Ramazan'da ki Bir Günün Nostaljisi
Mübarek Ramazanımızın yedinci gününe geliverdik!
Ne de çabuk geçiyor zaman mefhumu. Kimileri için geçmek bilmese de(!).
Acaba bizler onun ulviliğinden istifade için bir şeyler yapabiliyor muyuz?
Yoksa yaptık yapacağız derken kaçırıvereceğiz mi?
İnancı olanlar şevkle, sevinçle. İnanamayan, hatta inanmak istemeyenler belki boş işlemler! (!) deyip dudak bükerek günlerini geçirecekler?
Dünyada ki bütün Müslüman kardeşlerime esenlik vermesine dua ederken, Mübarek Ramazanlarını tekraren tebrik eder, hayırlara vesile olmasını ve yaşamlarının stres olmadan dertsiz, üzüntüsüz, acısız olarak sağlıklı mutluluk içinde geçmesini Yüce Yaradan'dan içtenlikle dilerim.
***
Bu günlerde ki Ramazan günleri ve oluşumlarda ki yaşamları hepimiz biliyor, görüyor ve görmekteyiz. Bunları tekrarlamaya gerek kalmaz sanırım.
Her Ramazan günlerinde, gençlerden soranlar olur. Amca, sizin çocukluk veya gençliğinizde de yaklaşık aynı yaşam içinde mi? Yoksa dikkate değer hususlar var mı idi. Siz bu günü mü, o günler mi daha mutluluk içinde görmektesiniz? diye
***
Yaşamımız da haylice değişiklikler olması neticesi, bu günlerin yaşamını sürenlere ve daima değişim gelişim isteyenlere de anlatırken algılayabilmeleri zor olsa da, dilimin döndüğü, belleğimin aldığı kadarını sunmaya çalışırım!
Gençlere anlattıklarımdan esinlenerek, bu gün sizlere de otuzlu ellili yıllara kadar ki Ramazan günlerinin nostalji olan bizzat yaşadığım günlerden bir demet sunmak isterim.
İsteyen istediği şekilde okur veya okumayıp Onlar eski gündü. Şimdi Medeniyet -M. Akif'in dediği tek dişli canavar- ilerledi(!)deyip geçebilir.
***
Bu gün çoğu yerde yerinde yeller esen, Camilerimize ilaveten her mahallelinin katkısı veya bedelsiz olarak kişilerin imamlık yaptığı mescitlerimiz vardı.
Bunlar, Öğle ve İkindi vakitleri kapalı Akşam, yatsı ve sabah namazları açılırdı.
Camiye uzak olanlar, Akşam, Yatsı ve Sabah namazlarını burada cemaatle kılardı.
Bu mescitler de camiler gibi, bilhassa Teravi namazında dolup taşardı.
Hele çocukların, Nalın (Nâlin-Takunya) larını takırdatarak gülüşüm ve neşe içinde gelişlerini seyretmeye doyum olmazdı.
***
Sahur yemeği sonu kimi kestirerek kimi ibadet ederek ulaştığı Sabah namazı ezanları ile cami veya mescidine giden bey efendilerden bazıları!
Upuzun yolu göze alıp Konya'nın bir ucundan ki Araplar, Sedirler, Uluırmak vb. kenar semtlerden dahi yaya olarak Kapı, Selimiye, Aziziye ve Şerafettin camilerine gelip namazını eda eder iş yerini açmaya giderdi. Alâeddin ve İplikçi o zamanlar kapalı idi.
Büyük camilerde kılmaya giden esnafın hanımefendileri, beyinin eline kamış sepeti, zembil vb.yi tutuşturup ihtiyaçları sıralarken, fakir komşular içinde alınacakları belirtmeyi unutmazlardı.
Beyler dükkânını açarken ilk gün ise diğer komşu esnafın Ramazan'ını orada. Uzakta olanları da iş yerini açtıktan sonra birbirlerinin dükkânına giderek Ramazanınız mübarek olsun. İşlerinize bereket getirsin, müşterilerinizi bol etsin! diyerek işlerinin başına dönerlerdi.
