ŞAHADET MERTEBESİ...

Abone Ol

ŞAHADET MERTEBESİ SEZER ÇELİK

Şehitlik, Türkler için ulaşılması gereken en büyük mertebedir. Bu mertebeye ulaşabilenler, kendilerini bahtiyar hissetmekte ulaşamayanlar ise karamsar olmakta, kendilerini kötü talihli olarak kabul temektedirler. Şehitliği Allah'ın bir lütfu olarak görürler.

Türkler, İslamiyet'i kabul etmeden önce de tek tanrı inancına sahip bir Milletti ve Gök Tanrı dinine mensuptu. Bazılarının iddia ettiği gibi Gök Tanrı inancı, çok tanrılı bir din değildir. Göktürk Kitabeleri'nde Bilge Kağan,“Tanrı, yeri ve göğü yarattı. Bu ikisi arasında da kişioğlunu yarattı. Ey Türk Milleti, üste gök çökmedikçe, yerde yer yarılmadıkça senin ilini, töreni kim bozabilir” demektedir. Gök, Allah'a yer isnat etmek için değil, yüceltmek için kullanılmıştır.

Gök Tanrı dininde cennet, uçmak olarak kabul edilmiş, her ferdin en büyük hedefi savaş meydanlarında vuruşarak ölüp, Allah'ın huzuruna ak alınla çıkmak olmuştur. Yaşlanan yiğitler, hastalanıp yatağa düşmeyi ve minderde ölmeyi kara talih olarak görmüşler, gururlarına yedirememişlerdir. Bunun için yaşı ilerlemiş cengâver kahramanlar, savaş meydanlarında vurulup ölmek için adeta gençlerle yarışmışlardır.

Türkler İslamiyet'i kabul ettikten sonra, “uçmak” tabiri yerini şehadete, şehitliğe bırakmıştır. İslam'ın verdiği cihat ruhuyla bütünleşen Türkler, şehadeti ulaşılması gereken en büyük mertebe olarak görmüşlerdir. Din uğruna, vatanın bölünmezliği ve milletin bağımsızlığı ve refahı uğruna kendi canlarından vazgeçip, Allah'a kavuşmayı tercih etmişlerdir. Her ana-baba şehit olan yavrusunun ardından “vatan sağ olsun” der, bununla teselli bulur, şehitlik en büyük övüncü olurdu.

Kahraman kadınlarımız Balkanlarda, Çanakkale'de, Kafkasya'da, Suriye ve Filistin'de, Gazze'de, Yemen'de kocalarını ya da biricik evlatlarını toprağa verirken acılarını yüreklerine gömüp, “bir oğlum daha olsa onu da vatana kurban ederdim” diyordu. Millî Mücadele yıllarında da durum aynı idi. Yaşlı kadınlarımız, genç kızlarımız, gencecik gelin kızlarımız, nişanlısını askere uğrayan bahtsız ciğerparelerimiz onların iaşeleri, giyinmeleri için kimi dokuma tezgâhlarının başına geçmiş kimi yardım kampanyaları düzenleyerek toplanan yiyecek ve giyeceği cephedeki askere gönderme yolunu seçmiş kimi de askere cephane yetiştirmek üzere ya fabrikalarda koşmuş ya da kağnılarla yollara düşmüştür. Sarıkamış'taki askerlerimize cephane taşıyan bir anne ile çocuğunun şehre 5-6 km kala donarak ölmesi ve bir heykel gibi kendilerini almaya gelenleri karşılaması Türk anasının yüreğinin ne kadar yüce olduğunu gösterir.

Şehitlik deyince akan sular durulurdu. Şimdi de öyle. Asker ocağına davullarla, zurnalarla halaylarla gönderiyoruz yavrularımızı. Vatana millete hayırlı olsun diye. Peygamber ocağının bayrağı yere inmesin diye. Ama değişen bir şey oldu. Bizim bin bir emekle yetiştirdiğimiz, yüzüne bakmaya kıyamadığımız körpecik fidanlarımız “bir hiç” uğruna toprağa düşer oldu. Bu durum, insana son derece eziyet veren, insanı kahreden bir olaydır. Biz çocuklarımızı vatan bölünmesin, milletimiz bağımsızlığını kaybetmesin, esaret altına girmesin diye askere gönderiyoruz. Maalesef basiretsiz idarecilerimiz sayesinde Türk askerinin eli kolu bağlandı, askerlerimiz adeta kışlalarına hapsedilir oldu. Buna karşılık ülkemizi bölmeye, vatanımızın bir kısmını yutmaya çalışan PKK militanları ellerinde son derece modern silahlarla ve bizim kanla yoğurduğuz ülkemizin doğu tarafında bizlere racon kesmektedir.

Geçen günlerde yine bir şehit haberiyle yüreğimiz yandı. Medya Türk milletini uyutma görevini üstlendiği için bu olaylardan hiç haberimiz olmadı. Tesadüfen Fesbuku açtım ve oradaki paylaşımdan öğrendim, Şırnak'ta bir askerimizin şehit edildiği. Bu gerçekten acınacak bir durumdur.

Şehit askerimiz Sezer Çelik, Şırnak'ta PKK'nın kahpece kurşunlarına hedef olurken ne devlet büyüklerimizin ne de anlı şanlı medyamızın tavırlarında bir değişiklik olmadı.

Sezer Çelik, gariban biri. Onun arkasında devlet büyükleri yok arka çıkacak medya yok. Memleketi olan Isparta'da sessiz sakin toprağa verildi. Esasında toprağa verilen Sezer Çelik değildi, Türk Milletinin kaderiydi. Bu kadar sessizlik, sahipsizlik Türk milletini yok olmaya, esarete doğru sürüklemektedir.

Lütfen milletimize ve devletimize sahip çıkalım ve bu kahpece olayları yapanları kınayalım.

Kalbim bu kadar yaralı, bu kadar dağlı olduğu için ben de şehidimize bir ağıt yazdım. Bunu da sizlerle paylaşmak istedim.

AĞLAMA ANAM
ŞEHİT SEZER ÇELİK'E İthafen
 

Ağlama anam, ben şehit oldum diye
Bana niçin kıydılar bilir misin?
Bu vatanı bu toprağı çok sevdim diye
Kanımı bir kadehte başlarına diktiler
Beni alkanlara koyup senin eline verdiler
Ağlama anam, öğün, ben öldüm vatan için
Bu gün dövünme günü değil, benim bayramım
Bak melekler el ele karşılıyorlar, gururdur benim için
Alın köpekler, uyuz kalleş vampirler bunu da alın
Bu ikinci kadehi de içip yere çalın
Beni yere çalsanız, bin parçaya bölseniz
Bu vatanı asla asla bölemeyeceksiniz.
 

ANUŞ GÖKCE- 24.02.2014/KONYA

NOT:

Bugün Türk  Ocağı'nda “İslamiyet'ten Önce Türk Müziği” konulu konferans verilecek. Konuşmacı Niğde Üniversitesi, Konservatuvar Bölümü hocalarından Doç. Dr. Feyzan Göher Vural.