Ebu'l -Gazi Bahadır Han Türk milletinin yetiştirdiği en büyük âlimlerinden, dilcilerinden, tarihçilerinden ve siyaset adamlarından biridir. 17 yüzyılda Harezm bölgesinde yaşamış ve Hive Sultanı olmuştur. Âlim ve fazıl bir kişi, Çağatay Türk Edebiyatının en güçlü temsilcilerindendir.

Ebu'l- Gazi Bahadır Han,24 Ağustos 1603 yılında Harezm havzasında Ürgenç şehrinde doğmuştur. Cengiz Han soyundan gelen Arap Muhammed Han'ın oğludur.  Ebul Gazi, Tavşan yılında Yayık'taki (Ural)  Rus Kazaklarının Ürgenç'e saldırıp, babasının kahramanca Rusları geri püskürttüğü günden 40 gün sonra dünyaya geldiğini belirtir. Yadigâr Han diye de anılır. Annesinin adı Mihri Banu'dur. İyi bir eğitim gördü. Küçük yaşlarda Arapça ve Farsça öğrendi. Türk tarihine merak sardı ve bu konuda araştırmalar yaptı.

Babası Muhammed Han ilk önce Ürgenç'i payitaht edindiğinden Ebu'l Gazi 16 yaşına kadar bu şehirde yaşamıştır. Daha sonra babası, Amu Derya'nın Sarıkamış'a akan mecrasıı tamamen kurumuş olduğundan Ürgenç'i terk ederek 1619 yılında Hive'yi idare merkezi yaptı. Oğlu Ebul Gazi'yi de Harezm'in Amu derya şarkındaki Kat'a hâkim olarak tayin etti.(1)

 Bu hadiseden 6 ay sonra (1620 yılının başında) Muhammed Han'ın Habeş ve İlbars adındaki oğulları, Uygur ve Nayman aşiretlerine dayanarak babalarına karşı ayaklandılar. Ebu Gazi bu savaşta babasının safında yer aldı ve onu kahramanca müdafaa etti. Yaralandığı esnada öteki kardeşleri babalarını esir alarak gözlerine mil çektirip katlettiler. Ebul Gazi de Buhara hâkimi İmam Kulu'nun yanına giderek onun buyruğuna girmiş, 3 yıl Semerkant'ta hizmet etmiştir. Kardeşleri birbirleriyle saltanat kavgasına girişince ağabeyi İsfendiyar'ın yanında yer almış; gösterdiği muvaffakiyetten sonra İsfendiyar Han ona Ürgenç'i ikta olarak vermiştir.

Ürgenç'te ancak 3 yıl kalabilmiştir. İsfendiyar hanın tahtı ele geçirmesinde Balhan ve Mankışlak Türkmenlerinin rolü olmuştu. Memlekette hâkim olan Özbekler ise kendisine düşman olarak Ebu'l Gazi tarafına geçmişlerdi. Arada çarpışmalardan "sart" denilen şehirli ile zürra ahalisi zarar görüyordu. İsfendiyar Özbeklerin nüfuzlu aşiretlerinden Nayman ve Uygurların ileri gelen beylerini öldürünce iş harbe müncer oldu. Ağabeyi karşısında yenilen Ebul Gazi taraftarlarını alarak 1625 yılında Kazakistan'ın Sir-Derya havzasında Türkistan şehrinde yaşayan İşim Han b. Şığay Han'a misafir oldu. 3 ay burada kaldıktan Taşkend Kazak Hanı Dursun Muhammed Sultan b. Mehdi Sultanın yanına gitti ve 2 yıl orada kaldı. Bu esnada Moğol tarihi üzerine araştırmalar yaptı. Daha sonra tekrar Buhara'ya İmam Kulu Han'ın yanına geldi. Burada ağabeyine karşı asker toplamaya başladı. İsfendiyar Han'ın seferde olmasını fırsat bilerek Ürgenç üzerine yürüdü. Kaleyi zabt etti ise de seferden dönen İsfendiyar Han'a mukavemet edemedi. Yakalandı ve Safevi hükümdarının yanına gönderildi. Yurd bölgesinde oturmasına izin verildi şah tarafından kendisine maaş bağlandı.

