Pandemi döneminde hayatını kaybeden önemli şahsiyetlerden biri de Konya’ya ve özellikle Ereğli’ye uzun yıllar hizmet etmiş, hem bürokraside hem de siyasette örnek gösterilebilecek bir kişiliğe sahip olan Aydın Selay…

Hafızalarda beyefendi, mütevazı, çalışkan ve nâzik kişiliğiyle tebarüz eden merhum Aydın Selay, 1949 yılında Konya’nın Ereğli ilçesinde doğdu. Babası, Ereğli Sümerbank Fabrikasında dokuma ustası, annesi ev hanımıydı. Her ikisi de Selanik’in Kozana nahiyesinde doğmuş ve üç yaşlarında iken aileleriyle birlikte Ereğli’ye göç etmiş Rumeli muhacirleriydiler.

EĞİTİMİ VE GÖREVLERİ

İlkokul, ortaokul ve lise eğitimini Ereğli’de tamamlayan SELAY, yüksek tahsilini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde yaptı. Mezuniyetini müteakip kendi memleketinde öğretmenliğe başladı. Askerliğini, kısa dönem yedek subay olarak Manisa Kırkağaç’ta tamamladıktan sonra Ereğli Lisesi Müdür Yardımcılığına atandı. Akabinde, yeni açılan Ereğli İmam Hatip Lisesinin kurucu müdürlüğüne getirildi. 1980 yılı sonrasında ilçe merkezlerinde yeni ihdas edilen İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne atanarak bu makamda da kurucu müdürlük yaptı. Çeşitli dönemlerde kaymakam vekilliği görevlerinde bulundu. Benim Aydın SELAY ile hayatımın kesişmesi işte bu döneme rastlar.

HİZMET AŞKIYLA DOLUYDU

1984 yılı yazında İlçe Müftüsü olarak atandığım Ereğli’de, 1986 yılı sonuna kadar pek çok etkinliği Selay’la birlikte yapma imkanı buldum. Diyebilirim ki, resmi görev yaptığım yerler içinde en verimli hizmet yaptığım İlçe Ereğli olmuştu. Bunda merhum Aydın Bey’in sıcak ilgi ve katkısını hiç unutamam. Gerek resmi protokol ve toplantılarda gerekse sivil toplum hizmetlerinde birbirimize hep destek oluyorduk. Aynı dönemde Belediye Başkanı olan Ali Talip Özdemir’le birlikte çok iyi bir üçlü olmuştuk. O dönem Ereğli, hizmette altın çağını yaşamıştı desem mübalağa olmaz.

Selay, köylere düzenlediğimiz irşat faaliyetlerinde zaman zaman bize eşlik ederdi. Özellikle Ramazan ayında, milli eğitim kadrosundaki ilahiyat kökenli öğretmenlerin camilerde vaaz etmesi talebimize çok sevinmiş ve personelinin görev almasında büyük teşvik, gayret ve destekleri olmuştu. O, bir hizmet adamıydı. Herkesle barışıktı. Kimseye kin tutmaz, herkese kucak açardı.

BEYEFENDİ, NAZİK VE MÜTEVAZI BÜROKRAT

  • kadar nazik ve mütevazi idi ki, benimle konuşurken “sayın”sız hitap ettiğini hiç hatırlamıyorum, baş başa kaldığımızda bile “Sayın Müftüm” diyecek kadar kibâr bir beyefendiydi. Sadece bana değil herkese karşı öyleydi. 2,5 yıllık beraberlikten sonra 1987 yılı başında o, Ereğli’de kalıcı hizmetler yapmaya devam ederken ben de yurtdışı hizmeti için Avustralya’ya gitmek üzere İlçeden ayrılmıştım. Sonrasında telefonla ve gelen giden dost selamlarıyla irtibatımız devam etti.

BÜROKRASİDEN BELEDİYE BAŞKANLIĞINA

Selay, memuriyetten emekli olduktan sonra 1999 yılında girmiş olduğu aktif siyasette, aynı yıl Ereğli Belediye Başkanı seçilerek bu sefer de farklı bir kulvarda memleket hizmetine devam etti. 18.4.1999’da Kenan Akpınar’dan aldığı Başkanlığı, 28.03.2004’de Ahmet Özdoğan’a devretti. Bu dönemde sayısız hizmete imza attı ve kalıcı bir iz bıraktı.

SİLİNMEZ İZLER BIRAKMIŞTI

Ereğli’de doğup Ereğli’de yetişen ve tüm bürokratik ve siyasi hayatını yine Ereğli’ye hizmet ederek geçiren Selay; Memleketinin tüm köylerini, mahallerini, sokak sokak, ev ev, kişi kişi bilmesi ile tanındı. Mesleki kariyerinin yanında çok çeşitli sivil toplum yapılanmalarında da etkin görevler üstlendi. Memleketinin; sevilen, sayılan, fikir ve düşüncelerine kıymet verilen kanaat önderlerinden biri olmayı başardı.

2020 yılının Ağustos ayında yine Ereğli’de, doğup büyüdüğü Mehmet Akif Mahallesindeki evinde, ardında sayısız hizmet ve müteşekkir yürek bırakarak Hakk’a yürüdü.

