Ahmet amcam Almanya’ya ilk giden Türk işçilerindendir. Yıllarca orada çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüş yapmış, Çumra’da bir un fabrikası alarak baba mesleği olan değirmenciliği sürdürmüştür.

Yıllar sonra fabrika Çumra’da para kazanamaz olunca kendi eliyle fabrikanın aletlerini söküp, tırla Romanya – Köstence’ye taşımış ve orada yeni bir fabrika kurarak bir müddet iyi para kazanmıştır.

Akabinde mide kanseri olmuş, midesinin ¾’ü alınmış, daha sonra hastalık pankreasa bulaşmış dolayısıyla bir de pankreas ameliyatı geçirmiştir. Bu tedavileri cerrah kuzenimiz Doç. Dr. Erdal Uysal’ın uzmanlık eğitimi yıllarında çalıştığı Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gerçekleşmiştir.

Amcam tedavi aralarında eşi dostu ziyaret için Konya’ya gelir, bende kalırdı.

Yine böyle gelişlerinden birinde; amcam onunla Romanya’ya gelmem konusunda ısrarcı oldu. Sonuçta ben de memnuniyetle kabul ettim. Zira amcam çok renkli bir kişilikti. Yolculukta hiçbir şeye üşenmez, her şeyi uzun uzun araştırırdı. Becerikliydi, çıkan sorunları hemen hallederdi.

Konya’dan bir sabah erken çıktık ve akşamüstü Kırklareli’ne vardık. Yol boyu bol bol sohbet etmiş ve amcamın anılarını dinlemiştim. Hayatı kocaman bir roman olurdu. Zaten anılarını yazmaya da devam ediyordu. Onları kitaplaştırma işini bana vasiyet ediyordu sık sık. ‘Ben ilkokul mezunuyum. Benden bu kadar. Kalanı size ait’ diyordu.

Kırklareli’nin meşhur köftecisinde yediğimiz akşam yemeğinden sonra hemen dinlenmeye geçtik.

Sabah erkenden yola çıktık. Sınırda fazla bir sorun yaşamadan Bulgaristan’a geçtik. Amcam gece olmadan Bulgaristan’ı geçmemiz gerektiğini söyledi. Yine de Dobriç’e geldiğimizde benim anne tarafından atalarımın yaşadığı yerleri görmek için zaman bulabildik.

Bulgaristan’da devasa bakımlı bağlar, balkonları çiçekli evler ve her yerde bakımsız tuvaletler, çeşmeler aklımda kalanlar. Ancak Sofya ile Varna şehirlerinin güzelliği de ayrı bir konu. Amcam çok yorulmasına rağmen yola devam etti. Meğer korkusu Bulgar mafyası imiş. O günlerde gece yolda tuzaklar kuruyor ve öldürmeye kadar giden tacizlere neden oluyorlarmış. O nedenle düm düz giderek Romen sınırına ulaşıyoruz akşam vakti. Orada da yeni bir sorun. Memur bir türlü rüşvet almadan geçiş izni vermek istemiyor. Amcam da vermemek için direniyor. Adam bütün arabayı aşağıya indirdi. Sonunda eşyalardan birini alarak izni verdi. Ondan sonra geçtiğimiz bütün kapılarda bizden rüşvet istediler.

Sabaha karşı Köstence’ye vardık. Amcamın fabrikası ve iki katlı evi aynı bahçe içinde idi. Oğlu Zeki kapı komşusu idi. Onun evinin yanındaki salon ise büro olarak kullanılıyordu. Bahçede torunlar için küçük bir hayvanat bahçesi oluşturulmuştu. Amcam çocukları çok sever ve onların iyiliği için her şeyi yapardı. Evde bir çocuk bakıcısı, bir temizlikçi, bir de aşçı çalışıyordu. Amcamın mutfağı beraber kullanılıyor, yemekler birlikte yeniliyordu.

Bir gün içinde düzene adapte oldum. İlk gün Zeki’nin hanımı Yasemin bana Köstence’yi gezdirdi. Toplumun çok kozmopolit olduğu sokakta açıkça hissediliyordu. Başta Romenler, Tatarlar, Macarlar, Ruslar, Makedonlar, Çingeneler… Yolda giderken bazı Tatar köylerinin isimleri bize çok tanıdık geldi. Özellikle Köstence’de Tatar nüfus çok dikkat çekiyor.