Bu arada Farsça öğrendi ve Türk Tarihi üzerine incelemeler yaptı. Ebul Gazi'nin bu mecburi ikâmeti esnasında Moğol tarihçisi Reşiddedin'in Cihan tarihini de görüp incelediği ve İran'da yaşayan Türkmenlerden Oğuz menkıbelerini dinlediği düşünülebilir.

Özbeklerin isteğiyle 1642'de Ürgenç hakanı oldu. Harezm bölgesinde hüküm sürerken Buhara Özbekleri, Safevi Şahları, Kalmuk Hanları ve Ruslarla savaştı. 1644'de Hive Hakanı oldu. Hanlığı 21 yıl devam etmiş ve son yıllarını okuyup yazmakla geçirmiştir. Muasırları olan Buhara Hanı Abdülaziz Han, Safevi Şahı  II. Abbas ve Türkiye Sultanı IV. Mehmet ile muhaberatta bulundu.

Buhara Özbekleri, Safevi Şahları ve Türkmenlerle sürekli savaşmak mecburiyetinde kaldı. Vaktiyle İsfendiyar Hana yardım ederek Özbeklere cebir ve baskı uygulayan Türkmenleri tedip etti. 1653'ten sonra Mangkışlak ve Karakurum Türkmenleri de Ebu'l- Gazi Bahadır Han'a tabi oldular. 1649-1653 arası Ebu'l Gazi'ye bağlı Türkmenlere, Kalmuklar taarruz ederek Esterabad'a kadar olan bölgeyi yağma ve talan etiler. Ebu'l -Gazi de karşı mukabelede bulunarak Kalmuklara karşı akınlar tertip etti. Komşuları olan Buhara Özbeklerinin ülkelerini ise birkaç defa yağma etti.( 2)

Edebi Kişiliği:

Ebul- Gazi Bahadır Han, güçlü bir siyasetçi olduğu kadar Ali Şîr Nevaî ve Babür Şah'tan sonra Çağatay edebiyatının da en güçlü temsilcilerindendir. Yazar ve şairdir. Türklüğün gururlu ve şuurlu bir aşığıdır. Türkistan halklarının dillerinde dolaşan efsaneleriyle menkıbelerine varıncaya kadar araştırmış, Türk tarihinin kaynaklarına inerek Şecere-i Terakkime ve Şecere-i Türk adlı iki ayrı eser vücuduna getirerek Türk ve ilim dünyasının hizmetine sunmuştur.(3)

Eserlerinin tedkiki:

Ebu'l- Gazi Bahadır Han'ın ilk eseri 1659 yılında telif ettiği Şecere-i Terâkime, diğeri ise 1663'te vefatıyla yarım kalıp oğlu Enuşe tarafından tamamlanan Şecere-i Türk'tür. İlk eseri olan Şecere-i Terakkimeyi, Reşiddeddinnin Cihan Tarihine(Camiü't- Tevarih) derc ettiği Oğuzname'yi kendi eline geçen ve sayısı 20'e çıkan mahalli Türkmen Oğuzname rivayetleriyle karşılaştırarak yapmıştır. O bu eseriyle Kalaçlar bahsinde Hindistan'da Tuğluklar ve Halaçlara ait kayıtları da ilave ederek, Reşideddin'de bulunmayan ve Horasan Türkmenlerine ait bilgileri de vermektedir. Şecere-i Türk ise XV. yy.lın ikinci yarısında başlayıp Harezm'de hükümet süren Yadigâr oğlu Şeyban- Özbek hanlarının tarihini, ensabını tespit maksadıyla kaleme alınmış olup, Türk ve Moğol tarihi için ilk kaynaklardan olduğundan Yalnız Harezm değil umum Moğol ve Türk Tarihi açısından önemli bir kaynak olmuştur.(4)

Şecere-i Türk:Ebul -Gazi Bahadır Han, Türk milletinin hayatında önemli bir yere sahip olan Reşideddin'in Cihan tarihinde yer alan "Oğuz Han" destanını da kendi bölgesinde dilden dile dolaşan rivayetlerle karşılaştırarak bir tasnif yapmıştır. Oğuz Hanın çocukluğunu, ülkesinin başa geçtiği yılları, İran, Çin ve kuzeye yaptığı seferleri anlatmıştır. Daha sonra ülkesini oğulları arasında pay edişini ve her birine bıraktığı ülkeleri yazmıştır.

