PROJE ÇOCUKLAR ve

“DIŞA BAĞIMLI-KORUYUCU” EBEVEYN

 

Ailenin tolumun temel taşı olduğu gerçeği bağlamında toplum mu aileyi yoksa aile mi toplumu şekillendirmektedir? Bu soruyu çevrenin etkisinin daha baskın olduğunu savunan görüşler toplumu merkeze alırken, birey merkezli yaklaşımlar aile ve onu oluşturan fertlerin topluma etkisinin daha fazla olduğunu ileri sürerek bireyi merkeze almaktadırlar. 

Hangi açıdan bakarsak bakalım aile ve toplum karşılıklı etkileşim içerisindedir. Bu etkileşim ailenin çocuklarına bakış açısı ve onları yetiştirme tarzlarına yayılıp, süreğenliğini devam ettirmektedir.

Ebeveynlerin, çocuk yetiştirme tarzları bir anlamda toplumun aynasıdır. Çünkü eğitim¸ en basit tanımıyla “insan şekillendirme” aracıdır. Bebekken elimize aldığımız canlıyı yetiştirip gerçek bir insan yaparken de doğal olarak toplumumuzun ideal insan tanımları ebeveynleri yönlendirir.

Ülkemiz bağlamında gençlerin yaşadıkları problemlere bakıldığında çeşitlilikler görülür. Özellikle ilk çocukluk ve ergenlik dönemindeki bireylerin, karşı karşıya kaldıkları ve içinde bulundukları gelişimsel dönemin fizyolojik,psikolojik,sosyolojik etkilerinin yanı sıra, ebeveynlerinin tutumları ile gerçekleştir(eme)dikleri kişilikleri ileriki yaşamlarında yayılan bir virüs gibi kendi çocuklarına farklı bir tezahürde ancak yine sağlıksız bir yaklaşımla kendini açığa çıkarmaktadır. 

Ülkemizde gençlerle ilgili yapılan araştırmalarda, bundan yaklaşık elli yıl öncesine kadar bu topraklarda uygulanan -ve hâlâ bazı bölgelerde kısmen devam eden- sisteme baktığımızda¸ büyüklerinin yanında varlık göstermeyen¸ ağzı var dili yok¸ itaatkar bir prototip görürüz. Hatta kolektif bilinçaltımızın aynası olan atasözlerinde durumun vahameti daha çarpıcı şekilde ortaya konur: “A o mu? Çok iyi bir insandır¸ başına vur¸ ekmeğini al!” gibi söylemler. Ataerkil, geniş aile yapısındaki toplumun temel dinamikleri, köy hayatının devamı gibi faktörler yerini zamanla modern şehir yaşamına ve çekirdek aile yapısına bırakmıştır.

Özellikle 90' lardan sonra günümüz Türkiye'sine baktığımızda ise anne ve babaların eğitimlerinin yükselmesi, kız çocuklarının üniversite okuma oranlarındaki artış, kadının iş yaşamında kendine yer bulması, aile tipinin geleneksel geniş aileden çekirdek aileye dönüşmesi dolayısıyla şehirde yaşamın artması ve toplumsal dinamiklerin değişmesi ile birlikte ebeveyn tutumlarında ise değişiklikler görülmektedir.

Toplumsal anlayıştaki bu yapısal değişiklik sürecinde elbette ki bireyden beklenilenlerin değişimi de beraberinde gelmiştir. Tabiri caize modern kapitalist toplum yapısına aşırı liberalizm dikte edilmekte, özgür olduğunu düşünen bireyler, özgür oldukları düşüncesine sahip olmaları sağlanmakta ancak gel gör ki bireylerin hem psikolojik hem sosyolojik hem de ekonomik olarak ele alındıklarında modern köleler oldukları gerçeği ile karşı karşıya kalmaktayız.

Kabaca resmini çizmeye çalıştığım bu kaos modern tüketici toplum yapısından ailenin etkilenmemesi de düşünülemez. Bu süreçte otoriter ebeveyn tutumlarının her geçen gün değişime uğradığı da görülmektedir. Günümüzde ailelerinin şehrin yapısı ve yaşayış örüntülerindeki değişimden sonra koruyucu ebeveyn tutumlarının arttığı görülmektedir.

2000 li yıllara geldikçe özellikle son 5-10 yıl içersinde ise kabaca “koruyucu ebeveyn tutumu” hakim olarak görülse de bu son dönemde benim gözlemim “dışa bağımlı-koruyucu” ebeveyn tutumunun hakim olmasıdır.

