Bir kaç yıl önce sosyal medyada bir arkadaşım vardı. Kendisi imamdı. Ne zaman bir şiir yazıp paylaşsam şiir İslâm’a aykırı diye özelden yazardı. Bu durum epey bir zaman devam etti. Cevaplar verdim. İslâm’a uygun şiirin İslâm’a aykırı olamayacağını söylesem de tavrı değişmedi. Daha fazla dayanamadım ve arkadaşlıktan çıkardım.

Bu şekilde düşünen bazı kişiler de var. Bunlar zaman zaman bu düşüncelerini açığa vururlar. Birkaç hafta önce benzer bir durum yaşandı. Hasan Ukdem kardeşimin bir şiirinin altına “şiirin İslâm’a aykırı olduğu” ile ilgili bir yorum yapıldı.

Bu yorum karşısında ben de bu yazıyı kaleme alarak sosyal medyada paylaştım. Faydalı olacağı düşüncesiyle köşemde de yayınlamaya karar verdim.

Şiirle ve şairlerle ilgili bir Ayeti esas alan ve Ayetin devamını dikkate almayarak şiirin Kur'an'a aykırı olduğunu öne sürenler var. Bu yazım bunlara reddiyedir.

Şöyle ki;

1-Medine döneminin ilk zamanlarında çevresinden birçok kişi müslüman olduğu halde Kâ‘b bin Züheyr ve diğer bazı şairler İslâm dinini ve Hz. Peygamber’i hicvetmeye devam ettiler. Kâ‘b, İslâmiyet’i kabul eden kardeşi Büceyr’i bundan vazgeçirmek için Resûl-i Ekrem’i de hicvettiği bir şiir söyledi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber Kâ‘b’ın öldürülmesini istedi. Kâ‘b, kabilesi Müzeyne’nin himayesine sığındıysa da kabilesi onu reddetti. Kardeşi Büceyr’in, müslüman olduğu takdirde bağışlanacağını bildirmesi üzerine müslüman olmaya karar veren Kâ‘b, Medine’ye giderek Resûlullah’ın huzurunda ensar ve muhacirlerden oluşan topluluğun önünde İslâm’ı kabul etti ve orada meşhur kasidesi “Bânet Süʿâd”ı okudu.

“Muhakkak ki Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Allah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıçtır” beytini söylediğinde Resûl-i Ekrem duygulanarak üzerindeki Yemen hırkasını (bürde) Kâ‘b’ın omuzlarına attı. Şairin kasidesi bundan dolayı Ḳaṣîdetü’l-bürde adıyla meşhur oldu.

2- İkinci kaside-i bürdeyi İmam Busîri yazmıştır. Busîri, Hak söz konusu olunca son derece titizlik gösteren bir şairdir. Hayatının sonlarına doğru felç olan Bûsîrî, Hz. Peygamber için yazdığı bu kaside sayesinde hastalıktan kurtulmuştur.

Peygamber aşığı olan Busîri rivayete göre 161 beyitten oluşan kasidedini tamamlayınca rüyasında Peygamber Efendimizi görür. Efendimiz kasideyi okumasını ister. Kasidenin tamamını dinleyen Efendimiz, Busîri'nin felçli bedenini sıvazlar ve Busîri felçten kurtulur.

Rivayete göre; İmam-ı Bûsirî bir gün evine giderken yolda rastladığı güzel yüzlü yaşlı bir zat ona:

-Yâ Bûsirî, Bu gece rüyanda Resûlüllah'ı gördün mü? Diye sorar.

İmam-ı Bûsirî:

-Hâyır görmedim! Diye cevap verir. Bu konuşmadan sonra O yaşlı zat başka bir şey söylemeden ayrılır. Ne var ki İmam-ı Bûsirî'nin gönlüne, o anda Hazret-i Peygamberin aşk ve muhabbeti düşer. O gece, rüyasında Hazret-i Peygamberi görür ve içinin neşe ve huzurla dolduğunu fark ederek uyanır. Bunun üzerine Peygamber Efendimizi öven ve nice Peygamber âşıklarını sevgi deryasında yıkayan Mudariyye, Hemziyye gibi birçok övgüler yazar. Kasîde-i Bürde'nin 149. Beytinde bunu şöylece dile getirir:

Düşüncemi övgüsüne, yönlendirdiğimden beri,

Başı darda her insana, O Resulü buldum hâmi.