Ebu'l Gazi Bahadır Han, Rusların Türk ülkelerine taarruz edip onları esir etmesi üzerine onları düşman bellemiş, onlarla kılıcıyla mücadele ettiği gibi kalemiyle de mücadele etmişti. Şecere-i Türk adlı eserini yazarak Türk milletinin şuûrlanmasını, mensup olduğu milleti, örf ve ananelerini unutmamasını istemiştir. Şecere-i Türk, 9 bölümden oluşmaktadır. Eserini ilk insan Hz. Adem'den başlatır ve kendi zamanına kadar gelen tarihi olayları ve kavimleri inceler.

"İlk insan Adem'dir.  Adem 1000 yıl yaşadı. Zürriyetinden 40 000 kişi gördü. Vefatında yerine oğlu Şis (Şit) Aleyhisselamı bıraktı. O da 912 yıl yaşadı ve ölünce yerine oğlu Anuş'u bıraktı…."(5)

Ebu'l- Gazi Bahadır Han, Türklerin soyunu Nuh Aleyhisselamın oğlu Yafes'e kadar dayandırmaktadır. O bu konuda şöyle der: "…Nuh 250 yaşında peygamber oldu. 700 yıl halkı hak dine davet etti. Bu kadar zamandan sonra ancak kadın ve erkek 80 kişi iman etti. Nuh da kızıp beddua etti. Cebrail gelip dedi ki: "Tanrı duanı kabul etti. Bütün yeryüzünü suya boğup halk boğulacak. Sen bir gemi yap!"Nuh, Hak Tanrıya iman getirenler ile bir gemi yaptı. Sonra yerden su çıktı, gökten yağmur yağdı. Nuh uçan kuşlardan ve yürüyen hayvanlardan birer çift geminse aldı. Diğer canlı mahlukatın hepsi boğuldu. Ondan sonra Tanrı'nın emriyle yer suyu içine çekti ve gemi Musul yakınlarındaki Cudi dağının üstüne oturdu. 6 ay 10 gün gemide kalmışlardı. Gemiden çıktılar. Dağın eteğine oturdular. Hepsi hastalandılar. Yalnızca 3 oğlu ve 3 gelini iyi oldular, diğerlerinin hepsi öldüler. Nuh, her oğlunu bir yere gönderdi.Ham adlı oğlunu Hindistana, Sam adlı oğlunu İran'a, Yafes adlı oğlunu da şimal kutba gönderdi.

Yafes babasının emriyle Cudi dağından gidip İdil (Volga) ve Yayık (Ural) suları yakarlına varıp 250 yıl oralarda oturdu, sonra vefat etti. Bunun 8 oğlu var idi. Nesli çoğaldıkça çoğaldı. Oğullarının adları şunlardır: Türk, Hazar, Saklap, Rus, Ming, Çin, Keyümari, Tarih.

Yafes ölürken büyük oğluTürk'ü yerine koyup oğullarına; "Türk'ü kendinize padişah bilip onun sözünden dışarı çıkmayınız!" dedi. Türk'e Yafesoğlu lakabını verdiler. Türk pek âlim pek âkil idi. Babasının vefatından sonra birçok yerleri dolaşıp nihayet bir yeri hoş bulup orada oturdu. Elân oraya" Isıkgöl" derler idi…" (6)