Anne-babalığın çocuklarından beklentilerini abartmaları sebebiyle anne-baba daha da mükemmeliyetçi davranıp, belirlenen yüksek standartlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu standartlara sahip ebeveynler sıklıkla çocuğun hiçbir başarısından tatmin olmazlar. Başka çocuklarla kıyaslanan çocuk, sık sık “90 aldın, niye 100 almadın?” , “Niye okul birincisi değilsin?” gibi tepkilerle karşılaşır. Bu noktada ebeveynlerin “dışa bağımlı” yani çevrenin etkisinde fazlasıyla kaldıklarına şahit olmaktayız. Komşunun kızının başarısı, Ayşe Hanım' ın oğlunun başarıları, Mehmet Bey' in kızının kariyeri gibi etkenler, modern şehir hayatında karşı karşıya kaldıkları modern kapitalizm öz benimsenmesi ile farkında olunmasa da bireyleri sömürmeye, modern köleliğin gereklerini yerine getirmeye zorlanmaktadırlar.

Anne övgüleri alabilsin¸ “Helal olsun ne kadar özeniyor çocuğunun eğitimine” densin diye, olan Aysun'a oluyor. Eğer dindar bir aileyse o zaman bu programa “Her şeyi yaparım dinimi de öğretirim¸ hiçbir şeyi eksik bırakmam” anlayışına uygun olarak bir de özel din dersi ekleniyor. Çocuk bizatihi o ailenin çocuğu olduğu için değil¸ -bir proje olarak- başarılı olduğu için ve ailesinin yüzünü ağartan bir performans ortaya koyduğu için sevildiğini düşünüyor çoğunlukla. (Buna şartlı sevgi diyoruz¸ başka bir yazı konusu) “Biz senin iyi yetişmen için kendimizi paralıyoruz¸ o halde sen de başarılı olarak bize projemizle övünme şerefini çok görme” kabilinden örtülü bir mesaj alıyor çocuk.

Günümüzdeki ebeveyn profilinde dikkatimi çeken en önemli diğer bir nokta da, kendi arzularının çocuklarına yansıtılması. Potansiyel geliştirmek çocuğun yeteneklerini yönlendirerek olur demiştik¸ ebeveynin ukdelerini gerçekleştirerek değil. “Ben yapamadım¸ o yapsın¸ ben okuyamadım¸ o okusun¸ o hep en iyi¸ en mükemmel yerlerde olsun” demek¸ aslında çocuk için iyi dilekte bulunmaktan çok kendi içimizde kalan arzuları çocuk üzerinden yaşama isteğidir. O yaptığında biz yapmışız gibi gurur duyacağız çünkü. Her ebeveyn çocuğunun başarısına sevinir¸ kastettiğim başka bir şey! “Onun başarısında benim de payım var¸ onu bu hale ben getirdim¸ ben yetiştirdim¸ bakın ne mükemmel bir anne-babayım¸ eserime/projeme bakın!” anlamında bir sevinç vardır burada.

Özellikle eğitimli ve üst sosyo-ekonomik seviyeden velilerde bu dışa bağımlılık noktasında son dönemlerde tabiri caizse bir virüs şeklinde moda hakim oldu. “Proje çocuklar yetiştirmek” Çocuğun eğilimlerine¸ yeteneklerine¸ mizacına nerdeyse hiç bakmadan ona beklentiler yükleniyor. Hem okulda en başarılı olması¸ hem sosyal¸ hem de sanatsal açıdan yeteneklerini mükemmelen geliştirmiş falan olması bekleniyor. Peki¸ ama niçin? Çocuktaki potansiyeli en iyi şekilde işleyelim diye mi? Hayır işte maalesef o kadar masum bir eğilim değil bu. Öyle olsa çocukta neye kabiliyet varsa onu desteklersiniz. Ama el insaf¸ 10 yaşında bir çocuk aynı anda hem okul takviye kursuna¸ hem İngilizce kursuna¸ hem baleye hem karateye gider mi? Hayır enerjisi tükenir¸ kendini baskı altında hisseder falan bu bir yana bir de şunu düşünelim: Aynı çocukta hem balenin zarafetini hem karatenin sertliğini nasıl bağdaştırdınız?

Ebeveynlerin tüm bu eğilimlerinin altında kendi kişiliklerini çocuk üzerinden gösterme çabası olabiliyor. Toplumda iyi bir ebeveyn olmayı çevreye anlatmanın yolu çocuğun başarısından geçiyor. İstenilen başarılar elde edildiğinde “Beni çocuğum çok başarılı, ben iyi bir ebeveynim, bunu çok iyi şekilde başardım.” deniyor. Çocuk küçük yaşta ebeveynlerinin sunduğu bu mükemmeliyetçiliklerle tanışıyor. Önüne yüksek standartlar konan çocuk, bunlara ulaşmaya ve sürekli başarılı olmaya çalışıyor. Büyürken anne ve babanın her yaptığını doğru olarak algılayan çocuk bu durumu içselleştiriyor. Ancak belli bir yaşa geldikten sonra başa çıkamadığı başka problemler ortaya çıkıyor. Aşırı ebeveynlik gösteren anne ve babaların çocuklarında her şeye hakkı olduğunu düşünen, ya da sürekli onay bekleyen, narsistik eğilimleri olan kişilik yapıları şekillenebiliyor.

