Tarihte müslümanlar, yaptıkları mesleği bir geçim kayanağı değil ; aynı zamanda güzel ahlakı, insani ve İslami değerleri ulaştırmanın bir yolu olarak görmüşlerdi.

Nitekim peygamber efendimiz ( S.A.V), Medine’ye hicretten sonraki ilk icraatlarından biri olarak ticaret erbabına eğitim seferberliği başlatmıştı. Zira esnafı/iş adamı doğru olunca, toplum da doğru olacaktır. Çünkü menfaat çatışmasının sık sık görüldüğü ekonomik ilişkilerde insanların çoğu erdemli ve ilkeli ortaya koyamamaktadır. 

Allah’ın hoşnutluğunu kazandıran bütün tutum ve davranışlara, geniş anlamıyla ibadet denir. Namaz kılmak, zekât vermek, selam vermek, tebessüm etmek, sorana yardımcı olmak… Her biri ibadettir. Kişinin rızkını temin etmek için çalışması da bir ibadettir ve kişiyi Allah rızasına kavuşturabilecek Salih amellerden biridir.    

Hiç tanımadığınız insanların sofralarına ulaşan mis kokulu sıcacık yemekler üretmek, çeşit çeşit sebzeler- meyveler yetiştirmek, insanların hayatını kolaylaştıracak alet edevat üretmek,     başlı başına bir ibadettir.

Günümüz Müslüman toplumlarının çoğu, maalesef çalışmaya İslam’ın belirlediği seviyeden bakmamakta ve büyük bir iş gücü potansiyeline sahip olmalarına rağmen genellikle tembellik ve atalet içinde hayat sürmektedirler.

Çalışmak ve ekonomik olarak güçlü olmak, bulunduğumuz bu çağda çok daha fazla önem arz etmektedir. Zira paranın bir silah olarak kullanıldığı günümüz uluslararası ilişkilerinde, hak-batıl mücadelesinin ekonomi üzerinden devam ettiği görülmektedir. İslam, müminlerden düşmanlarına karşı her türlü güçlü olmalarını istemektedir.

Çalışmak Allah’ın emri olduğu kadar, fıtri bir şeydir. Zira insan Dünya malını sever ve onunla diğer insanlara karşı üstün olmaya çalışır. Bunun için Allah’ın bir emri olduğu için değil de çoğu zaman nefsani arzularını tatmin etmek için çalışır. Zor olanda nefsin arzu ve ihtiraslarına teslim olmadan çalışmayı ibadet ruhuyla yapabilmektir.

Rızkı veren Allah, aynı zamanda rızkın miktarını da belirlemiştir. Gökteki bulutların ne kadar yağmur bırakacağını takdir ettiği gibi kişinin emeğinden ne kadar rızık sadır olacağını da yine Allah belirlemektedir.

Gerçek mümin bilir ki; rızık, ezelde insanlar arasında paylaştırılıp takdir edilmiştir. Rızkı bol yazılmış olanın rızkını kimse eksiltmez. Rızkı dar dar yazılmış olanın rızkını kimse artıramaz.  Kimse kimsenin kısmetini yiyemez.

Güzel dinimizin açtığı pencereden hayata bakan her Müslüman bilir ki, tüm nimetleriyle dünya hayatı gelip geçicidir. Asıl hayat ahiret hayatıdır. Asıl nimetler oradadır. Asıl kazançlı olanlar orayı kazananlardır.

Akıllı mümin Hazreti Peygamberin (S.A.V)  öğrettiği şu duayı kendine şiar edinmelidir. “Allah’ım! Bana helal rızık nasip ederek haramlardan koru! Lütfunla beni senden başkasına muhtaç etme!”

Kuran-ı Kerimde Rabbimiz; Mü’minun suresi 51 ayeti kerimede “ Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan rızıklardan yiyin ve daima salih ameller işleyin. Gerçekten ben, yapmakta olduğunuz her şeyi hakkiyle bilirim.” buyurmaktadır.

Mutasavvıf Sehl bin Abdullah Tüsteri şöyle buyurmuştur: “ Haram yiyenin azaları-kendisi bilsin bilmesin, istesin istemesin- isyan eder. Yediği helal olan kimsenin azaları kendisine itaat eder ve hayırlı işler yapmaya muvaffak olur.”

Dürüstlük, doğru sözlü olmak İslam’ın özüdür ve rızkın bereketi de dürüstlükte saklıdır. Buna rağmen günümüzde Müslümanlar arasında en yaygın olan hasletlerin başında maalesef yalan, hile ve aldatma gelmektedir. Bu hasletler hem dünya hem de ahiret karımıza büyük zarar vermektedir.

Ölçme ve tartma konusunda dürüst davranmak, hile yapmamak, eksik ölçü ve tartı satış yapmaktan sakınmak Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde müminlere emredilmektedir.

Dinimiz, yemin etmeyi bir alışkanlık haline getirmeyi, özellikle de mal satmak için yemin edilmesini prensip olarak güzel görmemiştir. Kişi ister doğru ister yalan söylesin yemin etmenin kazanılacak paranın bereketini götüreceği bildirilmektedir.

