KÖTÜ ZAN VE TASA İNSANI HASTA EDER
Bir okulun öğrencileri çalışmaktan usanmış, ders anlatmaktan yılmayan, hastalık nedir bilmeyen, bir gün olsun dersine gelmemezlik etmeyen hocalarından bıkmışlardı.
Öğrenciler aralarında konuşup danıştılar. Öğrencilerden biri:
-Hocamız hiç de hastalanmıyor ki, bir kaç gün okula gelmeyelim. Hapis gibi mektepte ders yapmaktan kurtulalım, dedi. Başka biri arkadaşının fikrine katılarak!
-Hocanın maşallahı var. Kaya gibi yerinde duruyor diye ekledi: İçlerinde en zeki olarak bilineni arkadaşlarına bir tedbir teklif etti:
-Bugün Hoca derse gelince, Hocam ne oldu size renginiz sararmış? Hayırdır inşallah, renginiz biraz solgun? Allah korusun, havanın etkisi mi, yoksa bir rahatsızlığınız mı var? Diyeyim. Hoca bu sözlerden az da olsa evhamlanır. Üç beş arkadaş daha Hocanın hastalığına çok üzüldüğünü söyleyerek bana destek verirsiniz, dedi.
Vehme kapılan akıllı adam deli gibi olur.
Mektep talebeleri aralarında anlaştılar. Çocuklar sevinçle:
-Aferin akıllı arkadaş, Allah ne muradın varsa versin, dediler. Akıllı insanlar tedbiri elden bırakmaz. Önce düşünüp tedbir almak sonra pişmanlıkla yanmaktan iyidir. Elebaşı durumundaki zeki öğrenci içlerinden birinin gammazlık yapmaması için hepsine yemin ettirdi. Hep birlikte sözlerinden dönmeyeceklerine dair ahitleştiler.
O küçük zeki çocuk öyle kurnazca bir tedbir düşündü ki yüzlerce tecrübe ile belki bir ihtiyar bunu akıl edemezdi.
Ey dost Allah'ın sağlam verdiği mi takma ayaklımı daha iyi yürür?
Öğrenciler ertesi sabah hep bu düşünceyle okula geldiler. Önce fikrin sahibi, elebaşıları durumunda olan zeki arkadaşlarının gelmesini beklediler. Ayaklar her zaman başın emrindedir. Ders başlayıp da Hoca sınıfa girince zeki öğrenci ayağa kalkıp:
-Geçmiş olsun Hocam, Rahatsız mısınız? Yüzünüz sap sarı olmuş, dedi. Hoca aldırmadan eliyle işaretle:
-Ben hasta filan değilim, otur yerine, saçmalama, dedi. Hastalığı kabul etmedi, ama kitabını karıştırırken vehim tozu kalbine kondu.
Öğrencilerden geç kalma numarası ile içeri giren başka biri:
-Selam aleyküm Hocam, diye selam verdikten sonra. Hocam benziniz niye sarı? Allah korusun yoksa hasta mısınız? Dedi.
Sınıftakiler de benzeri laflarla söze katılınca Hocanın vehmi arttı. Kendinden şüphelenmeğe başladı.
Vehim ile zan zayıf akılların felaketidir. Sahibini karanlığa atar.
Hoca sınıftan çıktı. İçinde bir ürperti hissediyordu. Hemen üstüne örtmek için bir kilim alıp sedire uzandı. Hanımına çok kızıyordu. Kendi kendine:
-Zaten bana sevgisi gevşek, dedi. Ben bu haldeyken halimi bile sormadı. Sebep ne demedi. Rengimin solgun olduğunu bildirmedi. Karım olma utancından kurtulmak istese gerek. O kendi giyim ve güzelliğinin peşinde. Taş gibi damdan düştüğümden habersiz, dedi.
Evine geldi, kapıyı sertçe açtı. Öğrencilerinden bir kaçı da peşinden geldi. Karısı Hocayı karşısında görünce:
-Hayrola, neden böyle erken geldin? Allah korusun bir fenalık mı var? Dedi. Hoca:
-Kör müsün? Rengime ve halime bak. Bana eller acıyıp üzülüyor da sen evde yanımda olduğun halde bana düşmanlık ve riyakârlığından ateşler içinde yanışımı görmüyorsun, dedi.
Karısı şaşkınlık içinde:
-Hoca, ayıp sana. Bırak bu manasız endişe ve evhamı, deyince Hoca daha da hiddetlenip:
-Behey karı, sen daha inat mı ediyorsun? Bendeki bu titreme ve dermansızlığı görmüyor musun? Eğer kör veya sağırsan bunda benim günahım ne? Ben kendi derdimle perişanım.
