Sami Güçlü, 1950 Yılında (Konya'nın Sarayönü İlçesi) Kuyulusebil Köyünde doğdu. İlkokula köyünde başladı, son sınıfı Konya’da okudu. Orta ve liseyi bu şehirde tamamladı. 1968 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine kaydoldu, 1973 yılında mezun oldu. 1973-74 Yıllarında Fatih Gençlik Vakfı matbaasında yöneticilik yaptı. 1975-76 yıllarında TZDK Teftiş Heyetinde görev aldı. 1976 yılında Sakarya DMM Akademisine asistan olarak girdi. 1980 yılında doktorasını tamamladı, 1989'da doçent, 1995'de profesör unvanını aldı.1996-97'de Devlet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Türk ve Akraba topluluklarının eğitim kültür birimde Başbakanlık Baş müşaviri olarak çalıştı. 2002-2011 yıllarında 22 ve 23. Dönem Konya Milletvekili seçildi. 58 ve 59. Hükümetlerde Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı görevinde bulundu. 2012 yılında Sakarya Üniversitesi öğretim üyeliği görevine döndü. Aynı yıl Sakarya, Kocaeli ve Bolu'da başlattığı Yazar Okumaları programı 2016 yılında 18 ile yayıldı. Okuma Programı Anadolu Mektebi adını aldı. Anadolu Mektebi halen 40'ın üzerinde ilde; ortaokul, lise ve üniversite seviyesindeki çok sayıda öğrencinin katılımı ile devam etmektedir.

Türkiye’de güzel şeyler de oluyor. Sürekli olumsuzluklardan konuşmak hem moralimizi bozuyor hem de umudumuzu azaltıyor. Oysa ki yarınlara güvenle bakacak, memlekete hizmet etme azmimizi diri tutacak çalışmalar da oluyor. Ne olacak bu gençlerin hali diyerek kuru kuruya dövünme yerine herkes gençlerin elinden tutacak bir uğraşın içine girse her şey daha bambaşka olur. Geleceğin hikâyesini yazacak olanlar bugün gençlik için ter döken, onlara karşılıksız emek verenlerdir. Bu emeğe, bu gayrete en büyük örnek Prof. Dr. Sami Güçlü Hocamızdır. Gençlerin kitapla kültürle medeniyet bilinciyle donanması için yollara düşen bu uğurda gece gündüz demeden fedakârlıkla Anadolu’yu dolaşan Tarım ve Köyişleri eski Bakanı Sami Güçlü Hocamız; Ortaokul, lise ve üniversite öğrencileri ile yaptığı okuma programları ile gençlere yön veriyor, onların milli kültür ile yetişmelerine öncülük ediyor, onlara rehberlik etmeye çalışıyor ve onların dünyasını güzelleştirmeyi hedefliyor. Sami Güçlü Hocamız Anadolu Mektebi projesiyle medeniyet sevdalısı usta yazarların bütün eserlerini proje kapsamında gönüllü gençlere okutuyor, bilgisini ve birikimini milletin evlatlarına sunarak örnek ve öncü olmayı sürdürüyor. Anadolu Mektebi çalışmaları ile eğitim ve kültür konuları ile ilgili olarak Sami Güçlü Hocamızla yapılan bir röportajı faydalı olacağına inanarak sayfamıza alıyoruz.

Anadolu Mektebi’nin hikâyesiyle başlayalım. Yola nasıl çıktınız?

Bu programın hikâyesi uzun, mümkün olduğu kadar özetle anlatmaya çalışayım. Ben üniversiteye başlayıncaya kadar gerçek rehberine rastlayamamış birisiydim. Dolayısıyla üniversite hayatına, mesleki eğitime hazırlıksız bir şekilde başladım. Bu dönemde eksikliğimi çok bariz bir şekilde fark ettim. Ve bunun bende olumsuz yansımaları oldu. Bununla birlikte kısa sürede, benim uzun süre mahrum kaldığım rehberlere kavuşma imkânı doğdu. Üniversite birinci sınıfta sahaflar çarşısından aldığım ilk kitap Necip Fazıl’ın bir kitabıydı. Daha sonra Necip Fazıl’ın kendisiyle, Sezai Karakoç’la ve Nurettin Topçu’yla tanıştım. 1968 yılında Sezai Karakoç’un bir köşe yazısını kalacağım yurdun içerisinde bir dolabın üzerinde gördüm. Daha önceden üniversiteye başlamış bir arkadaşım beni bir cumartesi günü Nurettin Topçu’nun seminerine götürdü. Cağaloğlu yokuşunda Hürriyet Gazetesinin eski yerinin hemen karşısındaki küçücük bir handa, yarım metre eninde bir masada oturan on kadar öğrenciye hitap eden Nurettin Topçu ile böyle tanıştım. Daha sonra Sezai Karakoç’u tanıdım ve Diriliş dergisine abone oldum. Yani ben aynı zamanda üç büyük yazar tanıdım, kitaplarını okumaya başladım ve onların dergilerine abone oldum. Dördüncü sınıfa geldiğimde yeni gelen bir öğrenci grubuna okuma programları yapmaya başladım. Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve başka yazarların eserlerini okuyorduk ve bu vesileyle ben de bu yazarlarla bağımı sürdürüyordum. Dolayısıyla bu faaliyet arkadaş çevremde de etkisini gösterdi. Hem ben kendimi muhafaza ettim hem bir çizgiye doğru evrildim ve daha sonra bu yönde faaliyet gösterdim. Akademik hayat içerisinde hocalık dönemimde de öğrencilerle ilgilenmeye ve okumaya devam ettim. Kısaca ifade etmek gerekirse, ben bu işle hep uğraştım.