Zamanında Romen kralının Osmanlı’ya jest olsun diye yaptırdığı Kral Cami Köstence Merkez’de en çok dikkatimizi çeken eser oldu. Minaresine çıkıp etrafı ve limanı seyrettik. Camide tatar öğrenciler rehberlik yapıyorlardı. Çoğu da Mecidiye’deki Türk İmam Hatip Lisesi öğrencileri idi.

Kral Cami’sinden de anlaşılacağı üzere Romenler müthiş hoşgörülü insanlar.

Bugün bile Müslümanlar en görünür köşelere cami yaptıklarında Romenler asla engelleyici bir şey yapmıyorlar. Son derece toleranslılar.

Kral Cami çıkışında birkaç Ortodoks kilisesi görüyoruz. Ancak içleri zifiri karanlık olunca hemen çıkıyoruz.

Evde bana canımın ne istediği soruluyor. Doğrusu hoşuma gidiyor.

Ertesi gün amcam beni limana ve Mamaya denen Romanya’nın tek deniz tatil beldesine götürüyor.

Liman bana küçükmüş gibi geldi. Orada ahşap hediyelik eşya satan Moldovyalı bir karı kocaya rastladım. Burada Moldovyalı fıkraları çok ünlü bizdeki Temel fıkraları gibi. Bir kitapta okumuştum.

Karadeniz halkının kökeni; Moldovya, Romanya ekseninde yaşayan bir halkla ilintiliymiş.

Mamaya ’da gördüğümüz en enteresan şey ise tabi ki Romen futbolcu Hagi’nin oteli idi. Iaki adlı otel 4.5 yıldızlıydı.

O akşam amcama o yıl Köstence’de yapılan 11. Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultay’ına bir davetiye gelmişti Türk Konsolosluğundan. Toplantı Mamaya ‘da, 4 – 11 2004’te yapılıyordu.

Biz ancak toplantı gezisine yetişebildik. O gezide önce Sarı Saltuk Hz’nin türbesinin olduğu Babadağ’a, sonra da Türk Hükümetinin açtığı İmam Hatip Lisesinin bulunduğu Mecidiye’ye gidildi. Sarı Saltuk Hz’lerinin türbesi restorasyonda idi. Adını saklayan Alevi bir iş adamı masrafları üstlenmişti.

Daha sonra kuzenim Zeki beni Bükreş’e götürdü. Çavuşesku’nun inşa ettirdiği devasa sarayı ve Bükreş’in geniş, düzgün caddelerini gezdik bol bol.

Amcamla da Romanya’nın Uludağ’ı olan Braşov’a gittik. Dağda bir otelde bezelyeli çorba içip, kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra geri döndük. Braşov; Alman nüfusun yoğun olduğu yüksek dağlar arasında bir yerleşim yeri. Romen hanedanının soyu Alman hanedanına dayanıyor. Bu nedenle o insanlar Braşov’a yerleşmişler. Dönüş yolunda yolun etrafındaki evlerin intizamı ve güzelliği dikkat çekici idi.

Yol boyunca uzanan ormanların ortasında yer alan PELEŞ sarayı da çok ilginç bir yapı idi. Tümüyle ahşaptan yapılmış, içindeki her salon farklı bir ülkenin kültürüne uygun tasarlanmıştı. Türk salonu ise Konya’nın bozkır köy evlerinin odaları şeklinde döşenmişti.

Romenlerin İngilizcelerinin düzgünlüğü dikkatimi çekti. Tarihte köken olarak Roma’dan buraya sürgün edilen suçluların kurduğu bu ülkenin insanları hem hoşgörülü hem de yetenekliler. Yıllarca Alman hanedan üyeleri tarafından idare edilmeleri de başka kültürlere hoşgörü ile bakmalarının bir işareti.

Romanya’da yaklaşık 12 gün kaldım. Türkiye’ye otobüsle yalnız döndüm. Dönüşte Türk sınırında yaklaşık 6 saat beklettiler bizi. Yurduma dönme sevincim yarım kaldı. Kuşluk vakti İstanbul otogarına indiğimde ise, her şey geride kaldı. Deniz, masmavi gökyüzü ve martılar ise tüm olumsuzluklara perde oluverdi. Taksiye atladığım gibi çok sevdiğim arkadaşımın evine doğru yol aldım. O ve İstanbul bana her zaman iyi gelmiştir.

İyi ki amcam vardı.

İyi ki Filiz vardı.

Sevmek ve sevilmek çok güzel olgular.

Fedakârlık ise herkeste olmayan çok değerli bir erdem.

Hem amcam hem Filiz benim hayatımdaki birkaç fedakârlık abidesinden ikisidir.

Onlardan çok şey öğrendim.

Muhabbetle efendim.