Daha sonraki yıllarda vücudunun yarısı felç olur. Yürüyemez ve hareket edemez duruma düşer. İşte o zaman bu Kasîde-i Bürde'yi yazıp bununla Cenâb-ı Hakk'tan şifâ dilemeye yönelir. Kasîdeyi tamamladığı gece rüyasında Hazret-i Peygamber'i görür. Hz. Peygamber Bûsîrî'den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister; O

"Yâ Resûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz?" deyince, Hz. Peygamber kasidenin matla' beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder.

Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana doğru sallanarak zevkle dinler. Tamamı 161 beyitten ibaret bulunan Kasîdenin 51. Beytinin birinci mısraını

Hakkında ilmin son hükmü; "O da bir insandır ancak,

olarak okuduktan sonra ikinci mısrasını hatırlayamayarak takılır kalır. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem Hazretleri: Oku yâ İmam! Diye buyurur. İmâm-ı Bûsirî: -İkinci mısrayı hatırlayamadım yâ Resûlüllah! der.

Bunun üzerine mucize içinde mucize üzere Peygamber Efendimiz:

"Yaratmıştır O'nu Allah, en hayırlı kul olarak"

şeklinde ikinci mısrasını ikmal buyurarak beyti tamamlar. Kasîdenin tamamının okunmasından sonra Resûlüllah mübârek avuçları ile İmâm-ı Bûsirî'nin felçli uzuvlarını sıvazlar. Ne derin muhabbetin eseridir ki, İmâm-ı Bûsirî uyandığı zaman hastalığının zâil olduğunu görüp Allah'a şükreder. O gecenin sabahında sıhhatine kavuşmuş ve sürûr içinde camiye giderken yolda Şeyh Ebu'r- Recâ Hazretlerine rastlar.

Ebu'r- Recâ ona:

- Yâ Bûsirî!. Fahr-i Âlem'i övdüğün kasîdeyi getir! der.

İmâm-ı Bûsirî; Resûlüllah Efendimizi övdüğüm kasîdelerim pek çok. Hangisini istiyorsunuz? Diye sorunca,

Şeyh Ebu'r- Recâ:

Gönül yakan o hasret mi? Selemdeki komşuları,

Gözünden akan yaşlara, karıştırıyor kanları.

Diye başlayan kasîdeyi istiyorum. Çünkü sen onu Peygamber efendimizin huzurunda okurken işittim ve O'nun çok memnun olduğunu gördüm der. Bu kasideyi daha hiç kimsenin duymadığını zanneden İmâm-ı Bûsirî hayretler içinde kalır.

3- Cahiliye devrinde ve Asr-ı Saadet’te, Arabistan yarımadasında şiir ve edebiyatın büyük önemi vardı. Araplar bununla övünür, yarışmalar düzenlenirdi. Yarışmada ödül alan şiirler Kâbe duvarına asılırdı.

O dönemde herkes kendi fikirlerini, şiirle beğendirmeye çalışıp zaman zaman propaganda malzemesi yapıyordu. Din düşmanları da aynı yolu acımasızca kullanıyordu. Müşrik şairler, fütursuzca İslamiyet’e saldırıp İslamiyet ve Peygamber Efendimiz hakkında utanmadan alay ediyordu.

İşte bu hain propagandaya karşı, İslam’ın ilk büyük şairleri üç kişiydi. Hassân b. Sâbit (ra), Kâ’b b. Züheyr (ra) ve Abdullah bin Revâha (ra). Bu isimlerin yazdığı beyit ve kıta’lar hemen ezberleniyordu. Her yerde tekrarlanan bu şiirler, İslâm düşmanlarına karşı bir mızrak, bir ok tesiri uyandırıyordu. Bu sahabiler Peygamber şairi olarak ün yaptılar.

