1982 yılında kurulan Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesinin kurucu Dekanı Erzurum Atatürk Üniversitesi kökenli Prof. Dr. Mümtaz Turgut TOPBAŞ Hocaydı. Dolayısıyla bölüm olarak önce TOPRAK ve TARLA BİTKİLERİ BÖLÜMÜ açılmıştı. Dekan Bey aynı zamanda Toprak Bölüm Başkanı idi. Doç. Dr. Kemal GÜR de aynı bölümdeydi. Tarla Bitkileri Bölüm Başkanı ise yine Atatürk Üniversitesi kökenli Prof. Dr. Abdulkadir AKÇİN’di.  Ankara Üniversitesinden gelen Prof. Dr. İhsan ÖZKAYNAK Hoca da aynı bölümde kadro almıştı.

Doç. Dr. Fevzi ECEVİT, Yrd. Doç. Dr. Oktay YAZGAN, Yrd. Doç. Dr. Mehmet PEMBECİ ve Yrd. Doç. Dr. Sami ÖZÇELİK Hocalar da bu iki bölümün genel derslerine giriyorlardı.

O zamanlar fakültede bu kadroyu asiste edecek sadece 2 eleman mevcuttu.

Biri Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi mezunu Araştırma Görevlisi Kazım KARA, diğeri Maden Mühendisliği kökenli olan Hakan Aydın SAKA idi. Hakan Bey bir süre sonra MTA Bursu kazanıp İngiltereye yüksek lisans yapmaya gidince Kazım Bey tek asistan olarak kalmıştır.

Kazım Bey istatistikçidir ve Konya’da neredeyse başka istatistikçi olmadığından uzun yıllar hepimizin özellikle de Tıp Fakültesindeki araştırıcıların çalışmalarının değerlendirilmesinde büyük yardımları olmuştur. Kendisi bizden en az 10 yaş büyüktür.

1983 sonu veya 1984 yılı başlarında gazetede fakülteye eleman alımı ile ilgili bir ilan çıktı. İlanı gören yakın bir arkadaşım beni haberdar etti. Alelacele belgelerimi toplayıp başvuru için Konya’ya gittim.

Sanırım Şubat ayı idi sınava çağrıldık.

Sınav sonunda toplam 7 kişi kadroya alındık. Bu kişiler; Bayram SADE, Sait GEZGİN, Ahmet TAMKOÇ, Bünyamin YILDIRIM, Mustafa KARAKAYA ve Kazım ÇARMAN ile bendim.

Bu arkadaşların çoğunluğu Atatürk Üniversitesi mezunu idi. Geri kalanlar da Ankara Üniversitesi kökenliydiler.

Hocalar şehir merkezinde sık sık değiştirilen mekanlarda kalıyorlardı. İlk geldiğimizde bir un deposunun üst katındaki düzensiz odalarda; sonra da çocuk yuvasının ek binalarında bir süre kaldılar.

Biz asistanları ise Bin Konut dolmuş güzergahındaki barakalara yerleştirdiler. Sadece 2 derslikle eğitim sürdürülmeye çalışılıyordu. Bizlere de birer oda verdiler. Bir tek görevli oranın her hizmetine koşuyordu. Kar yağdığında duvarlardaki deliklerden odalarımıza kar giriyordu. Çok ama çok soğuk oluyordu. Ama hepimiz hevesli ve mutlu idik. Dekan Bey beni iki kez saat 7.30’da görevlinin kapıları açmasını beklerken gördü. Çok hastayken, odamın penceresi bir karış buz iken ve kalorifer yanmaz iken bile akşama kadar okulda bekliyordum. Diğer arkadaşlarımız da öyleydi.

Tek bayan olmanın zorluklarını çektim biraz.

Ör. Hocalar bazen bizi şehre çağırıyorlardı. Ben de hep beraber gideriz diye beni çağırmalarını bekliyordum. Bir de bakıyordum ki toplanıp gitmişler. Yalnız başına arkadan biraz da geç kalmış olarak gitmek zorunda kalıyordum.

Bir gün bana çok yakışan beyaz eteğimle pembe penye bluzumu giymiştim. Çantam da pembe ama rijit bir şey yok. Arkadaşlarımızdan biri beni boş bir odaya çağırdı ve orada bana şunları söyledi: ‘Meryem Hanım böyle giyinmeniz hiç uygun değil. Siz hocasınız. Öğrencilere örnek olmalısınız’.

Şimdi düşünüyorum da uyumlu olmak adına nelere katlanmışız. O günden sonra Bedestende ne kadar siyah, lacivert ve kahverengi kumaş varsa hep onları giydim. Kalın kalın kruvaze ceketler diktiriyordum. Kendimi gemi kaptanlarına benzetiyordum ki Kazım abi bir gün beni öyle görünce ‘Üniforman hayırlı olsun’ demişti.

Yıllar sonra yakın bir zamanda o arkadaşımı bir TV programında pembe gömlekle görmek beni şaşırttı ve gülümsetti.

Arkadaşlarımın hemen hepsi Anadolu kökenli idi. Hepsinin temiz niyetinden şüphem yok. Ancak onlar zamanla kendilerini geliştirdiler. Bense uyum adına gerilemekle kalmadım, başka olumsuzluklar da eklenince sağlığımdan da oldum.

Bir ara fakültede bazı tatsızlıklar oldu. Dekan Bey beni çağırarak arkadaşlarımdan memnun olmadığını, işlerine son vereceğini söyledi. Bana da  ‘Senden çok memnunum. Seni Ankara’ya görevlendireceğim. Oradan kendin gibi 11 kişi bul getir’ dedi.

Neye uğradığımı şaşırmıştım. Dekan Beye saygım sonsuzdu ama arkadaşlarıma da bunu yapamazdım. Vicdanım el vermiyordu. Bir süre ortalıkta gözükmedim, kendimi unutturdum. Bu olay da böylece kapandı.

Yıllar sonra Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesinden çok kapasiteli bir Hoca olan

Prof. Dr. Celal TUNCER kadrosunu Konya’ya bizim bölüme aldırdı. Benim arkadaşlarımla öğrenciliklerinden bu yana tanışıyorlardı. Celal Bey bana: ‘Meryem Hanım buradaki arkadaşlar seni ne çok seviyorlar. Meryem Hanımdan başka Bitki Korumacı tanımayız diyorlar’ dedi. Celal Bey çok ciddi insandır. Laf olsun diye konuşmaz.

İşte o zaman arkadaşlarıma onca yıl verdiğim değerin boşa gitmediğini görerek sevindim.

Her şeye rağmen onların kendilerini geliştirmeleri takdir edilecek bir şey bence.

Şimdi hepsi çok değerli birer hoca, rektör, dekan, bölüm başkanı.

 Benim uyum telaşımın ise biraz (!) derecesi yüksek. Ortam yumuşatılarak çok taviz vermeden yine uyum sağlanabilirdi oysa.

Neyse bu kusur da benden olsun…