Müşterinin bilgisizliğinden, dikkatsizliğinden, hatta zafiyetlerinden faydalanarak ona sağlam, kullanışlı olmayan bir malı satmak İslam rızık ahlakı ile bağdaşmaz. Zira bu bir nevi yalan söylemek, ihanet etmektir.

Günümüzdeki hâkim kapitalist anlayışa göre; ekonomik hayat, büyük balığın küçük balığı  yediği mücadele ortamıdır. Bu anlayışa göre akıllı insan, “ekmek kavgasında” yok olmamak için tüm gücüyle mücadele etmeli ve küçük balık konumuna düşmemelidir. Çünkü bu savaş, merhametin olmadığı ve güçsüzlerin yok olmasının gerektiği bir savaştır. Bu bakış açısının sonucu olarak son iki asırda birçok kesimin mağdur olduğu görülmektedir.

İslam prensip olarak serbest piyasa anlayışını benimsemiştir. Manipüle edici tüm müdahaleleri yasaklayarak fiyatların doğal seyri içinde oluşmasını amaçlamıştır.

Fiyatların kendi doğal seyri içinde oluşmasına engel olan uygulamalardan biride ülkemizde “müşteri kızıştırma “  uygulamasıdır. Bu konu peygamber efendimiz (S.A.V)  tarafından kesin olarak yasaklanmıştır: “ Bir malı alıyor gibi  görünerek kıymetini artırmayınız.” Buyurmuştur.

İslam’a göre doğruluk ve dürüstlük, ticaret ahlakını ayakta tutan en önemli hususlardandır. Allaha iman eden, rızkını ve bereketini Allah’ın elinde olduğuna inanan hiç kimseye yalan, haset ve bozgunculuk yapmak yakışmaz.

İslam’a göre herkes nasibini yer. Nasipten ötesi yoktur. Bu temel öğretiye inanan kişiye düşen, ciddiyetle çalışıp kendisine yazılan rızkı helalinden elde etmeye çalışmaktır.  

Allah rızkın bereketini muhatabın gönül hoşnutluğuna bağladığı için Müslüman ticaret erbabının, ticaretin her aşamasında bu hedefe uygun söz ve tasarruflarda bulunmayı ilke edinmelidir.

Günümüzde helal rızka gölge düşüren uygulamalardan biri de rüşvet almak veya vermektir. Peygamber efendimiz (S.A.V), “Rüşvet alana, verene ve bunlar arasında rüşvete vasıta olana da Allah lanet etsin.” buyurmuştur.

Rızkı veren Allah’tır. Kulun niyet ve eylemine göre kendisi için yaratılan rızık, kendisine helal veya haram olarak ulaşır.

Bunu bir misalle anlatmak istersek, tarihe geçmiş bir kıssa hiçbir şüphe bırakmayacak şekilde bizi ikna edecektir.

Hz. Ali (R.A)’nin yaşadığı şu olay buna en güzel örnektir:

Hz. Ali (R.A.) efendimiz, namaz kılmak için mescide gittiğinde devesini bir gence emanet bırakmış, fakat namazı eda edip döndüğünde, devenin yerinde olmadığını ve yular sız başıboş dolaşmakta olduğunu görmüş. Genci de etrafta bulamamış; yeni bir yular almak için çarşıya gittiğinde, kaybolan yuların biraz önce bir genç tarafından on dirheme bir tüccara satıldığını öğrenir.

Tüccar da bu olaya çok üzülmüştür. Hz. Ali (R.A.) on dirhemi satıcıya verip yularını geri alırken : “ O gence yazıklar olsun, dedi. Ben bu parayı, deveme baktığı için o gence verecektim. Ama o acele etti, helâl rızkını harama çevirdi.” Buyurdu.

“Haram helal ver Allah’ım, Senin kulun yer Allah'ım”  diyen bir Müslüman anlayışından,  gerçek müminler, şu hakikati hiçbir zaman hatırlarından çıkarmazlar: “Helâlin hesabı, haramın da azabı vardır!” şuurunda olarak, Allah’ın rızasına uygun kazanmayı, Allah’ın rızasına uygun olarak harcamayı bizlere nasip et yarabbi.

Bir mümin olarak bırakın haram kazanç elde etmeyi, şüpheli kazançlardan bile uzak olmamız gerekirken acaba, geçimimizi, iaşemizi temin etmek için Rızık ahlakımızı gözden geçirebiliyormuyuz? Eskilerin tabiri ile  helal kazanç hususunda “ince eleyip sık dokuyabiliyormuyuz?”

Müttaki müslümanlar, gerek itikadi konularda gerekse iktisadi konularda rehber olarak Hazreti Peygamber efendimizi  (S.A.V)  örnek alırlar.. Efendimizin hali ile hallenmeye çalışırlar. Bunu başarabilen müminleri hem dünyası hemde ahireti mamur olur.

Cenabı Allah bu hususta cümlemimize kolaylıklar ihsan etsin. Sağlam bir iman ve irade nasip etsin. Amin.

Baki Selamlar.

Not: Daha geniş ayrıntılı bilgi için, Dr.M.Salih Kumaş tarafından kaleme alınan, Türkiye Diyanet vakfı tarafından yayınlanan, “Rızık Ahlakı, İş ahlakına Dair 40 Altın Kural” adlı eserden istifade edilebilir.