4- Şiirle ve şairlerle ilgili ayetler o dönemdeki inkârcı şairler içindir. Ayetin biri alınıp devamı görmezden gelinirse yanlış bir sonuç çıkar. Şuara suresindeki ayetler şöyle:

"Şairlere gelince, bunların peşine de sapkınlarla çapkınlar düşer. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çokça ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini yakında görecekler." (Şuara, 26/224-227)

Şiir de bir sözdür, bir yazıdır, bir düşünce mahsulüdür. Nasıl ki sözün ve yazının doğrusu ve Hak olanı iyidir ve tercih edilirse Hak'kı savunan ve Hak'tan yana olan şiirlerde iyidir ve tercih sebebidir, değilse reddedilir.

Müzik de böyledir. Hak yanlısı olan müzik iyidir, doğrudur. Hak'ka karşı olan müzik kötüdür, yanlıştır. Yani şiire ve müziğe doğrudan karşı çıkmak yanlıştır. İçeriğine bakılır, Ona göre karar verilir.

Şiir ve şarkı sözü yazıp söylemek, konuşmak gibidir. Yani sözün iyisi ve kötüsü olduğu gibi, şiir ve şarkının da iyisi ve kötüsü vardır. Resûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır:

"O, yani şiir bir sözdür; güzeli güzel, çirkini çirkindir."

Sonuç olarak şiir yazmanın ve müzik  yapmanın herhangi bir sakıncası yoktur, yeter ki İslâm'ın getirdiği ölçüler dahilinde olsun. İslâm dairesini aşan ve İslâm’ı hesaba katmayan her türlü tasarruf ise haramdır.

Mesela İslâm dini içkiyi, zulmü, iffetsizliği, zinayı, faizi yasaklamıştır. Bu gibi şeyleri öven ve İslâm’ın men ettiği, yasakladığı şeyleri öven, tavsiye eden şiir ve müzik dinen haramdır.

İslâmi ölçüler içinde yazılan şiirler ve ilahiler gibi yapılan müzikler ise caizdir hatta iyiliğin, güzelliğin övülmesi, haramlardan caydırılması için yazılan şiirler ve yapılan müzikler ibadettir. Yazımı bir şiirimle tamamlıyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.

                   ŞİİR

Fikir ve düşünceyi dile getirir şiir,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

Kalpteki pas ve kiri, siler götürür şiir,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Yürekten çıkan şiir, umut, hasret, özlemdir,

Sevgi, sevdadır şiir, hüzün, keder, elemdir,

Kalpten süzülüp gelir, son durağı kalemdir,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Acılar, sevinçlerdir, mutluluktur, hayaldir,

Geleceğe yönelik iz, işaret, sinyaldir,

Şiir yazan, okuyan hep güzele meyyaldir,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Ritim, uyum, estetik, zirvededir şiirde,

Var olur deniz, dağda, ova, göl ve nehirde,

Her yerde, her konuda, Uhud, Hendek, Bedir’de,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Kulağa çok hoş gelen büyüleyici bir sır,

Çözülemez bir gizem, yazılıyor kaç asır,

Şiirden yoksun olan düşünceler çok kısır,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Yüreğin coşku dolu, çağlayan duygusudur,

Gönüllerin gıdası, ruhların doygusudur,

Doğrunun hep desteği, yanlışın sorgusudur,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Hem marştır, hem türküdür, milletin destanıdır,

Kalemin yazdığının şahıdır, sultanıdır,

Kalbimizin gür sesi, halkın gülistanıdır,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Göz her ne görüyorsa yer alır dizelerde,

Her an vücut bulmakta, sima ve gamzelerde,

Kelimeye can verir bütün vecizelerde,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Dosta şefkat, merhamet düşmana keskin kılıç,

Bazen mahkûm olsa da bazen olur bir yargıç,

Yeryüzü, gökyüzünü gezmeye bir başlangıç,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Dostluğun, kardeşliğin, bütünlüğün simgesi,

Zihinde tasarlanan güzellikler imgesi,

Kelimeler dans eder, mısralar yörüngesi,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.

*

Acısı, tatlısıyla hayatın akışıdır,

Şairin yüreğinden dünyaya bakışıdır,

Gönlüme sürur veren ruhumun nakışıdır,

Duyguya dönüşür söz, şiirde yoğrulunca.   

SALİH SEDAT ERSÖZ