ŞEKER EDEBİYATI

Abone Ol

Şeker aşağı yukarı bütün dünya dillerinde benzer seslerden oluşan kelimelerle (sükker, sugar, sucro, zucker, zucchero, cukor, zachari)  ifade edilen tatlı bir besin. Şeker dediğimizde, kimyasal olarak sükrozu ifade etmiş oluyoruz. Ayrıca mısır şekeri (dekstroz), meyve şekeri (früktoz), süt şekeri (laktoz), malt şekeri (maltoz) da var. Gündelik kullanımda bunlar da kısaca şeker diye biliniyor.
***
Her ne kadar şeker Milattan önce 3000'lerden beri kullanılıyorsa da benim şekerin hakikatiyle ilişkim ilkokuldaki Türkçe kitaplarımdan birinde okuduğum “Bana Zehir Olan Şeker” başlıklı tahrir (okuma) parçasıyla başladı. Onca yıl kardeşlerimle birlikte babamızın elinden kapıp sulandıra sulandıra yediğimiz kırmızı-beyaz renkli şekerin “akide şekeri” olduğunu o yazıyı okuduktan sonra öğrendim. Daha sonra, şekerin bizim oralarda “çükündürük mancarı” adıyla bahçelere az miktarda dikilen, bahar ve yaz mevsiminde yapraklarından ve kökünden ayranlı-sarımsaklı yemekler yapılan, güze erişildiğinde ise köklerinden pekmez kaynatılan bir sebzenin bir türünden elde edildiğini okuyunca ne kadar şaşırmıştım.
***
Şeker hastalığını tıbbiyeye intisap edene kadar duyduğumu hatırlamıyorum. Şimdilerde memlekete her gidişimde hısım akrabadan konu komşudan 3-5 kişinin şeker hastası olduğu haberini alıyorum. Durumda bir abartma olmadığından eminim çünkü bunlardan bazıları da görme sorunları yaşadıkları için benden bilgi almaya geliyorlar. Çocukken bizim oralarda az mı görülürdü bu hastalık, yoksa hayatımız kışları leyli mekteplerde, yazları tütün tarlalarında geçtiği için farkına mı varamazdık hastaların? Sanıyorum hastalığın sıklığında bir artış oldu. Beslenme alışkanlıklarımızın değişmesi ve daha hareketsiz bir hayat artık halk arasında da diyabet diye bilinen şeker hastalığında bir patlama görülmesine yol açtı.
***
Görevli olarak Konya'ya geldiğim 1992 yılında altı ay kadar Şeker Fabrikası'nın misafirhanesinde kaldım. Hem yanı başımızda Şekerfuruş Hazretleri'nin türbesi olduğunu bilmeden geçti o altı ay, ne altı ayı, altı seneyi aşkın bir süre ne Şekerfuruş adında değerli bir kişinin varlığından ne de türbesinden habersiz yaşadım Konya'da. Eminin altmışaltı sene yaşayıp da habersiz olanlar vardır. “Konya'daki diğer değerler Mevlana'nın gölgesinde kalıyor” gibi kolaycılığa kaçan açıklamaları kabul etmiyorum. Şekerfuruş'la ilgili durum tamamen hazretin türbesinin Şeker Fabrikası'nın kalın duvarlarının arkasında kalması ve yol üzerinde bir tabelası dahi olmamasıyla ilgili. Burası zaman içerisinde Şeker Fabrikası'nın özel mülkünde mi kalmıştır, bilmiyorum. Böyle bir durum söz konusuysa yapılacak şey usulü neyse kamulaştırılması ve gereği gibi tanıtımının yapılmasıdır.
***
Kültür dünyamızda şekerin yeri bir köşe yazsına sığmayacak kadar büyük. Tatlılarımız var, şekerpare gibi. Türkülerimiz var, “yandım şeker oğlan” diyen, “halkalı şeker” diyen. Şiirlerimiz var, “Çocukları öldürmeyin efendiler / Şeker de yiyebilsinler” diyen. Ve bilmecelerimiz var “Gökte uçar kanadı yok / Şekere benzer tadı yok” diyen. (Ben bu satırları yazarken dışarıda lapa lapa kar yağması da yıllar öncesi İstanbul'da tanıma fırsatı bulduğum Ahmet Güneş abinin deyimiyle “tam tevafuk” oldu.)
***
Sözümü noktalamadan, artık çok kullanmadığımız, ama Mesnevi'nin -hafızam beni yanıltmıyorsa- Veled İzbudak çevirisinde çokça kullanılan “şekerrenk” kelimesini de anmadan geçmeyeyim. Tıpkı kızlara verilen Nalan ve benzeri adlar gibi seslerinin müzikalitesi hoş ama anlamı nahoş olan kelimelerden şekerrenk. “Şeker” gibi ağzımızı tatlandırıcı, “renk” gibi dünyamızı algılatıcı iki kelimenin birleşmesinden doğan şekerrenk kelimesi ne yazık ki pek de iç açıcı bir anlam ifade etmiyor, iki kişi arasındaki dostluğun bozulmasını anlatıyor.
Şekerrenk olmayan ilişkiler dileğiyle!
***
Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)