Bir çoban kızı, bir ırgat ana kuzusu… Köy okulunda okumayı bellediği günden beri elinde kalemiyle etrafındakileri şaşırtan şiirler, hikâyeler yazmış. Hatta kimileri “Kız çocuğunun yazacağı şey mi bunlar?” diye burun da kıvırmış. İlkokul çağındayken Beyşehir köyleri arasında yapılan şiir yarışmasını kazanan ve babasının “Benim Zöhre yıldızım” diye gururlandığı, Konya’nın hanım ozanı Saliha Değirmenci Yavaş birbirinden ilginç kitapları edebiyat dünyamıza kazandırdı. Sadece kitapları değil, çok da enteresan hayat hikayesi var.

Ne zaman ve nerde dünyaya geldiniz?

Bir yılbaşı gecesinde, 01.01.1980 tarihinde Konya’nın Beyşehir ilçesine bağlı Yenidoğan köyünde dünyaya geldim.

Çocukluğunuz hangi şartlarda geçti?

Biz altı kardeşiz. Babam elinde çoban değneğiyle, annem elinde ırgat çapasıyla bizi zor şartlar altında büyüttü. Ben de küçük yaşlarda ırgat gitmeye başladım. Buna rağmen yoksulduk diyemem. Tamam, paramız olmazdı bizim. Ama annemin çabası, bizim desteğimizle çuvallarla nohut, fasulye, un, bulgur, patates, soğan; çömleklerle tereyağı, peynir vs. aklınıza ne gelirse gani gani olurdu. Biz gizli zengin idik. Bizim gönlümüz zengindi. Abimin birisi polis diğeri tarih öğretmeni oldu. Şimdi Konya Karatay'da bir lisede Müdür. Babam çobandı ama abilerim ile tarih, kimya, matematik tartışırdı. Çok kültürlü bir insandı. Sürünün peşinde şiirler yazar türküler söylerdi. Kışın hep evde vakit geçirirdi. Benim yaz aylarım tarlada çalışarak kış aylarım ise babamın anlattığı halk hikâyelerini, kendi anılarını, masallarını dinleyerek geçti.

Hangi okullarda tahsil gördünüz?

İlkokulu Yenidoğan'da bitirdim. Sonra iki sene Kur’an-ı Kerim ve Arapça eğitimi aldım. O yıllarda kız çocuklarının ortaokula gitmesi hoş görülmezdi. Babam her fırsatta “Kızım, kim ne derse desin, seni okutabildiğim kadar okutmak isterim. Lâkin durumumuzu biliyorsun” diyerek üzüldüğünü belirtirdi. Demem o ki; okuma hayalimi 2005'e kadar yaşadığım zorluklar karşısında içimde sakladım. Bir zaman sonra ortaokul ve liseyi açık öğretimle tamamladım. Fakat bitmedi; şimdi üniversite sınavlarına kayıt oldum, inşallah sınava hazırlanıyorum.

Ne zaman evlendiniz?

1997 yılında evlendim.

Çalışma hayatına nasıl başladınız, ne tür işlerle meşgul oldunuz?

Biraz önce de ifade ettiğim gibi küçük yaşta çok ırgat gittim. Evlendikten sonra Afyon'a taşındık. O köyden çıktığım günü iki büklüm nine olsam da unutamam. Benim için yurt dışına çıkar gibiydi. Dört sene Afyon’da çalıştık. 2001 yılında olan deprem sonunda göçümüzü toplayıp Konya’ya döndük. Altı sene çok hastalıklar geçirdim. Ameliyatlar falan derken, baktım sene 2010. Sürüne sürüne balkona çıktım. Bahçemizde kayısı ağacı vardı. Ağacın bir dalı kırılmış ama kopmamış. Kırık dalın bir ucu ağaçta asılı, uçları yere serilmiş. Yattığı yerde o kadar güzel çiçekler açmış ki o kırık daldan çok etkilendim. Hatta romanımın birisinin adı Kırık Dallar Çiçekte’dir. İşte o zaman bana kuvvet geldi. Şimdiki çalıştığım Muhasebe bürosunda işe başladım. On yıldır da çalışıyorum.

Tesirinde kaldığınız yazarlar var mıydı?

Evlenmeden önce, yani on yedi yaşıma kadar çok kitap okurdum. Evlendikten sonra gözlerimden ameliyat olunca, bir de evin yükü, hastalık, iş hayatı derken kitap okumam neredeyse sıfırlandı. Ahmet Günbay Yıldız, Yaşar Kemal, Maksim Gorki, Cemal Süreyya, Sezai Karakoç, Abdurrahim Karakoç gibi yazaralar okuduğum ve çok beğendiğim, ilk aklıma gelenler diyebilirim.

İlk şiiri ne zaman yazdınız?