Yeni neslin kendi kültüründen kopuk olarak yetişmesini neye bağlıyorsunuz?

Bir çocuğun veya bir neslin yetişmesinde etkili olan faktörler; aile, okul ve cemiyet olarak ifade edilebilir. Ülkemizde aileler çocukları için çok büyük fedakârlıklar yapıyorlar, ama çocukların kültürel olarak yetişmesi konusunda sınırlı sayıda ailenin etkili ve verimli olabileceğini düşünüyorum. Mevcut eğitim sistemimiz çok büyük kapasiteye sahip ve önemlidir. Dünyada gelişmiş az sayıdaki ülke dışında, kendi diliyle, temel ve mesleki eğitimi verebilen sınırlı sayıda ülkelerin başında gelmektedir. Bu büyük imkana rağmen, uzun bir dönem boyunca, mevcut eğitim sistemimiz, bu ülkenin geleceği olan çocuklarımızı; mensup olduğumuz medeniyetin kotlarını, milli ve manevi değerlerimizi, kültürümüzü, dilimizi, sanatımızı, edebiyatımızı, musikimizi öğretmede yeterli olamamıştır. Bu konuda çok gayret gösterilmesine ve arayışların sürmesine rağmen, sorun giderilememiştir. Bir ülke kendi çocuklarını bu kadar ihmal edemez. Akademik olarak başarı sağlansa bile sonunda ülkenin geleceğini inşa edecek çocuklar, sadece bilgiyle, bu amaca ulaşamaz. Bilgiyle birlikte hangi medeniyetin mensubu, hangi kültürün çocuğu, dil ve tarih bilinci, değerleri ve inancını bilmesi önem arzeder.

Geleceğimiz olan çocukların kendi toplumunu, tarihini, sanatını bilmesi ve sevmesi ve bunun karşılığı olarak bir fedakârlık yapması gerektiği duygusuna ulaşması ve bir mesuliyet duygusuna sahip olması gerekir. Bu olmayınca gençlerimiz çok arzu ettikleri sayısal bölümlerde okumuş, yeterli mesleki eğitim almış olsa bile milli ve manevi değerler yönünden eksik kalmaktadır. Türk Milli Eğitim sisteminin temel amacında, sistem içindeki çoçuklarımızın ülkesini, vatanını sevmek, kaynaklarını iyi kullanmak, kendi toplumunun değerlerine sahip çıkmak, Türk diline sanatına, edebiyatına vâkıf olmak gibi amaçlar yer almasına rağmen, uygulamada okullarımız başarıyı bir kritere indirmiş denilebilir: Bu amaç, mevcut eğitim programdan sonra gelecek bir üst programda öncelikli okulların sınavını kazanmaktır. Dolayısıyla eksikliğini ifade ettiğimiz amaç, ailenin veya öğrencinin kendi gayretine kalmıştır. Bu konu mevcut Milli Eğitim sisteminin birinci önceliği olmalıdır.

Türk toplumunda okuma alışkanlığı neden kazandırılamıyor?

