Gözümü kapattığımda eksiksiz tarif edebileceğim, beni dünya üzerinde bir daha asla böyle hissettiremeyecek bir sığınaktan yazıyorum sizlere. Bir daha açılmayacak bir defterin son sayfalarını kullanmak gibi tarifsiz bir duygu. Çocukluğumun sürgülü kapılarını aralıyorum. Kapı sonuna kadar açılsa bir daha kapanmayabilir…

3 katlı bir binanın 2. katındayım. İçeriden sesler geliyor… Merdivenleri çıkıyorum ağır ağır, sanki yeni yıkanmış gibi kokuyor her yer. Kahverengi bir kapı kilidi çok kez değiştirilmiş… İçeriye adım attığım an bir huzur kaplıyor ruhumu. Sağda bir oda, kapısı beyaz odanın içi aydınlık pencerenin önünde 3 çocuk…  Odadan çıkıyorum solda bir oda, penceresi balkona açılan… yatağın üstünde bir örtü serili; bembeyaz hayallere işlenmiş, pespembe güller… Odadan çıkıyorum tam karşı duvarda bir ecza dolabı altında o zamanlar lüks sayılan ev telefonu… Karşı odaya giriyorum kapının bitişiğinde gömme bir dolap raflarında sakız dövmeleri, penceresi karşı sokağa bakıyor sokağın sonu hep karanlık… Zemin, vernik görmemiş yer yer boyalı ahşapla döşeli… Mutfaktayım lavabonun üzerinde tabaklar için derme çatma bir raf, arkamda şömineyi andıran ocaklık, balkon kapısının yanında buzdolabı… Açsam baksam içinde bir rulo pasta durur tadını annemden başka kimsenin tutturamadığı… Sağ tarafta bir yüklük tencerelerin sürekli üzerimize yuvarlandığı… Balkondayım; korkuluklara yetişen asma yaprakları ve asla toplayamadığımız üzüm salkımları… Bahçe kuru toprak… kömürlüğün yanında çocukluğumu son kez sallandırdığım pelit ağacı… Şapkasından ıslık çaldığım, gölgesinde serinlediğim, kışın sobaya attığımız pelit ağacı… Evin önünde papatyadan bir havuz...

2004 artık evde biz yokuz… 17 yıl olmuş; gezmeye diye çıktığım eve bir daha dönemeyişim. Kapısına kilit vurmuşlar… İçerde çocukluğum kalmış... Dönüp alamadım yıllarca. Kurtaramadım onu karanlıklardan. İçinde benim çocukluğum yatıyor diyemedim kimseye… Ben o enkazın altında seneler önce kaldım kimse görmedi…

Bunları yazıyorum çünkü o beyaz ev yıkılıyor… Ümit Yaşar Oğuzcan yıllar önce kaleme almış hissettiklerimi:

‘Başladı bir amansız çöküntüdür içimde

Bilmem, gün gün yer eden ölüm müdür içimde

Ne yana baksam gece, diz boyu çaresizlik

Bir kara yalnızlıktır büyür büyür içimde

Yıkılan bir dünyanın altında ben kalmışım

Ki derinden derine bir şey çürür içimde…’

İçimde kurtarılamayan bir çocukluğu taşıdım. Nereye gitsem bir adımı hep çocukluğum attı. Çaresiz, yalnız ve derin bir karanlığa hapsedilmiş çocukluğum… Diğer adımı ise hep geleceğe attım. Daha iyi günlerin geleceğinden ümidimi hiç kesmedim. Ta ki ölümün soğuk yüzüyle karşılaşana kadar.

Bu evden sonra kaldığım hiçbir yeri benimseyemedim. Benim evim burası diyemedim hiç. Çünkü bu evden sonra yaşadığım her evde bir yabancı gibi emanet durdum. Ama bu ev benim nezdimde hâlâ bizim evimiz. Bir sokak ötede duruyor her gün geçiyorum önünden neredeyse. Yıkılma ihtimalini duyduğumda sicim sicim akmıştı gözümden yaşlar. O gün geldi çattı. Belki bir gün yerinde yeller esecek ama orada benim geçmişim yatıyor. Önünden geçerken çocuk seslerimiz, kahkahalarımız, çığlıklarımız, doluşuyor kulağıma. Bir ev ne kadar çok hatıra barındırıyor içinde. Kaç insan, kaç hayat, kaç çocukluk, kaç ömür, kaç yaşanmışlık var kim bilir odalarında…

Yüreğimde yaşattığım bir evdi öyle de kalacak...