 Ebu'l- Gazi, Türk Dünyasının en büyük destan kahramanı olan ve Hun Devleti'nin en büyük hükümdarı Mete Han'la aynı kişi olduğu kabul edilen; hatta peygamber olduğu dahi rivayet edilen Oğuz Han'ın menkıbesini eserinde şöyle nakleder: "Kara Han'ın büyük karısından bir oğlu oldu ki Ay'dan ve Güneşten güzel. 3 gün 3 gece anasının memesini emmedi. Her gece anasının rüyasına girer. Hak dine gelmezsen sütünü emmem." derdi.  Anası oğluna dayanamadı ve tanrı'nın birliğine iman getirdi. Çocuk meme emmeğe başladı. Anası ne düşünü ne hak dini kabul etiğini kimseye söylemedi. Çünkü Türk halkı Yafes'den Alanca Han'a kadar Tanrı'nın birliğine iman ederlerken Alanca Han'dan beri halk zengin olmuş, servete esir kalmıştı. Hele Kara Han zamanında kâfirlik o dereceye gelmişti ki baba oğullarından birinin veya oğul babasının hak dine geçtiğini işitirse hemen öldürürdü. Oğlan bir yaşına gelinceye kadar ad koymazlardı. Oğlu 1 yaşına basınca Kara Han memleketine haber saldı ve bir ziyafet yaptı. Ziyafet günü Kara Han çocuğu s.19)meclise getirdi. Beğlerine dedi ki; "Oğlum 1 yaşına geldi. Ne ad koyacaksınız?" Beyler cevap vermeden çocuk söze gelip "Benim adım Oğuz'dur." Dedi. Bunun üzerine herkes hayran kalıp "Mademki bu çocuk kendi adını kendi koydu. Ona bundan güzel ad olmaz." Dediler ve onu Oğuz adıyla andılar. Artık falına bakıp dediler ki; " Hiçbir çocuğun bir yaşında böyle söylediği görülmemmiş işitilmemiştir. Bunun için uzun ömürlü, ulu devletli, bahtiyar ve geniş bir ülke malik olacaktır." Çocuk Allah Allah diye bağırıyordu; ama onlar anlamıyorlardı. Çünkü Allah kelimesi Arapça idi. Cenab-ı hak Oğuz'u veli yaratmış ve adını da gönlüne ve diline koymuştu

Oğuz büyüyünce Kara Han inisi Uz Han'ın kızını karı olarak ona verdi. Oğuz karısına yalnız iken;"Seni beni yaratan var, adı Allah'tır. Onu var bil ve bir bil. Onun buyruğundan çıkma" dedi. Kız kabul etmedi. Oğuz da ondan ayrı yaşadı ve hiç konuşmadı. Bir müddet sonra Kara Han'a dediler ki Oğlun karısını sevmez, evlendiğinden beri bir yerde yatmaz. Bunun üzerine ona Güz Han'ın kızını verdi. Oğuz ona da Hak dini teklif etti. O da kabul etmedi. Oğuz ondan da ayrı yaşadı.

Birkaç sene sonra ava çıkmış idi. Dönüp gelirken bir su kenarın geldi. Orada çamaşır yıkayan bir takım kadınlar gördü. Onların arasında amucası Gür Han'ın kızını gördü. Birisini gönderse sırrı fâş olur diye korkup kızı bir köşeye çıkarak çağırdı ve and verdikten sonra  "Babam bana iki kız alıverdi. Fakat ben onları sevmedim. Sebebi ben hak yolundayım. Onlar kâfirdir. Hak dine davet ettim, kabul etmediler. Eğer sen kabul edersen seni alırdım."dedi.  Kız, "Sen ne yolda olursan ben de o yolda olurum." dedi. Bunun üzerine Oğuz babasına söyledi. O da bu kızı büyük düğün yaparak Oğuz'a verdi. Oğuz onu pek ziyade sevdi. Böylece pek çok seneler geçti.

Bir gün Oğuz uzak bir yere ava gitti. Kara Han bütün oğul ve gelinlerini davet etmiş, yemek yerlerdi. Konuşurlarken haremine Oğuz Han'ın ilk karılarını sevmeyip neden sonuncusunu sevdiğinin sebebini sordu. Haremi; "Ben bilmem, gelinler bilir." Dedi. Han gelinlerden sordu. Büyük gelin; ""Oğlunuz bir tanrı var dedi, kabul etti. Bizi de o yola götürmek istedi. Biz kabul etmedik. Üçüncü gelin kabul etti. Onun için oğlunuz onu çok sever." Dedi. Bunun üzerine Kara Han beğlerini çağırıp bir meclis kurarak müzakere etti. Oğuz'un avda tutulup öldürülmesine karar verildi. Kara Han adamlar gönderip ava çıkacağını ve çabuk gelmelerini hizmetçilerine bildirdi.