Karısı:
-Hoca, ayna getireyim de yüzüne bak. Renginin soluk olmadığını ve benim günahsız olduğumu anla, dedi. Hoca:
-Git, git! Aynan da batsın sen de. Zaten hep kin ve düşmanlık ve inat içindesin. Çabuk yatağımı ser de yatayım. Başım fena ağırlaştı, dedi. Karısı hayret içinde duraklayınca hoca aynı üslupla devam etti:
-Ey Allah'ın düşmanı çabuk ol! Bu savsaklama sana yakışır mı?
Kadıncağız çaresiz yatağını serip hazırlarken kendi kendine: Söz dinletmek zor, içini vehim (kuruntu) ateşi dalamış. Hasta değilsin desem beni suçluyor. Söylemesem cidden hasta olacak.
Kötü zan, gam ve kederi olmayan insanı hasta eder.
Hazret-i Peygamberin sözünü kabul etmek gerekir. Eğer yalandan hastalanırsanız, cidden hasta olursunuz, buyurdu.
Kadın kendi kendine söylenmeğe devam ediyordu: Doğrusunu söyleyip hasta değilsin desem, kadının bir işi var evde yalnız kalmak istiyor, diyecek. İyice kafasını bozacak.
Hocanın yatağını yaptı. Hoca yatağa düştü. Ah, ah diye inlemeğe başladı.
Peşinden gelen öğrencileri kenara çekilip üzüntülü bir şekilde derslerini tekrara başladılar. İçlerinden gizlice: Bunca işe rağmen yine hapisteyiz. Bu yaptığımız bina kötü oldu, biz kötü inşaatçı mıyız? Diye mırıldandılar. O zeki öğrenci:
-Arkadaşlar dersinizi yüksek sesle okuyun, dedi. Çocuklar yüksek sesle okumağa başlayınca bu defa: Arkadaşlar, sesimiz Hocamızı rahatsız ediyor. Gürültü baş ağrısını artırır, deyince Hoca onlara:
-Arkadaşınız doğru söylüyor. Başımı ağrıttınız.
Haydi, gidin, çıkın dışarı, dedi.
Çocuklar yerlerinden doğruldu. Hocanın önünde hürmetle eğilerek:
-Geçmiş olsun Hocam, Allah şifa versin diyerek tane için havalanan kuşlar gibi evlerine koştular.
Çocukların okulu bırakıp geldiğini gören anneleri hiddetle:
-Okul günü siz oyun düşünürsünüz diye çocuklarına çıkıştılar. Çocuklar:
-Özür dileriz anne, günah bizde değil, bize bağırma, hocamız hastalandı, dediler. Anneleri:
-Sözünüz yalan ve hile. Siz bir bardak ayran için yüz yalan söylersiniz. Yarın Hocanın yanına gidip yalan ve hilenizi öğreniriz, deyince çocuklar:
-Gidin de görün, dediler.
Ertesi gün çocukların anaları Hoca'nın ziyaretine gitti. Hoca ağır hastalar gibi uyuyordu. Kat kat örtündüğü yorganın altında terleyip suyu çıkmıştı. Başına çeki çekmiş, yavaş yavaş ah ediyordu. Kadınlar lâ havle diyerek hayret içinde sordular:
-Hoca efendi, geçmiş olsun, bu ne hal? Çocuklardan duymasak haberimiz yoktu, dediler. Hoca:
-Benim de haberim yoktu. Bana da çocuklar haber verdi.
Ben dedikodu ile meşgulken içimde böyle bir dert olduğundan habersizdim.
Bir insan bir şeyle ciddi olarak uğraşırsa hastalığını görmez.
Mısır kadınları Hazret-i Yusuf'un güzelliğine bakarken meyve yerine ellerini kestiklerinin farkına varmadılar.
Harpte düşman darbesiyle eli, kolu kesilen nice yiğitler bundan habersiz kanları akarak savaşmağa devam ederler.
Beden elbise gibidir, git de o elbiseyi giyen ruhu ara, bedeni öpüp okşama. Ruh için Allah'ın birliğini anmak hoştur.
Rüyada el ayak görür, bir yerlere gider, konuşur, bir şeyler alır, bunu hepten yadırgama. Sen bedensiz bir bedene sahipsin. Öyleyse tenden canın ayrılmasından korkma.
(Yaşar Çalışkan, Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)