Türk İslâm Tarihinde, dirâyeti, faziletleri ve sadece Türk analarına yakışan asil meziyetleriyle, halen anıla gelen sultan hanımlarımızdan biride, Şağâb Hatun'dur.
      Abbâsi Hilâfeti'nde muazzâm bir yeri olan Şağâb Hatun, milli tarihimize mâl edilmesi gereken ve müessir şahsiyetiyle, Abbâsi İmparatorluğu'nu sahiplenmiş, muhteşem zekasıyla devletin dizginlerini elinde tutacak kadar güç sergilemiş ve tam yirmi beş yıl boyunca, bu yönetime yön vermiş aristokrat bir Türk anasıydı.
       ( 264 / 877 ) li yıllarda dünyaya gelen Şağâb Hatun'un, küçüklükteki ismi Nâim idi.
       Fakat Es-Suyûti tarafından kayda geçirilen bilgilere göre ise, esas adı Garip olan Şağâb Hatun'a, Şağâb ismi, hilâfet câmiasına intisâb ettikten sonra, dirâyeti ve özgür kararlar verebilmesinden dolayı kinâye olarak, kendisine lakâp babında denilmiştir.
       O devrin geleneklerine ve oldukça yaygın olan adetleri üzere bu değerli hatun, M. B. Abdullah b. Tahir'in kızı Ümmü'l Kâsım'a cariye olarak verilmiştir.
       Ama bu cariyelik, hizmetçilik mânâsında olmayıp, sadece Şağâb Hatun'un ailesinin bu Arap aileyle, oldukça samimimi görüşmelerinden dolayı gerçekleştirilmiştir.
       Kendisi, daha evvel yine hayatını yazdığımız Abbâsi Hilâfetinde önemli yeri olan hatunlarımızdan Şûca Hatun ve Katrû'n-Nedâ Hatun gibi, son derece köklü bir Türk ailesinden gelmektedir.
       Kocası hâlife el-Mutâzıd döneminde saraydakiler tarafından çok sevilen ve takdir gören Şağâb Hatun'un, hilâfet çevresinde adını duyurmaya başladığı zaman ise, oğlu Cafer'in el-Mûktedir Billâh lâkabıyla, hâlife olduğu döneme rastlar. ( H. 295 / 908 )
       Ki bu dönem ile, Abbâsi Hilâfeti'ndeki Türk Hatunları Saltanatı' da böylelikle, en görkemli bir şekilde, zirveye ulaşmıştır.
       Es-Suyûti'nin aksine, diğer bir kaynağa göre de kocası el-Mûtazıd, sevgili eşi Nâim'in kendisine bir erkek evlât vermesinden dolayı, bu mutlu hadisenin anısına Şağâb ismini vermiş ve bundan böyle de kendisi bu isimle anılır olmuştur.
      İşte bundan sonrasıdır ki Şağâb Hatun, o dönemin en önemli mertebelerinden olan Ümmü'l Veled, ( Veliâhd Anası ) yani valide sultan olarak, zekası, yetenekleri, otoritesi ve saygınlığı ile devlet idaresinde ağırlığını koymuş ve kendini ziyâdesiyle saydırmayı başarabilmiştir.
      Oğlunun çok genç yaşta ( 13 ) hâlife olmasına şaşıran ve hatta gülen Şağâb Hatun, o günün şartlarını da göz önünde bulundurarak, bir vecibe ve kaçınılmaz bir zarûret düşüncesiyle, devlet idaresine neredeyse tam mânâsıyla el koymuş ve bu semâdaki yıldızı da böylelikle parlamış oluyordu.
     Öyle ki, vüzerâ ve ümerâ meclislerinde Şağâb Hatun'un ismi anıldığı zaman, vezir ve devlet adamlarının kendilerine çeki düzen verdiği dahi görülmüştür.
      Oğlu el-Mûktedir'in adına bir çok devlet işinde söz sahibi olan ve icraâtı görülen Şağâb Hatun, çeyrek asır boyunca Kaşgâr önlerinden, Atlas Okyanusu'nun sahillerine kadar uzanan Abbâsi İmparatorluğu'nu, üstün kabiliyet ve liyâkatle idare edebilmiş ve hemcinslerine karşı ; bir kadının eğer isterse neler başarabileceği konusunda, önemli meziyetler sergilemiştir.
     O, devlet idaresindeki icraât ve tasarruflarında, başta vezirleri olmak üzere hiç kimseden çekinmeden, daima müstâkil hareket etmiş ve sözünü dinletmiş, dünya tarihinde örnek teşgil edecek bir devlet ana konumundaydı.
      Abbâsi hilâfetinde çok az kimseye nasip olan bu keyfîyetle O, hele ki bir kadın olarak tam yirmi beş yıl süren izzet ve ikbâl devrine, adını gururla yazdırmış bir müstesnâ idi.
       Kadınların toplum içerisinde, varolabilmesi, sözünü dinletebilmesi ve hatta idari makamlarda dahi yer alabilmesi için bir çok yeni kâideler uygulayan Şağâb Hatun, Divânü'l-Mezâlim ( İstinâf Mahkemesi Reisliği ) gibi, hakikâten çok önemli bir makâma, o devrin bütün alışılagelmiş tabularını yıkarak, yeteneğine güvendiği bir hanımı da, başkan olarak tayin edebilmiştir. Dahası müteşekkîl bir ekip de tertip ederek, önemli mevzûlarda da kendileriyle istişâre edip, ülke yararına bir çok kararlar almıştır.
       Öyle ki, bu değerli hanımın yakın çevresinde yer alan ve  devlet idaresinde kendisine her konuda yardım eden seçkin ve kültürlü hanımlar olarak bir arada toplanılmış ve bu faaliyetler zamanla, halkın nazar-ı dikkatini çekmeye başlayınca da, bunlara el-Kahramâne denmiştir.  
       Sadece siyâsi ve idarî konularda değil, bir çok küllî hayır hizmetleriyle de namını yücelten Şağâb Hatun, halkı arasında sosyal dayanışmayı ve bütünlüğü sağlayacak oldukça ciddi adımlarda atmıştır.
       En önemli hayırlarından biri olan, Bağdat'ta ki düşkün, yoksul, hasta ve gariban kimselerde dahil olmak üzere herkesin, hiçbir ücret talep edilmeksizin tedavi olabilmeleri için, Ümmü'l Mûktedir-Valide Sultan Hastanesi ismiyle, bir şifahâne yaptırır ve başına da, o devrin önemli hekimlerinden Sinan b. Sâbit'i getirir. Ayrıca hastanenin tüm giderlerini ve çalışanların maaşlarını da, bizzat Şağâb Hatun kendisi üstlenmiştir..
DEVAMI VAR