1

İmam Hatip talebesiyken MTTB ile tanışıp ideolojik fikri şekillenen, aksiyonerliği sebebiyle Karaman’a sürgün edilip orada Akıncı Gençlik teşkilatını kuran 1970’li yılların bıçkın delikanlısı Ali Naci Dağlıoğlugil’in filmlere konu olacak nitelikte bir hayat hikâyesi var. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın Konya programlarında sunuculuğunu yapan Dağlıoğlugil 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra yakalanıp işkence görmemek üzere gayri resmi yollardan İran’a geçtikten sonra, İran İslâm Devrimini yapanların gerçek yüzünü tanıdığını, Türkiye’ye döndükten sonra hakkında açılan davalardan beraat edip radyoculuğa nasıl başladığını ve 28 Şubat’a giden yolda radyosunun nasıl kapatıldığını anlattı.

Sizi tanıyabilir miyiz?

Konya’nın Sedirler Ortamescid mahallesinde 1957 yılında doğdum. Konya’nın yerlisi Aliyenler sülalesindeniz ve Işgalaman çocuğuyum. Aliyenler mezarlığıının yeri bizim sülâle bağışıdır. Dinine bağlı mutaassıp bir aileye mensubum. Mahmut Şevket Paşa İlkokulunu bitirdikten sonra 1969’dan itibaren ortaokul ve liseyi İmam Hatip’te okudum.

Çocukluk ve gençlik yıllarınız ideolojik çatışmaların zirvede olduğu döneme rast gelmiş, siz bu durumdan nasıl etkilendiniz?

İmam Hatip öğrencisiyken Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) muhibbi oldum. Rahmetli Necmettin Erbakan Hocanın siyasete başladığı yıllarda, küçük yaşta olmama rağmen, onun söylemlerinden etkilenip peşine takıldım ve düşünce yapım onun yolunda şekillendi.

MTTB’de idari görev aldınız mı?

Ayhan Ersöz ağabeyimizin MTTB Konya Başkanı olduğu dönem, 1975’e kadar MTTB’nin Ortaöğrenim Komitesi Başkanlığını yaptım. Ortaokul ve liselerin sorumlusu bendim.  1975’de Karaman İHL’ye sürgün olarak gönderildim. Orada hem MTTB, hem Akıncılar teşkilatlarını bizzat ben kurdum ve başkanlıklarını yaptım.

MTTB gibi köklü bir teşkilata varken, Akıncılar’a neden ihtiyaç duyuldu?

MTTB merkez yönetimi partiler üstü politikalar izlemeyi seçti, biz ise aktif siyasetle uğraşmak istiyorduk. Bu tercihimizden dolayı bize tavır aldıkları için başka bir yapıya ihtiyaç duyuldu. Ben de MTTB’den ayrılıp sürgün dönemimde Karaman’da Akıcılar Derneğini faaliyete geçirdim.

Karaman sürgününüz uzun sürdü mü, sonra ne yaptınız?

Hayır, uzun sürmedi. Bir yıl sonra, 1976’da Konya’ya döndüm ve tahsilime yine İmam Hatip’te devam ettim. Türkiye’de siyasi gençlik hareketlerinin yoğun olduğu zamandı, günde 40-50 kişinin öldürüldüğü günler olurdu.

1977 yılında Konya’da Akıncılar derneğinin kuruluşuna öncülük edip kurucu üye oldum ve 1980 Darbesine kadar yönetim kurulunda faaliyetlerimi sürdürdüm.

Erbakan’ın başlattığı siyasal hareket sizin için ne ifade ediyordu?

Türkiye Müslümanlarının siyasi ve İslâmî noktadaki öncüsü Erbakan hoca idi. Müslümanlar da bu hareketle birlikte İslâmî Siyasi Hareketin ne olduğunu anlamış oldular. Yani cihadın sadece silahlı bir hareket değil; siyasi, edebi, kültürel faaliyetlerle de olabileceğini toplum öğrenmiş oldu. Ben de Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nden hiç ayrılmadım.

Davanın delisi bir adam:  Süleyman Yeğenler Davanın delisi bir adam: Süleyman Yeğenler

Siz İran İslâm Devriminden etkilendiniz mi?

1979 yılında vuku bulan İran devriminin, İslâm coğrafyasında olmasını beklediğimiz bir İslâmî yapılanma, İslâm adına yapılmış büyük bir iş olduğunu zannettik ama bunun emperyalizm tarafından Şia adına yapılmış bir devrim olduğunu çabuk fark ettik.

