Günlük hayatımızda çoğu zaman kullandığımız ama farkına çok da varamadığımız bir olguyu sizlerle muhabbet konusu yapmak istiyorum.

Hepimiz bir şeylere sahip olmak istiyoruz.

Kariyer sahibi olmak istiyoruz. 

Toplumda bir yerimiz olsun, saygın olalım istiyoruz.

Beğenilmek istiyoruz.

Hatta birçoğuna da sahibiz ama daha güzelleri olsun istiyoruz.

Yeteneğimiz olsun, becerimiz bilgimiz olsun istiyoruz.

Çok bilgili becerikli ve yetenekli de olabiliriz.

Çoğumuzun bulunduğu ortamda mutsuz olduğunu görünce bunları sorma gereği duydum.

Acaba insanların geldikleri yer, konum, yaşamda bulundukları ortam onların sahip oldukları yeteneklerin ve becerilerin   doğru kullanımı ile mi oluştu?

Hatta öyle insanlarla karşılaşıyorum ki yıllarını verdiği işinde yeniden hayata başlasam yapmam diyor.

Mesela iş adamı, İshak Alaton otobüs şoförü olmak isterdim demişti.

Devlet dairesinde bir bürokrat balıkçı olmak isterdim diyor.

Balıkçıya soruyorum bir daha bu işe yaklaşmam diyor.

Bunun yanında hayata on kere gelsem yine bu işi yaparım diyen insanlarla da karşılaştım.

Gerçekten biz sahip olduğumuz potansiyel varlığımızın ortaya çıkardığı en iyi değerlerini mi istiyoruz.
Sahip olduklarımız bu değerlerin üretebileceği en uygun yaşamlar mı?

Soruyu baştan sorayım;

Sahiden biz yaratılış gayemize uygun bir yaşam mı yaşıyoruz?

Bize emanet edilen yaşamı gerçekten doğru anlayıp, algılayıp irademizi o yönde mi kullanıyoruz?

Bir soru daha; gerçekten biz kendi yaratılış gayemizi keşfedebilseydik şu yaşadığımız yaşamı mı yaşardık?

Gerçek sahip olduğumuz becerileri tanısaydık acaba nasıl bir insan olur nasıl bir meslek sahibi olurduk?

Elbette konuyu tasavvufi açıdan irdelemeyi dini alimlerimize bırakalım.

Zaten o gayeyi çözebilseydik belki de yazıya döktüğümüz bu konuyu daha rahat irdeleyebilirdik.

Gerçekten insan kendi beceri, kabiliyet ve kapasitelerini tanısaydı nasıl bir hayatı olurdu?

İnsanın her birini insanlığı tamamlayıcı bir beceri, kabiliyet ve değerler barındıran bir varlık olarak görürsek o zaman insanın bunların farkına vardıkça daha gerçekçi ve mutlu yaşamları olan toplumu meydana getireceğini düşünebiliriz.

Hayatında kan görmeye dayanamayan insanın cerrah olduğunu düşünün.

Ya da el becerisi olamayan insanın teknik işleri yaptığını.

Çizim ve tasarım özellikleri olamayan insanın mimar ve tasarımcı olduğunu düşünün..

Belki gayretleri ile çok başarılı olacaklar ama eğer kendi yetenek ve becerilerini tanıyarak bir yere gelselerdi eminim belki de kendi mesleklerini kâşifi olacaklardı.

Yani kendi potansiyellerini tanıyan insanlar hayat gayelerini daha gerçekçi tanımlayabilirler.

Hatta bu gaye yolunda istikrarlı, gayretli ve sürekli   uğraşırlarsa her insan kendi içindeki ustalığı açığa çıkarabilir.

Kendi kabiliyeti becerisi ile tanışan insan istikrarlı bir gayretle kendi yaptığı işin enerji kaynağı olur.

İşini sever... Kabiliyetince çalıştıkça tatmin olur bu işsel motivasyonunu arttırır.

Aslında şirketler, şehirler devletler de kabiliyet beceri ve potansiyelini tanıdıkça gelişirler.

Bu açıdan değerlendirince bir toplumun eğitim ve öğretim sistemi, bireyleri için yaşam gayelerini keşfedebilecekleri ortamın sistemini kurdukça, insan kaynakları ile beraber kendisi de gelişir.

Aileler öğretmenler de bu bakış açısı ile çocuklara ve gençlere yaklaştıkça   daha mutlu ve kabiliyetli nesiller yetişir.

Çoğu zaman üniversite son sınıfa gelmiş insanların ne iş yapacağına karar verememiş olması böyle bir ortamın kurulamaması ne kadar kötü bir durum.

Oysa her çocuk ve genç kendi yaratılış beceri, kabiliyet ve potansiyelini tanıyarak yaşam içinde yol alsa eminim kendi hedeflerini mutlu ve tatmin olmuş bir şekilde çalışarak gerçekleştirecek..

Her insan yaşamının içinde kendi becerilerinin kariyerini yapacak.

Her insan gayreti ve bilinci oranında gerçekten kendi yaratılış varlığının ustalığını yaşayacak.

Belki çok lüks eğitimler, çok fazla üniversiteler kadar kişinin kendini bulacağı ortamları oluşturmalıyız.

Düşünün bir kere kendi kabiliyetini fark etmiş bir insan 7-10 yıllık bir çıraklık döneminden sonra ustalığa adım attığını düşünürsek üniversiteyi bitirince    aynı zamanda kendi ustalık yolunu da başlatmış olacak.

Ustalık insanın içindeki varlığı duyumsayarak yaşaması demek.

Özgüven ile keşif ruhunun açılması demek.

Toplumumuzun bu konuda yeterli bilince sahip olduğunu düşünmüyorum.

Bu sadece gençler ve çocuklar için değil.

Hangi yaşa gelirsek gelelim kendi beceri ve kabiliyetimizi keşfettikçe yaşamla daha uyumlu bir şekilde yaşarız.

Hatta bu bilinç geliştikçe yaşamı tamamlamaya başlarız.

İçimizdeki ustalıkla tanışmanın vakti yok….
Zararın neresinden dönersek kardır.

Bizlere öğretilmiş dayatılmış, alışkanlıklarımız haline gelmiş hayatlardan kendi var oluş gayemize uygun hayatlara dönüşmek için başlamak lazım….