Okuma alışkanlığının kazanılması erken yaşlarda ailede başlar. Nüfusumuzun büyük oranı şehirlerde yaşamasına rağmen bu konuda istenen seviyede değiliz. Eğitim kurumları da okumalara kültürel gerekli bir ihtiyaç olarak değil, akademik başarıyı etkileyecek bir faktör olarak bakmakta, bu konuda okullar da çok verimli olmamaktadır. Geriye öğrencinin bunu erken yaşta fark etmesini sağlayacak rehberlere sahip olması kalmakta. Bu da herkesin kolayca elde edebileceği bir şans değildir. Türkiye’de öğrencilerin okuma konusunda direnç gösterdikleri söylenemez. Bu konuda kendilerini teşvik edecek, cesaretlendirecek ve ikna edecek gayretlerin eksik olduğunu düşünüyorum. Yoksa Anadolu Mektebi’nin bugün bu kadar çok ilde yayılmasının sebebini izah edemeyiz.  Biz öğrencilerimizi okuma programına katılmaları konusunda bir vaatte bulunmuyoruz, onlara bir program öneriyoruz; yoğun bir okuma, yazma, bir konu seçme, bir metin hazırlama, konuşma ve yayımlama safhası kapsıyor. Bu zahmetli faaliyeti kitlesel olarak yapmak mümkün değil. Kırk ilde ortalama her ilde yüz öğrencimizle yürütüyoruz. Bu yöntemin kendilerinde bir büyük değişim meydana getirdiğini farkeden öğrencilerimiz, programın zahmetine katlanıyor, üniversite döneminde de okumalarına devam ediyorlar. Bu program gönüllü bir programdır. Öğrencimiz istediği zaman ayrılabilmektedir. Bununla birlikte Anadolu Mektebi mezun vermeyen bir mekteptir.

Anadolu Mektebi vesilesiyle yaşadığınız pek çok hâtıra vardır eminim. Bazılarını bizimle paylaşır mısınız?

Bundan yedi sene evvel Nurettin Topçu’nun vefat yıl dönümü dolayısıyla Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi tarafından bir toplantı tertip edildi. Biz de o sıra öğrencilerimizle Nurettin Topçu okuyorduk ve öğrencilerimiz orada bir sunum yaptı. O toplantıda Ezel Erverdi ile karşılaştık. Kendisine saygı duyduğum Ezel Hoca, Mektebe yönelik çok iltifat etti. Daha sonra mektup yazdı ve telefonda konuştuk. Bana “Anadolu Mektebi’nin hikâyesini ben yazacağım.” dedi. Ben de efendim, "Mektebin henüz yazılacak bir hikâyesinin oluşmadığını" söyledim. Dedi ki “Ben öyle düşünmüyorum ve bununla bizzat ilgileneceğim.” Daha sonra sağlığının elvermediğini ve bir arkadaş göndereceğini söyledi. Müteakip günlerdeki bir konuşmamızda Ezel Hoca şöyle dedi: “Bu faaliyet çok doğru bir zeminde oluştu ve yürüyor ve bunu önemsiyorum. Onun için böyle söyledim.” Ben de “Efendim bu faaliyet o kadar sade ki, siz bunda bizim göremediğimiz ne görüyorsunuz?” diye sordum. “Evladım biz bunu yapamadık.” dedi. “Biz bu şekilde salt kültürel bir faaliyet yapamadık, takip edemedik, devamını getiremedik". 

Aradan zaman geçti Türk Ocakları’nın onursal başkanı Nuri Gürgür ile konuşurken Anadolu Mektebi ile ilgili "Türk Yurdu" dergisinde yazdığı bir makale için kendisine teşekkür ettim. Makalesinde Mektebi tanıtmış, faaliyetin önemine vurgu yapmıştı. Kendisine sordum: “Efendim bu faaliyette sizi heyecanlandıran nedir?” Nuri hocam, “Biz ilgilendiğimiz gençleri çok erken siyasallaştırdık ve ondan sonra kültürel değerler konusuna önem veremediler. Dolayısıyla bu konular çok yüzeysel kaldı".

Üçüncü hatıram da Haluk Dursun Hoca ilgili olacak. Kültür Bakan Yardımcısıyken Haluk Dursun ile bir sene kadar çalışma imkânı buldum. Kendisine bilgi verdim. Dinledi. “Ben bu faaliyetlere katılacağım.” dedi. Ben de farklı illerde yapılan kültürel faaliyetleri kendisine haber verdim, davet ettim, birçoğuna katıldı. Kendisine teşekkür ettim. Aynı soruyu kendisine sordum, cevabı yaklaşık aynı oldu: “Bu faaliyetin beni ilgilendiren kısmı devamlılığı. Sakın vazgeçmeyin.” dedi.

Hayırseverliğiyle örnek oldu Hayırseverliğiyle örnek oldu

Dolayısıyla bu insanların Anadolu Mektebi’ne yönelik ifade etmiş oldukları düşünceleri ve atfettikleri önem beni etkiledi, daha kararlı bir şekilde yürütmeye çalıştım.

SALİH SEDAT ERSÖZ 

Editör: TE Bilişim