İlk şiiri ne zaman yazdığımı hatırlamıyorum. Okuma yazma öğrendiğimden beri şiir ve hikâye yazıyorum. Hatta İlkokula giderken Beyşehir köyleri arasında hikâye yarışması yapılmıştı da ben üçüncü olmuştum. Rüyamda bile görmediğim kadar pastel boyalar sulu boyalar kalem silgi ve spor ayakkabısı hediye etmişlerdi. Ayakkabım beyaz, etrafında eflatun kuşakları vardı. Lastik ayakkabı haricinde ayakkabı görmeyen bir çocuk için bu hediye servetti. Uzun süre o ayakkabılarımı hiç giymemiştim. Neden mi? Çünkü giyersem kirlenirdi ve ben yatarken kucağıma alıp onlarla uyuyamazdım. Onun için mi bilmiyorum ama beyazı ve eflatunu çok severim. Ama ilk antoloji de yayınlanan Çobandan Öğretmene Mektup isimli şiirim ve ayın şiiri de seçilmişti. İyi hatırlıyorum; bu şiiri de ilkokula giderken yazmıştım. Babamın, abimin hocasına yazdığı mektup beni etkilemişti. Ben de ondan esinlenerek yazmıştım.

Yazarlık gelişiminizi nasıl sağladınız?

Yazarlık gelişimimi nice engelleri aşarak sağladım. İlk zamanlarda çevrem tarafından öteleniyordum. Benim boş işlerle uğraştığımı söyleyenler vardı. Hatta çevremdeki insanlara göre bir kadının yazdığı şiirlerin sosyal medyada paylaşılması korkunç bir şeydi. Özellikle eşimin rızasını almadan eserlerimi antolojilere, gazetelere, sosyal medyaya veremezdim. Eşimin rızasını almak beş senemi aldı. Nasıl ki çağlayan sel önüne toprak atmakla durdurulamaz; yazarlık da ona yakın bir şeydir. Çocukluğumdan beri sürekli kalemim ötelendi, dışlandı, taşlandı. Baktılar ki ben kalemimi bırakmıyorum, artık yol verdiler. Şimdi eşimin ve çocuklarımın bana çok desteği oluyor. Hepsine minnettarım.

Neler yazdınız, kitaplarınızı anlatır mısınız?

Öncelerde birçok antoloji de, şiir kitaplarında, gazetelerde ve dergilerde eserlerim yayınlandı. İsmimin bir kitap kapağında olması ilk defa Üç Kalem Bir Roman isimli, üç arkadaş ile birlikte yazdığımız, tamamı hece şiir teknikleriyle yazdığımız bir roman. Bu romanda gelin kaynana kavgaları, kavgaların saygıyla tatlıya bağlanması ve tertemiz bir sevdayı işledik. İkincisi Zühre’m Savrulan Gazel isimli şiir kitabımdır. Bu kitabımda genellikle pastoral şiirlere yer verdim. Üçüncü kitabım Kırık dallar Çiçekte isimli romanımda bir kadının iki çocuğuyla edepli bir şekilde hayat mücadelesini anlatmaya çalıştım. Dördüncü olarak yine şiir kitabı yayınlamak nasip oldu. Kervankıran isimli şiir kitabımı epik, pastoral, lirik, satirik, gazel, divan, musammat gibi şiir teknikleriyle yazdım. Amacım hem şiir yazmak isteyen kardeşlerime şiir örnekleri sunmak hem de okuyucularıma faydalı mesajlar vermekti. Gençlerimiz için yazdığım altı dörtlükten oluşan bir eserimin ilk dörtlüğünü paylaşmak isterim:

Her şeyden evvela karakter gelir

Ömür denen ne ki yel olur kuzum

Büyüklenme insan fanidir ölür

Karıncanın yemi fil olur kuzum

Yetişkin kardeşlerimize de şöyle mesaj veriyorum:

Menzile varılmaz seğirtmeyince

Evlatta hayr olmaz eğitmeyince

Zühre'm yavan ekmek emeksiz olmaz

Buğdaylar un olmaz öğütmeyince

Beşinci kitabım, kitaplarım arasında en çok emek verdiğim, ince ince araştırarak kaleme aldığım Konya'mızın folkloru, Türk dünyasında nam salmış ve türbesi Konya'mızda olan Tahir ile Zühre Varyantı’dır. Edebiyatımıza böyle bir kitap kazandırmış olmaktan mutluyum.

Üç Kalem Bir Roman sanıyorum edebiyatımızda yeni bir tür oluşmasına da vesiledir. Bu çalışmayı kitabın diğer yazarı paydaşlarınızla fiziki buluşma sağlamadan nasıl tamamladınız?

