip kötüleri eleyerek medeniyet kapılarını aralayamadıkları için aydınlara kızar.

Burada belki aydınların da haklı olduğu bir hal vardır elbet!  Mesela mahallenin katı tutumu ile uğraşmak zaman ister. Onlar kısa yoldan sonuca ulaşmak istemiş olabilir.

Mahalle baskısı ve el âlem küçük yerlerde etkisini daha da güçlü gösterir. Bir de mahallenin etkili kişisi, ya da manyetik gücünü temsil eden ağırlık kültür yeterince gelişmemişse o zaman mahalle adaleti, vicdanı, gelişmeyi hatta insanlığı bile en etkisiz hale getirebilir.

Mahalleyi yöneten gücün kültürü, edebi, ahlakı, gelişme düzeyi, dünyaya bakış açısı mahallenin davranış biçimini zorunlu hale getirir.

İşte burada iradesini kullanmayı düşünen, kendini geliştiren, bakış açısı geniş, düşünen, analiz eden muhakeme eden aklını kullanan insanlara ihtiyaç vardır.

O zaman kişinin doğru psikolojisi mahallenin sosyolojisini doğru rotaya yerleştirebilir

Kendisi olmuş bu bireylerin bu direnç karşısında dayanışma ve ortak paydalar üretme konusunda da bilinçli olmaları gerekir.
Bu bir süreç, kararlı ve tutarlı bir tutuma ihtiyaç gösterir.

Şöyle çevremize bir bakalım;

Potansiyeli çok güçlü bireylere, şehirlere, kasabalara, mahalle ve köylere, şirketler hatta devletimize bir bakalım, acaba bu kadar güçlü bir potansiyel neden başarılı bir kişilik, toplum, şehre sahip medeniyet üretemez?

Bütün bunların perde arkasında mahallenin bizlere dayattığı baskının etkisi yok mu?

El âlem dediğimiz o güç bize;  inancımızdan, kültürümüzden, insanlığımızdan bile daha fazla etki yapıyorsa bu o mahallenin yapısından kaynaklanmıyor mu?

Konuyu bireye ve çevremize indirgersek; yaptığımız bir hata ve yanlışta önce çevremize bakmıyor muyuz?
Ben bunu doğru, adil, insanca bir davranış olarak mı yapıyorum yoksa yanlış mı? Sorusunu sormadan önce gören duyan oldu mu ona bakmıyor muyuz?

Oysa birey olarak kendi irademizi, doğru ölçüleri kıstas alsak davranışlarımızı da ona göre belirlesek belki de her birimizi mahallemizin doğru davranışlar üretmesine, kültürünün zenginleşmesine katkı sağlayacağız, ama çoğu zaman işimize geliyor yaşananlara uyum sağlamak kolayımıza geliyor.

Çok basit örnek;

Araç sürerken emniyet kemerini kaç kişi polis için değil de emniyeti için takıyor?

Acaba bir suç işlesek, bunu arkadaşımız polise bildirse kaç kişi arkadaşını hainlikle suçlamaz?

İçinde yaşadığı toplumun, ailenin, aşiretin adaletsizliğine, kaç kişi açık yüreklilikle direnebilir?

Bir işin oluşumunu değerlendirirken kaç kişi bana yarar mı yaramaz mı demeden insanlığa uygun mu değil mi diye karar verir?

Kaç kişi içinde bulunduğu toplumda kendi adalet ve vicdanını gelecek kaygısından daha öncelikli bir ölçü yapar?

Kaç kişi kol kırılır, yen içinde kalır sözüne muhaliftir.

Daha birçok sorularla bu düşünceyi sorgulayabiliriz?

 Vicdanımızı kalbimizi kirleten bu virüslerden kurtulmak dileğimle…