Küçüklüğünden bu yana sevgiden daha çok başarıya önem verildiği için çocukta “”Başarırsan sevilirsin” mantığı yerleşiyor. Ancak bu durum karşısında duygusal olarak yaralanan çocuk, büyüdüğünde yaraları daha derinden hissetmeye başlamasının yanı sıra mükemmeliyetçi olarak yetiştirildiği için hiçbir zaman yaptıklarından memnun olmuyor. Böylece problemli bireyler yetişmiş oluyor.

Dışa bağımlı-koruyucu tutuma sahip ebeveynlerin çocukları kendilerini sürekli başarılı olmak zorunda hissediyorlar. Başarılı olmalılar ki anneleri işyerinde veya altın günlerinde onlarla övünebilsin. “Şekerim Ahmet çok başarılı¸ bütün dersleri pekiyi¸ resim dersi alıyor¸ İngilizceye gidiyor¸ bilmem ne kursuna da yollayacağım¸ çok kabiliyetli!”

Çocuklarının potansiyel yeteneklerini geliştirmek adı altında gizliden kendi ukdelerini gerçekleştirme amacı güden, “ben yapamadım, bari o yapsın, ben göremedim o görsün" gibi söylemlerle fedakarlıklarının gösterişini sunarken olan biteni farkında olmadan kendi başarıları olarak övmenin peşinde koşan ebeveynlerin hayatlarını kararttıkları çocuklardır. Yazık ki, proje çocuk olarak yetiştirildiğinin farkında olmadan büyüverirler ancak iş işten geçmiştir. Pek azı cesaret gösterip, çekeceğini düşündüğü vicdan azabının saçma olduğunun ayrımına varıp projeden kopabilir. Hani hiçbir sebep yokken boşanma kararı alan veya birdenbire yaşadığı şehri, ülkeyi değiştiren, en yüksek pozisyondayken istifayı basan kısaca ferrari'sini satan bilgeler vardır ya, bunlar onlardır... Genelde tamamı hep mutsuzdur. Hata yapma lüksleri hiç olmamıştır. Beraberliklerinde aşırı tatminsiz, aşırı mükemmeliyetçi, hırslı olmakla eleştirilirken görülürler... Kendileri istediği için değil, doğmadan biçilmiş yazgıyı başkalarını tatmin ederek yaşama telaşından yorgun bitap düşmüştürler...

Burada toplumsal olarak modern şehir yaşamının ve sokakların güvensiz ve araba dolu, tehlikeli hale gelmesinin, biraz da çocuk yapma yaşının yükselmesi/çocuk sayısının azalması nedeniyle çocuğa verilen özenin fazlaca artması neticesinde olan bir hadisedir. Sonucunda, hayatını çocuklarına endekslemiş bir anne-baba ve genelde yaşadığı rahatın, ilginin ve refahın farkında olmayan şımarık çocuklara neden oluyor. Bu çocuklar büyüyünce, kendilerine harcanmış bu kadar emeğin karşılığında bir Einstein (Aynştayn), bir Mozart, bir İbn-i Sina oluyorlar mı, oluyorlarsa yüzde kaçı oluyor bilmiyoruz.
Bir de ülkemizin bir gerçeği olarak üniversite sınavı konusu var ki, çocuk 12-13 yaşına geldiğinde bu piyano kursu, yüzme dersi işleri pek güzel rafa kalkıp, "çocuğum matematik öğrensin, fizikten geri kalmasın, aman en iyi üniversiteyi kazansın yoksa ele güne rezil oluruz" mantığıyla bu sefer özel kurumalara, özel hocalara para dökülmeye başlanıyor. Herhalde bu kadar uğraşıldığı halde ülkemizden her sene sanatta, bilimde ve aydın çizgisinde fertler çıkmamasının bir nedeni de bu.

 

Sonuç olarak hem otoriter hem koruyucu hem de dışa bağımlı koruyucu ebeveyn tutumları göz önüne alındığında uç noktalardan normale dönmek çok kolay olmadığı aşikardır. Bir sarkacı en uç noktadan bıraktığımızda nasıl diğer uç noktaya salınmadan gelip ortada duramıyorsa aynen öyle! İtaat bekleyen sistemde yetişmiş olan bugünün ebeveynleri¸ adeta bunun acısını çıkarmak istercesine kendilerine yapılanların tam tersini yapıyor. Özgüvenli olsun diye aşırı özgürlük vererek¸ vasat çocuklara bile Mozart olacakmış gibi beklenti yükleyerek çocukların tabiri caizse hepten ayarını bozuyor. Niye mi böyle diyorum? Çünkü işim psikolojik danışmanlık ve ayarı bozulan çocukları uzun yıllar¸ velileri bana getirdi. “Biz nerede yanlış yaptık?” hemen hemen hepsinin sorduğu ortak soruydu.

Sevgili ana babalar¸ çocuklardan beklentilerinizi lütfen bu okuduklarınız ışığında tekrar gözden geçirin. Onları kendi hayatlarına mı hazırlıyorsunuz¸ yoksa yaşayamadıklarınızı ona yükleyip projenizi gerçekleştirmeye mi çalışıyorsunuz?