Bu konuyu, İran’da yaşadığınız yılları anlatırken detaylıca konuşuruz. Türkiye’yi 12 Eylül Askeri Darbesine götüren son dönemeçte siz nelerle meşguldünüz?

Ortağı olduğum Seriyye Kitabevinin sahibi olarak görünüyordum. Silah şekilde yazılmış bir Besmele-i Şerif posteri bastırdık. Bundan dolayı hakkımızda dava açıldı; Ahmet Güçyetmez ile birlikte hapiste yattık. Müslümanlar için çok değerli olan Kubbetüssahra’nın da posterini bastığımız için hâkim önüne çıkarıldık ve hapse atıldık.

Kitabevinden başka, Rahmetli Ziya Tanrıkulu’nın imtiyaz sahibi olduğu dönemde Türkiye’de Yarın gazetesinde yazılar yazdım, Ramazan sayfaları hazırladım.

Dönemin Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren 12 Eylül Darbesinin gerekçelerini sayarken Konya’da yapılan Kudüs Mitingini de zikretmişti. Siz o mitingde var mıydınız, neler yaşandı?

Tabi ki mitingdeydim ama kürsüde görevliydim, spikerlik yaptım. Konya’dan ve Konya dışından çok katılan oldu. Yürüyüş sırasında ve miting alanında, hatta kalabalık dağılırken bile kavga gürültü olmadı.

Genel olarak herkes günlük kıyafetiyle gelmişti ama arada cübbeli, sarıklı, hediyelik eşyacılarda satılan ceviz büyüklüğünde taneleri olan tespihler taşıyan bazıları görünüyordu. Onlar bizimle, partiyle ilgili kişiler değildi.

İstiklal Marşı okunduğu sırada bir kenarda 6-7 kişilik küçük bir grup saygı duruşuna katılmayıp oturmuş ama ben görmedim. Bu küçük grubun fiilini darbeye gerekçe gösterdiler.

İskoç asıllı İan Dallas Müslüman olup Fas’a yerleşmiş ve Abdülkadir Es Sufi ismini almıştı. Kadiri Şeyhi olan Abdülkadir Es Sufi halen hayattadır. Onun yazdığı Gariplerin Kitabı adlı bir eser var; biz de okumuştuk. Orada Es Sufi, Türkiye özelinde değil; tüm milli marşlarda yapılan esas duruşu Kur’an kıraatiyle mukayese edip eleştirmiş. Belki odan etkilenip oturanlar olmuştur. Sonradan bazı isimler telaffuz edilse de ben oturanları görmedim.

12 Eylül’den itibaren siz neler yaşadınız?

Arananlar içinde benim de adım vardı, bu sebeple evimiz sürekli arama gerekçesiyle rahatsız ediliyordu. Bir süre kaçak yaşadım ve Türkiye’yi terk etmek durumunda kaldım.

Evvela Suriye’ye geçmeye niyetlenmiştik fakat Gaziantep’teki dostumuz, MTTB’nin üst yönetiminden Hasan Kalyoncu ile istişaremiz neticesinde Hafız Esad denen zalimin orada Müslümanlara göz açtırmadığını anlayıp, oraya gitmemiz halinde yağmurdan kaçarken doluya tutulacağımız kanaatine vardık.

Zaten az bir zaman önce İran’da İslâm devrimi olmuştu, oraya gitmek daha mantıklıydı ama İran-Irak Savaşı da sürüyordu. Buna rağmen İran’a gitmeye karar verdik. Yüksekova üzerinden, sınır köylerindeki tanıdıklarımızın, dostlarımızın yardımıyla İran’a geçtik.

Yeni rejim değişikliği yaşamış ve savaş halinde olan bilmediğiniz ülkede nasıl karşılandınız?

Siyasi iltica talebinde bulunmak üzere Devrim Muhafızları Ordusuna müracaatta bulundum. Biz onları, onlar da bizi tanımıyordu. Bir müddet Devrim Muhafızları Ordusunun bünyesinde kaldım ama cepheye katılmadım. İran’ın Türkiye ile sınır şehri olan Urumiye’ye, yani Batı Azarbeycan’ın başşehrine gittim. Oranın Devrim Muhafızları Ordusu Karargâhında kaldım. Kimseyi tanımıyordum. Urumiye gölünün kıyısında asker kışlaları vardı. Cepheye gidecek gönderilecek gençleri orada eğitiyorlardı. Eğitimlere katıldım ama cepheye gitmedim.

Mesleğim terzilik olduğu için orada peşmerge şalvarı ve savaş kıyafetleri dikiminde çalıştım. Şalvar arazide hareket etmeyi, koşmayı kolaylaştırır.

Devam edecek

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN