Rektörlük Seçimleri

Abone Ol

Önümüzdeki günlerde pek çok üniversitede rektörlük seçimleri yapılacak. Adaylar çalışmaya, seçmenler ise havayı koklamaya çoktan başladı.

Adına her ne kadar “seçim” dense de aslına bakarsanız ortada seçim falan yok. 

Öğretim üyeleri sandık başına gidiyor. En çok oyu alan altı adayın ismi YÖK'e gönderiliyor. YÖK kendi içinde güya yeni bir seçim yapıyor ve en çok oyu alan üç adayı Cumhurbaşkanına gönderiyor. Cumhurbaşkanı da bunlardan birini atıyor.

Bu zamana kadarki uygulamalara baktığımızda, çok az oyla YÖK'e gönderilen ve birinci ile arasında büyük oy farkı olan bir adayın Cumhurbaşkanlığı makamına birinci sırada gönderilebildiğini ve böyle bir adayın atanabildiğini pek çok defalar müşahede ettik.

Cumhurbaşkanları bazen de ilk üç sırada kendilerine gönderilen adayları beğenmeyerek listeyi YÖK'e geri gönderdiler. YÖK, önceden listeye koymadığı adayı makamın arzusuna uygun olarak listeye alıp tekrar Cumhurbaşkanlığı makamına gönderdi ve bu aday atandı.

Demokratlık iddiasını dilinden düşürmeyen Sayın Ahmet Nejdet Sezer'in çok az oy alan adayları rektör olarak atadığını çok gördük.

Sayın Sezer'in bu uygulamalarını sert bir dille eleştiren AKP, kendi içinden cumhurbaşkanı çıkarmaya başladı. Ama uygulama değişmedi. Sayın Gül de Sayın Erdoğan da birinci sıradaki aday yerine, ikinci, üçüncü hatta beşinci adayı atamakta tereddüt etmediler.

Sonuçta seçim seçim olmaktan tamamen çıktı. 

Gelinen noktada rektörlük seçimlerinde kimsenin öğretim üyelerinin iradesini dikkate aldığı yok. Yukarıdan işaret edilen adayın ilk altıya girememesi, dolayısıyla atanamaması neredeyse imkânsız. Bir oy alan bile atanabiliyor.

Hal böyle olunca, hemen her üniversitede bazı adaylar seçim öncesinde, “benim atanmam garanti” “YÖK ile şöyle, Cumhurbaşkanı ile böyle ilişkilerim” var tarzı söylemlerle dolaşmaya başlıyorlar. Bazıları da sırtını Başbakan'a dayıyor.

İşi daha da ileri götürüp, “ben zaten atandım, seçim bir formalite” diyenleri bile oluyor. Yukarının emri ile aday olduğunu söyleyenlerin sayısı hiç de az değil.

Peki bu tavır, kendilerinden oy istenen öğretim üyelerinin, bilim adamlarının iradesini hiçe saymak, onları umursamamak değil midir?

Umursamamanın da ötesinde, bir adayın “ben zaten atanacağım” diyerek öğretim üyelerinden oy istemesi öğretim üyelerine saygısızlık hatta hakaret değil midir?

“Aslında ben kendim aday olmadım, yukarının emri ile adayım” diye ortalıkta dolaşan bir öğretim üyesinin kendisine saygısı var mıdır?

Hayır! Kendisine veya öğretim üyelerine saygısı olan bir akademisyen bunu yapamaz.

Çünkü bu, “benim iradem yok, ben başkalarının iradesine tabiyim. Gelin siz de aynı iradeye tabi olun.” demekten başka bir şey değildir.

İyi ama bugün başkalarının iradesi ile aday olan ve atanan rektör, yarın o iradenin oyuncağı, emir kulu olmaktan kendini kurtarabilir mi?

Atanmasına yardımcı olanlara diyet borcu olmaz mı?

İl başkanlarının önünde ceketini iliklemez mi?

Seçmen cephesinden baktığımız zaman durum daha da vahim!

Bir bilim adamının, adaylar arsından rektörlüğe en çok layık olana oy vermek yerine havayı koklayarak atanması en güçlü adaya oy vermesi bilim adamlığına yakışır mı?

Böyle bir bilim adamı(!) saygıyı hak ediyor mu?

Kim üniversiteye en iyi hizmeti eder yerine kim rektör olursa beni bir makama getirir sorusunun cevabına göre oyunu kullanan bir öğretim üyesine bilim adamı demek şöyle dursun akademisyen denilebilir mi?

Tek derdi kazanan ata oynamak, sonra da bir idari görev kapmak olan öğretim üyelerinin bu ülkeye verebileceği bir şey oyabilir mi?

Böyle öğretim üyelerinin çoğunlukta olduğu, bunların seçtikleri(!) kişinin rektör olduğu bir üniversiteden hayır gelir mi?