OĞLU SERKAN’IN KALEMİNDEN AYDIN SELAY

Özgeçmişi hakkında kendisinden bilgi aldığımız oğlu Serkan Selay’ın Ayarsız Dergi’de 2020 Ekim sayısında köşesinde kaleme aldığı yazısını alıntılıyor ve Aydın Selay’a bir kez daha Allah’tan rahmet diliyoruz. Makamı cennet, derecesi âli olsun.

Oğlu Serkan, Babasını şöyle anlatıyor:

“BİRAZ DAHA BÜYÜDÜM BEN

Merhum Babam Aydın Selay’ın Aziz Hatırasına.

23 Ağustos 2020 Pazar sabahı, saat 07:30, Mordoğan, İzmir… Çalan cep telefonumun sesi ile uyandım. Ekranda “Babam” yazıyordu. “Hayırdır inşallah” diyerek açtım telefonu. Telefonun diğer ucundan, annemin hıçkırıklarına gözyaşları karışmış sesi, yüreğimin en derin yerlerine saplandı kaldı bir hançer gibi: “Öldü, baban öldü Serkan…”

Daha 24 saat geçmemişti, bir önceki gün akşam üzeri telefonla konuşmuştuk. Uzun uzun sohbet etmiş, gülmüş, espriler yapmıştık. Evet bir takım sağlık problemleri yok değildi ama ayaktaydı, genel durumu iyiydi. Ve daha bu telefon görüşmemizin üzerinden bir gün bile geçmemişti. Annem diyordu ki telefonda bana “Öldü, baban öldü Serkan…”

Boyunuzdan büyük evladınız da olsa, neredeyse emekliliğinize merdiven dayamış iş, güç, ev, bark, kariyer, aile sahibi de olsanız gerçek şu ki babanız öldüğünde biraz daha büyüyorsunuz. Yetmiş küsur yaşında da olsa; açtığınız telefonun öbür ucunda olduğunu olacağını, çaldığınız kapının ardında durduğunu, ziyaretine gittiğinizde öpüp alnınıza koyacağınız bir el bulunduğunu bilmek sizi çok güçlü ve güvende hissettiriyor. Evet biraz daha büyüdüğünüzü hissediyorsunuz hem de kırk yedi yaşınızda…

Babamı kaybetmekle birlikte o kadar çok şeyimden eksik ve mahrum kaldım ki! Bir kere idolüm gitti. Okul müdürlüğü, milli eğitim müdürlüğü, belediye başkanlığı ve kaymakam vekilliği gibi tamamı idarecilikle geçmiş bir iş hayatı, müthiş bir konuşmacı, çok parlak bir bürokrat, devlet ve siyaset adamı kimliği ve kendisine mesleği sorulduğunda verdiği istisnasız tek cevap ile “öğretmen” babamı kaybettim. garip gurebanın dostu, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi kendine şiar edinmiş, mütevazılığı, yardımseverliği, cömertliği, engin hoşgörülülüğü ile gönüllere taht kurmuş, neredeyse tüm hayatı protokollerde, üst mevki ve makamlarda geçmesine rağmen hep mazlumun, güçsüzün, haklının ve Hakkın yanında, emeğin, alın terinin, adalet ve hukukun yanında olmuş koca yürekli bir aydını, babamı kaybettim.

Mesleki adımlarımın, kariyer yolcuğumun, kültür ve sanat alanında ortaya koyduğum işlerin, şiirlerimin, bestelerimin, yazılarımın en sağlam ve samimi eleştirmeni gitti. Yayınlanmış her yazımdan, paylaşmış olduğum her bestemden, şarkımdan, mesleki gelişmelerimden sonra günün hangi saati olursa olsun beni arayıp fikir ve düşüncelerini, tenkit ve takdirlerini paylaşan, önerileriyle beni besleyen büyüten sırı çizilmemiş aynam gitti.

Beni; mesleki, fikri, insani anlamda belirli yerlere getirmiş olan ne kadar güç merkezi varsa hayatımda, hepsinin temelindeki kaynak gitti.

Kozana muhaciri Raşit Aga’nın torunu, Sümerbank dokuma ustası Hacı Zülfü ile çakır gözlü göçmen kızı Raziye’nin biricik oğulları, dağ yürekli Babam gitti…

Bu ayki sayıda bu kardeşinizden başka bir yazı çıkmayacaktı, ben de bunları yazdım kıymetli dostlar. Çok eski bir şarkı vardır bilirsiniz:

Bugün, sen çok gençsin yavrum

Hayat, ümit neşe dolu

Mutlu günler vaat ediyor

Sana, yıllar ömür boyu

Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni

Doğarken ağladı insan

Bu son olsun, bu son…

Bu şarkıyı yıllardır severek dinlerim. Ve her dinleyişimde de bir baba olarak kendi evladıma seslendiğimi hissederdim. Artık uzak diyarlardan sanki babam bana seslenirmiş gibi dinler oldum. Evet bugün çok gencim, hatta çocuğum ve dedim ya biraz daha büyüdüm ben. Yalanlar, her geçen gün daha az üzüyor insanı ama yalnızlık inanın ki öyle değil. Babası ölen insan, dünyanın en yalnız insanı gibi hissedermiş, bunu şimdi anladım. Doğarken ağlıyor insan ve bu son olmuyor…

Seni hep çok sevdim baba…”

MEHMET EMİN PARLAKTÜRK

Editör: TE Bilişim