Üç Kalem Bir Roman isimli kitabımızı Fatma Kalkan, Emine Yılmaz Dereci ve ben birlikte yazdık. Bu arkadaşlarımla Antoloji sitesinde tanıştık ve aramızda kardeşane bir bağ oluştu. Dostluğumuz ilerledikçe farklı bir eser yazmak için fikir birliği yaptık ve fiziki olarak hiç buluşmadan kitabı yazıp bitirdik. Kitap basım aşamasında iken ben Konya'dan İstanbul'da ikamet eden Emine Yılmaz Dereci arkadaşımın evine gittim. Aynı gün Ankara'da ikamet eden Fatma Kalkan’da İstanbul'a geldi. İlk defa üç kalem orada fiziki buluşma gerçekleştirdik.

Edebiyat çevreleri Üç Kalem Bir Roman için ne tür yorumlarda bulundu?

Edebiyatçı büyüklerimiz Üç Kalem Bir Roman kitabımızı hayretle ve takdirle karşıladı. Daha önce böyle bir çalışma ile hiç karşılaşmadıklarını, kitabın sıradışı ve mükemmel bir eser olduğunu söylediler.

Siz aynı zamanda Zühre’m mahlasıyla halk ozanı olarak da biliniyorsunuz. Ozanlıkta gelişimi nasıl sağladınız?

Mahlasımın Zühre'm olması; babamın çoban olması ve ben şiirler yazdıkça bana “Sen benim yıldızımsın, çoban yıldızı zühre’msin” demesinden ileri geldi. Ozanlıkta her konuya değinerek, halktan aldığımı şiirsel olarak halka takdim ederek sağladım. Her yerde söylediğim gibi size de şu dörtlüğümü söylemek istiyorum:

Bülbülün kurumuş gülü bağı da

Teselliye gittim zair dediler

Dertlerimi bir bir döktüm kâğıda

Okuyanlar bana şair dediler

Yazar için yayınevi ve matbaa en önemli iki unsurdur. Sizin bu ihtiyaçlar hususunda yorumunuz nedir?

Bu zamana kadar sağ olsun yayın evlerim beni matbaayla hiç yüz yüze getirmediler. Özellikle Tahir ile Zühre eserimin mizanpajını, kapak tasarımını ve diğer hazırlıklarını yayın evim itina ile yaptı. Ben bu hususta Ahmet Aka hocamıza minnetle teşekkür ediyorum. İşim yayınevi boyutunda tamamlandığı için matbaaya dair yorum yapamam.

Şehrin kültürel ve sanatsal faaliyetlerini kâfi buluyor musunuz?

Şehrimizin kültürel faaliyetlerini bundan üç dört sene evvel sormuş olsaydınız üzülerek cevap verirdim ama şimdi pandemi kısıtlamalarına rağmen maşallah Konya’mız çok aktif. Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi, Selçukya, diğer derneklerimiz, Belediyelerimiz ve bazı okullarımız kültürümüze çok büyük hizmetler veriyor. Ama daha da zenginleştirilebiliir. Mesela benim bildiğim, Konya'mızın yirmiye yakın yâd edilmesi gereken ozanı var. Her biri için ayda bir program veya âşıklar programlarında anma etkinliği yapılabilir. Özellikle senede bir defa Tahir ile Zühre anma programı yapılmalı diye düşünüyorum. Çünkü bu bizim folklorumuzun önemli bir unsurudur. Geçmişte yaşamış âşıklarımızı konu alan programlar geleceğe ışık tutacaktır. Ozanlarımızı anma programları geçmişten geleceğe kültür aktarımı olur.

Okuyucuya ulaşmakta zorluklar yaşıyor musunuz?

Ev, iş derken kitaplarıma zaman ayıramıyorum. Fakat okuyucularım bana ulaşmak istiyor. Kitap talebinde bulunan okuyucularıma çok zor şartlar altında kitap göndermeye çalışıyorum. Kitap göndermesi hem maddi hem manevi çok zor oluyor.

Yazarlığı meslek olarak görmek mümkün mü? Bir diğer ifadeyle yazarlık karın doyurur mu?

Yazarlık karın doyurmaz ama gönül doyurur. Yazarlığı meslek olarak görmek bence mümkün değildir. Bu gönül işidir. Bu zamana kadar yazarlıktan para kazanayım diye bir cümle bile kurmadım. Zaten kitabı satın alıp okuyan da çok nadir. Şunu hassasiyetle arz edeyim, yazarlık para için yapılacak bir iş değil, yürek işidir. Okuyucu bir şiiri sadece okur ve değerlendirir. Bu şiir hangi zorluklarla, hangi duyguyla yazıldı bilemez. Bu noktada müsaadenizle yine bir dörtlük takdim edeyim:

Rabbim şurayı Kur’an’da sundu,

Asırlardır şiir sürüp geliyor.

Millet şairliği kolay mı sandı?

Şiir şu bağrımı yarıp geliyor.

Sohbetin finalini çok güzel yaptık, teşekkür ediyorum.

MUSTAFA GÜDEN

Editör: TE Bilişim