Hilâfet Saraylarının Güzidesi

Türk'ün şanlıtarihinde,kâinatta ve gelmişgeçmişhiçbir toplulukta, kavimlerde ve inançlarda emsaline bir daha asla rastlanamayacak kadar engin meziyetler sergileyen abidevîşahsiyetler;faziletleri, asillikleri, fedakâr tabiatlarıve takdire şayân millet şuûruyla toplumlara hizmet etmişkadınlar zümresi, sadece aristokrat Türk analarıdır.

Hükümdarlıklarısırasında dünyaya hükmeden sultanlara dahi analık ederek her zaman ve her yerde Türk kadınının haysiyet ve onurunu, Türk adet ve göreneklerine göre sadakâtleri, ilâhi emelleri ve yerine göre ürkütücücesaretiyle ata binmiş, kılıçkuşanmış, savaşlara katılmışve ordulara hükmedecek kadar yüce kudretiyle önemli bir misyon üstlenip, ayrıcalıklıkonuma getiren bu müstesna hanımlar, ne acıdır ki tarih sayfalarında hiçbir zaman hak ettikleri yeri bulamamışlardır.

Fakat yine de mümtaz kişiliği, ilâhi felsefeyi yaşamına âlimane bir kudrette yansıtan idealist yönleri ve darb-ımesel olarak anılan hâl ve hareketleriyle öne çıkmışve yaşadıklarıdönemin şair ve edipleri tarafından hayatlarıtarihe aksettirilmişmüstesna hanımlarımız da ziyadesiyle fazladır.

İşte bu satırlar arasında hayatına hayranlıkla vukûfdar olduğumuz hanımlardan biri de, Âbbasi toplumu ve hilâfet saraylarında saygınlığı, asilliği ve Tabiîn ve Tebea tabiîn devirlerine ulaşarak bir sahabiye gibi yaşamayıarzu etmişbir Türk anasıda, yüce gönüllüŞûca Hatun'dur.

Kısa bir dönemde olsa, Âbbasi hilâfetinin en güçlühalifesi Harûn er-Reşid (789-809) kocasıel-Mutasım (833-847) ve kendi oğlu el-Mütevekkil (847-861) olmak üzere, yaşamıboyunca üçhilâfet devrine tevafuk olan Şûca Hatun, güzîde tabiatıyla, değerli hocam Prof.Dr. Zekeriya Kitapçı'nın yorumuyla;

Âbbasi saraylarında adıhürmetle anılan hangi ünlükadın olursa olsun, hapsi terazinin bir kefesine konsa ve diğerine sadece Şûca Hatun konulsa, hayır ve fazilette eminim ki, Şûca Hatun'un kefesi cümlesine fazlasıyla ağır basmışolurdu!diye tabir olunur!

İtibar ve şerefin en yüce makamıolan Seyide Hanım Sultan'lığa mazhar olan Şûca Hatun'un saygınlığıdaha öncesinde sadece Harun er-Reşid'in değerli eşi Zübeyde'nin bu mazhariyetle anıldığıgöz önünde bulundurulursa, Şûca Hatun'un eriştiği mertebe, çok daha iyi anlaşılacaktır.

Çocukluk ve gençlik döneminde, hakkında fazla bilgi bulunmayan Hatun'un kesin olmamakla beraber Toharistan'lıolduğu kaynaklarda belirtilmektedir.

Ailesinin diğer Türk aileleri gibi o dönemde adet olduğu üzere, ikinci Hicret asrında Buhara, Semerkand, Bazgis, Toharistan ve Harzem'den İslâm ülkelerine göçettikleri rivayet olunur.

