Bu savaş sebebi olarak Ukrayna’nın NATO’ya girme iradesi gösterilmişti ya, NATO’nun eski Sovyetlerin dağılmasından bu yana genişlemesine açık kaynaklardan baktım. 1999 yılından bu yana eski Sovyet parçası yada Varşova paktı üyesi onbir ülkenin ve yine bu kapsamda iki eski Yugoslavya parçası ülkeyle birlikte 13 ülkenin katılmasıyla birlikte ittifakın genişlemesinin otuz ülkeyi kapsadığını gördüm. Rus, yani eski Sovyet peykleri olan bu ülkelerin son yirmi üç yılda kendi güvenliklerini NATO’ya bağlamaları kime karşı? Demek ki yanlış olan bir şeyler var. Sert güç kullanarak tabloyu değiştirmek zor.  Tartışmalı olsa da çok marazî unsurları bünyesinde barındırsa da Batı ittifakının askeri-sosyal ve ekonomik alanda bir cazibe merkezi olma özelliği var. Bunu değiştirmenin yolu insanlar-toplumlar ve devletler için alternatif bir çekim merkezi oluşturabilmekten geçmektedir. 

Gelelim sahadaki gelişmeler: Savaş tüm hızıyla ilerliyor, seri yazılarımızın başında da belirttiğimiz gibi uzadıkça tahribatı artıyor. Son gelişme Rus’ların Karadeniz Filosu'nun amiral gemisi Moskova' nın batması oldu. Ukrayna Neptün füzeleriyle vurduğunu, Rus tarafı ise gemide çıkan yangına bağlı battığını iddia ettiler. Moskova’nın son 40 yıldan bu yana batırılan en büyük gemi olduğunu, amiral gemisi olması hasebiyle tüm filonun komuta kontrolünün bu gemiden sağlandığını da bir kenara not edelim.

Savaşta amiral gemisi gibi önemli kayıplar, savaşın gidişatını etkiler; zira itibarı muhafaza etmek için daha büyük hamlelere kapı aralar. Aynen vahşi hayvanların yaralandığında çevresine daha büyük zarar verdiği gibi… Bu durum, konvansiyonel harp yerine kimyasal-nükleer gibi kitle imha silahlarının oyuna sürülme endişesini de beraberinde getirmektedir.

Hep düşünmüşümdür: Neden yüzbinlerce Asya’lı-Afrika’lı göçmen  Batı Avrupa’ya mülteci olarak geçmek isterken Akdeniz’in sularında sözgelimi son on yılda 25.000 civarında boğulmaktadır. Ülkelerindeki açlık, sefillik, savaş ve baskıdan kaçarak daha iyi bir yaşam umuduyla Avrupa’ya ulaşmaya çalışmaktadır. Halbuki Avrupa’nın onlara kölelikten başka verebileceği hiçbir şey yoktur. Son günlerde yaşanan hadise üzücü ve düşündürücüdür: Avrupa’nın refah merkezi İsveç’te sapkın bir parti liderinin polis korumasında Kur’an-ı Kerim yakması… Aslında Batı medeniyetinin ulaştığı yer hakkında ciddi bir ipucu vermektedir. Evet; hâlâ ve olanca azgınlığıyla ırkçı ve islamofobik zihniyet varlığını ve etkinliğini sürdürmektedir. Kınamak yetmez; önlemek gerek…Bunun için Mehmet Akif’in vurguladığı gibi:

Siyâsetin kanı: Servet, hayâtı: Satvettir,(boyun eğdirici güç)

Zebûn-küş (güçsüzleri ezen) Avrupa bir hak tanır ki: Kuvvettir.

Bunlar, satvet yani sindirici, boyun eğdirici radde de güçlü olunduğu takdirde değil yeltenmeyi aklından bile geçiremez böyle rezil eylemleri…

Diğer taraftan Avrupa, göçmene çelme takmasıyla simgeleşmiştir. Bu göçmen meselesi, dünyaya adalet-istikrar ile umud vadeden yeni dünya düzeni ile ancak yerinde yani göçmenlerin kaçmak istedikleri memleketinde çözüme kavuşturulabilir. Böyle bir düzeni sağlayabilecek potansiyel ve müktesebat Türkiye’de ve Türkiye’nin köklerinde vardır.