Resmi dairelerde vazifeli olanların bile çoğunluğu bu şekilde hareket ederken iş yeri saat dokuzda açılacağı için, kadınlar pazarına veya satış yerlerine giderek ev ihtiyacını alır evine yaya olarak götürür ve iş saatinde dairesine gelirdi.
***
Bendeniz in çoğunlukla bulunduğu bedesten caddesi ve diğer caddeler de sessizlik içinde olup sokak ve caddelerde bağırış çağırış ve münakaşalar görülmezdi. Daha başlamadan Oruçluyuz ayıptır denilerek susturulur, sulh ile halledilirdi.
Hiç unutmam daima Ramazan günleri gözümün önüne gelen olayı.
Yetmiş yıl önce. Bedesten deki kaldırımda iki kişi konuşurken alevlendiler. Biri elini kaldırıp karşısındakine vurmak isterken, diğeri hemen Ben oruçluyum sen değil misin? deyiverince!
Elini kaldıran özür beyanla karşısındakini birden kucaklayıp yanaklarından öpmüştü.
İşte maneviyat duygusu ve Ramazan'ın ulviyeti bu idi sadece aç-susuz kalmak değil. Şimdileri gibi bıçak tabanca saldırısı görülmüyordu.
Öğle ve İkindi ezanı okununca tüm esnaf çıraklarına varıncaya kadar camiye gider dükkânının kapısını ve önündeki eşyayı bilhassa açık çuvalları dışarıda olan iktisap pazarında kiler şöyle bir örterdi!
Mahalle sokakları da bir sessizlik içinde idi. Çocukların neşeli oyun seslerinden başka olumsuz bir ses ve hareket görülmezdi.
***
Bu günlerin bol ulaşım vasıtaları, özel otolar taksiler hatta otuzlu yıllarda bisiklet bile yoktu.
Bu günkülerin iftar saatine on kala otosuna binip trafik tıkanınca eve zamanında yetişememe olayı da olmazdı.
Onların, yayası da arabalısı da iftara bir veya yarım saat kala iş yerini kapatıp uzakta olan evinin yoluna düşerdi.
***
Bütçesi el verenler Payton(Fayton-Körüklü) ile giderdi.
Giderken, bazıları bu günkü gibi her mahalde bulunmayan sadece çarşı içinde olan pidecilerden, bu günün üstü yumurtalı diye sıvazlayıp tahin de konan çeşit içindeki pideleri mafiş olduğundan, uzun sündürülmüş pide alıp sepetine kordu.
Siparişler evvelce alınmış sepet, zembil veya omuz heybelerine yerleştirilmişti. Yolu üstündeki şekerciden ev ve mahalledeki çocukları sevindirmek için ufak şekerler alır, mahallenin sokağında gördüğü çocuklara verip sevindirirlerdi.
***
Ezana vakit varsa eve uğrayıp hazırlanmış peynir maydanoz içli şepit(yufkanın pişmişi) dürümden birkaç tane alır cami veya mescide yollanırlardı.
Evine gidemeyip dürümü olmayanlar, Türbeden Fişek, Alâeddin'den Top atılıp ezan okununca komşu cemaatten verenlerin dürümleri ile (o zamanlar Hurma bulunmazdı) iftar açar namazını eda eder, evinin yolunu tutardı.
***
Cami de bir yabancı görmüşlerse sorar, bir yerin misafiri değil iseler onları iftara davet edip evlerine götürür, böylece Ramazanın ulviyeti içinde insanlık ve sosyal hizmet yaparlardı.
***
Evde her günkünden daha düzen ve çeşit içinde kurulmuş olan ilerde anlatacağım sofradaki Ramazaniyeliklerin yenmesinden sonra yemeklere geçilirdi.
Gelecek yazılarımda diğer oluşumları anlatmaya çalışırız inşallah!
***
Hoşça kalınız