Kendisi, Âbbasi döneminde etkin varlığıhissedilen ve Boğa el-Kebir adıyla anılan Boğa ailesinden gelmektedir. Hilâfet saraylarıgibi entrikaların hüküm sürdüğücamiaya, adaletli yönetimi, ehl-îsünnete riayetiyle halkının nazarında;

Gelmişgeçmişİslâm halifeleri içinde asıl hatırlanmasıgereken üçhalife vardır. Bunlardan biri Hz. EbûBekir; mürtedlere boyun eğdirmiştir. Bir diğeri Ömer b. Abdülâziz ; Emevilerin zulmüne son vermiştir. Bir üçüncüsüel- Mütevekkil; ehl-îbidat ve zındıklığın kökünükazımışve Sünneti Seniyye-îihyâetmiştir.

Kocasının ve oğlunun hilâfeti döneminde muhteşem bir variyete sahip olan ve İbni Tağrıberdi'nin tabiriyle asalet ve yüceliğin temsilcisi Seyyîd-e Şûca Hatun, hiçbir zaman bu saltanatıkendi haris emelleri için kullanmamış, aksine Allah yolunda bol bol hayır ve hasenat yaparak, nefsîarzulardan süzülmüş, âsûde bir hayata meyletmiştir.

Kadıer-Reşit “ez-Zeahir”ismini verdiği değerli eserinde Şûca Hatun'dan;

Şûca ana bu haliyle Hz. Peygamber devrinde yaşamışolsaydı, şüphesiz O, en ulu kadın Sahabiyelerinden biri olurdu!diye gıpta edilecek bir övgüyle bahseder.

Âbbasi İmparatorluğu'nun uçsuz bucaksız zenginliğine rağmen, bu kudrete gönlünüçeviren ve yaptığıhayır, hasenatla ünüBağdat'ıaşan Şûca Hatun, artık bütün hilâfet ülkelerinde adeta bir efsane olarak anılmaya başlamıştır.

Öyle ki, ( H.245-859 ) yılında çok büyük bir kuraklık olmuşve Mekke halkının içme suyunun karşılandığıMaşaşPınarı'nın suyu çekilmiştir. Ve bu kuraklıktan sadece insanlar değil, bütün hayvanlarda mağdûriyet çekiyordu.

Hatta o günün değerinde bir kırba su 80 dirhem gibi büyük fiyatlara satılır olmuştu. Ama hilâfet saraylarında yaşanan ihtişamın aksine, halkın içindeki fukaralık çok ileri boyutta olduğu için, bu miktarıverecek  güçleri ne yazık ki yoktu.

Fakat yerde yaşayan sanki bir gök ehli gibi değerli vasıflara sahip olan Şûca Hatun yardımcılarıaracılığıyla bu durumdan haberdar olunca, son derece âli-cenap bir yürekle insanların ve hayvanatın imdadına yetişerek, servetinin muazzam bir kısmınıMekke'ye gönderip, uzaklardan bu şehre su temin edilmesini, yani kanal ve su kuyularının açılmasına vesile olmuştur.

Seyyîd-e Sultan Şûca Hatun, çok az kimseye nasip olacak faziletlere sahip, erdemli bir Türk anasıdır.

Yaşamıboyunca kadınlık zaafıve dünyevîimrentilerden uzak yaşamaya özen gösteren Hatun (247-861) yılında hastalanarak, sevgili oğlu el-Mütevekkil'in sarayında vefat etmiştir.

Değerli Hatun'un ölümüBağdat halkıtarafından duyulduğunda, tarihte tekrarıgörülmemişbir matem havasıyaşandı.

Öyle ki, Bağdat halkıO'nun kendileri için yaptığıhayır ve hasenata hürmeten, vefa örneği göstererek ve sultanlarının iyilik ve cömertliğine “Tanrıhuzurunda şahit ”olmak  için akın akın cenâzesine koştular.

Ölümüyle Bağdat halkınıbüyük sükûnete boğan ve ardından hayırlarla yâd edilen Seyyîd-e Şûca Hatun'un cenâzesi, ünlüSamarra Camiî'n de ağırlanmaktadır.

Mukâddes Çevreler ve Eski Hilâfet Ülkelerinde Türk Hatunları.

Prof. Dr Zekeriya Kitapçı hocama hürmetle!

Esen kalın...