Yönetmek: istikamet vermek, sevk ve koordine etmek;  kargaşaya, başıboşluğa, gevşekliğe ve kaosa meydan vermemek demektir. “Önlemek, onarmaktan  ya da yerine koymaktan çok daha iyidir.”  Eğer bizi çepeçevre kuşatan tehlikeler için  gerçekleşme ihtimallerine ve etkilerine/şiddetlerine dair önleme ve koruma tedbirlerini almazsak vahim tablolar ile karşılaşmamız kaçınılmaz olur. 
Bu yazı kapsamında hassaten uzmanlık alanım da olan iş sağlığı ve güvenliğinde risk yönetimi üzerinde duracağım.
Riski yönetmenin yüzü aşkın metodu vardır. Bunlar: nitel, nicel ve karma olarak üç bölüme ayrılır. Bizim için hangisinin uygun olduğunu sektör paydaşlarımızın  uygulamalarından, zamanla ortaya çıkmış  tecrübelerden yola çıkarak tespit edebiliriz.  Finans sektöründe, endüstriyel sektörlerde, inşaat sektöründe farklı risk yönetim modelleri kullanılmaktadır. 
Risk yönetiminde temel amaç: tehlikeleri ve  dolayısıyla riskleri,  analiz ederek, önleme aktiviteleriyle  şirketin yasal yükümlülükleri ve İş güvenliği ve sağlığı politikalarına göre taşıyabileceği, kabul edilebilir risk seviyesine indirgemektir. Kabul edilebilir risk seviyesine uygun risk değerlendirmesi ve uygulaması yapıldıktan  sonra risk gerçekleştiğinde yani kaza/olay olduğunda ise acil eylem planları, tatbikatlar, mücadele ekipmanları ve kişisel koruyucu donanım ile kaza neticesi oluşacak zararın etkilerini azaltmak ta yine  şirket yönetiminin sorumluluğundadır. Önleme, risk tedbirleri; koruma ise kaza etkileriyle ilgilidir.
Burada özellikle 6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği kanununun 4.maddesinde işveren yükümlülüğü: “risk değerlendirmesi yapar ve yaptırır” ile risk yönetimi ve 11. Maddesinde ise kaza/olayın meydana gelmesine matuf “acil durum planlarını, yangınla mücadele ve ilk yardım”  konularında düzenleme  olarak belirlenmiştir. Bu düzenleme ve faaliyetlerinin kayıt altına alınması,  periyodik  icrası yasal zorunluluktur. Çalışanın hakkının da burada altını çizelim: Bahse konu kanunun 13. Maddesinde “Çalışmaktan kaçınma hakkı” başlığıyla düzenlenmiş , “Çalışanlar ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda … işyerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek belirlenen güvenli yere gider. Çalışanların bu hareketlerinden dolayı hakları kısıtlanamaz.” Hükmü gereğince edilgen durumdan çıkarılarak etken hale getirilmiştir. Hak, ancak sorumluluk- görev- haklarını bilen çalışanlar tarafından kullanılabilir.   Bazen kültürümüzde bulunan teslimiyet alışkanlığımızın, burada yerindelik bakımından uygun olmadığını değerlendirmekteyim. 
Belki, normal zamanlarda tüm bu ifade edilen görevlerin yapılmaması, yada kısmen eksikliği ortaya çıkmayabilir ve işveren kendini rahat  ve hatta kârda hissedebilir. Ancak,  maazallah iş kazası durumunda, tüm yükümlülüklerin önüne geleceğini ve kolay kolay üstesinden gelinemeyecek zor durumlarla karşılaşılacağını, ağır bedeller ödeneceğini,  göz önüne alarak davranmalı ve gerekli hazırlıkları yapmalıdır. Bir iş kazası ile işyerini kaybeden, hapse düşen ve neredeyse hayatı alt üst olan insan öyküleri çokça işitilmektedir. Her zaman üzerinde önemle vurguladığımız gibi marifet :dışarıdan gelecek etkilerle gerekli olanları yapmak değil, basiretle önlemleri almaktır. Bu anlayış, işletmenin sürdürülebilirliğinin esasıdır. 
Aksi halde, işi şansa bırakır ve “nerde tırak orda bırak” gibi ilkel düşünceyle üzerimize düşeni yapmadan belirsiz, temelsiz,  ihmalkar, günübirlik politikalarla savrulup gideriz.