Oğuz'un küçük kardeşi de bu sözü işitmişti. Hemen emin bir adam saldırıp vakayı Oğuz'a bildirdi. Oğuz hemen yurda adamlar gönderip, "Babam asker topluyor, üzerime gelip beni öldürecektir. Beni seven bana gelsin, onu seven ona gitsin" diye haberler saldı. Ahalinin çoğu Kara Han tarafına geçti. Ve azı Oğuz Han tarafına geçti. Kara Hanın inilerinin "küçük kardeşlerinin) birçok oğulları vardı. Hepsi Oğuz tarafına geçtiler. Oğuz Han bunlara Uygur adını verdi. Uygur Türkçe, yapugur; yani sütün yağı ayrı iken yoğurt olunca nasıl birbirine yapışır birleşirse iki kollarıyla Oğuz'un eteğine yapıştıklarından ve imama uyulduğu gibi yani o yatarsa yattığı o kalkarsa kaktığı gibi bunlara Uygur, uyan kimseler dedi.

İki taraf saf tutup uruştular ve Oğuz galip geldi. Ötekiler kaçtılar. Cenkte Kara Hanın başına bilinmeyen bir yönden ok gelip onu öldürdü. Oğuz Han babasının tahtına oturdu.

Oğuz Han, milleti Hak dine davet etti.  Gelenleri bıraktı, gelmeyenleri öldürüp çocuklarını esir etti. Kara hana tabi birçok kabileler Oğuz hana koşuldu.  Kâfirlikte kalanlar başka hana koşuldular…

Oğuz Han 72 yıl Moğollar ve tatarlarla vuruştu. 73. yıl hepsini hak dine getirip itaat altına aldı." (7)

Sonuç

Ebu'l - Gazi Bahadır Han, Türk ülkelerinin Ruslar tarafından istila edilerek esaret altına girdiğini görmüş, ruhunda derin yaralar açmıştır. O dağınık halde bulunan Türk emirliklerini bir bayrak altında toplamayı hedeflemiştir. Türk milletinin tarihin derinliklerinden süzüle gelen örf adet ve geleneklerini, yaşayış tarzlarını, inançlarını, tarihini, savaşlarını ve yenilgilerini, kurduğu devletleri, başlarından geçen tarihin seyrini değiştiren vakaları, destanlarını kayd ederek Türk Milletinin şuurlanmasını istemiştir. Türk milletinin milli kimliğine sahip çıkarak birlik ve beraberlik içinde Ruslara karşı dik durması, kendi öz değerlerine sahip çıkması için Türk diline ve tarihine çok önem vermiştir. Ona göre bir millet dilini kaybederse geriye hiçbir şey kalmaz, yok olur gider. Ancak milli ve dini değerlere bağlı fertlerin oluşturduğu toplumun varlığını sürdürebileceğini, bağımsız yaşayabileceği vurgulamıştır. Aksi takdirde tarih sahnesinden çekilip gideceğini beyan ederek Türk milletinin uyanık olması gerektiğini vurgulamıştır.

Dipnot:

1) Türk Sultanları, s.253,İhlas Yay.,2005/İST2)

2) Togan, Z. Velidi, Ord. Prof. Dr., Ebu'l- Gazi Bahadır Han", İslam Ansiklopedisi, c:4, s. 79, MEB Yay.1978/İST

3) Karaalioğlu, Seyit Kemal; Resimli Türk Edebiyatçılar Sözlüğü, s.122, İnkılâp ve Aka Yay. I. baskı, 1974/İST)

4) Togan, a.g.m., s. 81

5) Ebu'l- Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türk,  s.11, Terc: Rıza Nur, Matbaa-yı Amire, 1343/İST

6) a.g.e., s.12 v.d.

7) a.g.e., s.18 v.d

Anuş Gökce

Editör: TE Bilişim