"Ruhun çöküntüsü deselerdi, hiç düşünmeden, utanç yitimi, derdim. Bundan sonrası artık kolay. Acımasızlığı bir erdem olarak yaşamaya başlıyorsunuz. Sizi insanların hizasında tutacak değer duygusunu ellerinizle kalbinizden söküp attığınız için sizden başka kimse kalmıyor dünyada. Kalsa da sadece bir küçümseme hazzı, bir can sıkıntısı olarak var insanlar hayatınızda. Üzüntünüzü yitirdiniz. Gözyaşınız yok. Alın çizgileriniz kapandı. Sessizliğin güzelliğini, o ince saygısını büyüdüğünüz evlerde unuttunuz. Merhamet duygunuzu, en zayıf insanın eşiklerine gömüp gittiniz. Acı yok artık sizin için. Yüksek sesten bir dünya içinde bir yeni zaman yalnızlığısınız ki bunu görecek kirpiğiniz kaşınız da kalmadı. Küçük kafalı bir büyüklüğün şiddet sarmalı içinden konuşuyorsunuz, konuşuyorsunuz. Yalan söylüyorsunuz diyeceğim ama durumunuzu tam karşılamayacak. Yalan söyleyen insan, çok eski bir mahcubiyet duygusuyla arada bir ürperir, kızarır. Hiç olmazsa şaşırma kaygısı duyar. Böyle bir kaygıyı ana rahminize çoktan gömdünüz. Yalan, ruhunuz artık. Kutsalınız. Yeni zaman tanrınız. İnsanları küçümsemenin en kibirli, en korkak yolu. Ama ne tuhaf, siz bundan zevk alıyorsunuz. Zamana yalan söylenmez, diyecek kimseyi bırakmadınız çevrenizde. Aptallığın görkemli ülkesine vardınız sonunda. Gücünüzü zeka sanıyorsunuz, şiddetinizi ahlak, cehaletinizi büyüklük.

Ruhun çöküntüsü deselerdi, hiç düşünmeden, hüzün yitimi, derdim. Şarkı söylemiyorsunuz artık. Sesiniz titremiyor. Sevmenin ne hayali ne hatırası kaldı. Dünyayı bir cezaya çevirdiniz. Ne serçeler uyandırıyor sizi ne puhu kuşları örtüyor üstünüzü. Sözleriniz insansız, ağaçsız, rüzgarsız. Gölgeyi sevmiyorsunuz. Keder canınızı sıkıyor. Acıyı anlamak öfkelendiriyor sizi. Hayranlıkla nefretin çarmıhında bir taht kurdunuz kendinize. Keder nereden bulacak sizi! Kendinizden bir yüce kaledesiniz. Arada bir bulantı, tam şuranızda, hüzün değil ama; arada bir boğuntu duygusu, topuklarınızdan boğazınıza, hüzün değil ama; arada bir yürek çöküntüsü, arzudan pişmanlığa, hüzün değil ama... Siz, yalnızlığınızı da kalabalığınızı da yitirdiniz, hüzün ne ki. Birisinin gözlerinin içine azıcık bakacak bir masalınız olsa, belki kanatlı bir kederle tanrıya ulaşacaksınız. Birisinin parmaklarının ucundan saygıyla öpseniz, avuçlarının içinde bir soluk alsanız, gamzelerinde boğulsanız, güzellik hepimizi dünya yüzüne çıkaracak. Ayrılık bile güzelleşecek. Arada bir gökyüzüne dokunsanız, toprağı sevseniz, köpekleri kucaklasanız, yıldızları yatağınıza doldursanız, otları öpseniz, çocuklarla konuşsanız, geceyi dinleseniz, fotoğraflarınızı güneşe serseniz...

Ama siz hüznü sevmiyordunuz değil mi? Nasıl yapacaksınız bunları…"*

İşte tam bu dizelerde buldum bağırmak istediğim duyguları. Ne zaman bir yerde bir haksızlık görsem dünya dertleri dolar içime. Aklayamam hiçbir şeyi içimde. Birine değil birbirine karışır cümlelerim. Beni boğulmaktan yine onlar kurtarır. Çözmeye vaktim olan her düğüm benim düğünümdür.

*Şükrü Erbaş