Yazar, Kültür İnsanı Salih Sedat Ersöz, Milli Görüş Lideri Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın 10. yıldönümü nedeniyle Merhum Erbakan’ı kaleme aldı. Merhum Erbakan’ın çocukluğunu, eğitim durumunu, gençlik yıllarını, ilmi donanımını, siyasete atılmasını, siyasi hayatında yaşadığı gelişmeleri ele alan yazı, Merhum Erbakan’ı anlamak ve öğrenmek için önemli bir pusula görevi görüyor. İlk bölümü dün yayımlanan yazının ikinci bölümü şöyle;

3- Aldığı dersler, Akademisyenliği, Almanya yılları

Bu arada hem dergâhta hem okulun mescidinde yeni arkadaşlıklar kuruyordu. Bir yandan dergâhta sohbetlere ve derslere devam ederken bir yandan da okulun yanındaki caminin imamı olan Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı hocayla tanışır, onun sohbetlerine devam eder ve ondan Arapça ve Hadis dersleri alır. Bununla da yetinmez, aynı zamanda Fatih Camiine de devam ederek buradan da yine Hadis ve Arapça dersleri alır. Fatih Camiindeki hocalarından biri de dönemin meşhur ve büyük âlimlerinden olan Hüsrev efendidir.  Hüsrev efendiden, Yaşar Tunagür hocayla beraber ders alırlar. Ayrıca, dönemin meşhur âlimlerinden Amentü Şerhi yazarı Numan Kurtulmuş hocadan akaid ve Ali Osman Tatlısu hocadan Tefsir dersleri de almıştır. Necmeddin Erbakan’ın Yüksek Okul yılları hem teknik ve mesleki bilgilerini hem manevi bilgilerini arttırdığı bir dönem olmuştur.  İTÜ’den 1948 yılında büyük bir başarıyla bitirdiği fakültenin okul yıllığında kendisi için şu yazılar yer alır: “Necmettin Erbakan; Toylardandır, dindardır, çalışkandır, Hayatının yarısını namaz, yarısını da projeler işgal eder. Sınıfının yarısını kendisi, yarısını da arkadaşları işgal eder. Proje ve raporları geniş izahlıdır. Herkesin bir sayfada bitirdiği bir konuyu o kırk sayfada hülasa eder. Kendisine cıvata nedir diye sorarsanız, izaha demir filizlerinden başlar. O kadar uzun anlatır ki nihayet namaz vakti gelir, gider namazını kılar gelir ve kaldığı yerden anlatmaya devam eder.”

Hasip Efendi ve Abdülaziz Efendi, üniversite öğrencilerine sürekli “üniversitede kalın, hoca olun” diye tavsiyede bulunuyorlardı. Dergâha devam eden çok sayıda kişi bu tavsiyelere uyup üniversitelerde hoca oldular, prof. oldular. Necmeddin Erbakan’da onlardan biridir. Erbakan’da bu tavsiyelere uyup mezuniyetinden sonra asistanlık sınavına girerek kazandı ve İTÜ motorlar kürsüsünde asistanlığa başladı. Zaten Üniversite hocaları da okulda başarılı bir öğrenci olduğu için asistan olmasını teşvik ediyorlardı. 1948 – 1951 yılları arsında 3 yıl asistanlık yaptı. O zamanlar bir mühendisin asistan olması, dışarda alacağı maaşın üçte birini alması demekti. Ama dergâh hocası böyle isteyince ona uymuştur.  Asistanlığında hem başarılı bir tez hazırladı hem de derslere girdi. Asistanların ders verme yetkileri yoktu ancak Necmettin Erbakan’ın hem bilgisi hem de ders anlatma şekli hocaları tarafından takdir edildiği için kendisine ders vermesi için özel izin verilmişti.

İTÜ, 1951 yılında Necmettin Erbakan’ı bilimsel araştırmalar yapmak, bilgi ve tecrübesini arttırmak ve doktorasını yapmak üzere Almanya’ya gönderme kararı aldı. Necmeddin Erbakan hocası Abdülaziz Bekkine’den müsaade alana kadar bekledi, müsaade çıkınca Evet dedi ve Almanya’ya gitti. Giderken Abdülaziz efendi Karaköy rıhtımına kadar gelerek kendisini ağlayarak uğurlamıştır. Almanya’da, Alman Ordusu için araştırma yapan DVL Araştırma merkezinde, Almanya’nın 2. Dünya Savaşında kullandığı füzelerin projesini yapan Prof. Schmidt ve makine bölüm başkanı Prof. Josef Galler ile birlikte çalışmalar yaptı. Bu bağlamda hazırladığı doktora tezi kabul edilerek doktor unvanını aldı. Tezinde, dizel motorlarda yanma odasına püskürtülen yakıtın tutuşmasına ilişkin matematiksel bir model ortaya koymuştu. Doktora tezinden ayrı olarak hem benzinli hem dizel olarak çalışabilecek motorun projesini çizdi. Bu çalışmalar Almanya’daki akademik dergilerde yayınlanır ve büyük yankı yapar. Bunun üzerine Almanya’nın en büyük motor fabrikası olan Leopar tanklarının üretildiği DEUTZ Motor Fabrikasına davet edilir. Fabrikaya varır varmaz Türk işçiler ile görüştü ve onlara ilk sorusu, “namazı nerde kılıyorsunuz?” oldu. İşçiler şaşırmıştı. Cevap veremediler. Sonra Erbakan’ın öncülüğünde fabrikanın bir odası mescid olarak düzenlendi.  Hem bu fabrikayı hem de Almanya’nın bütün ağır sanayi fabrikalarını gezip inceledi. II. Dünya Harbi'nden sonra Alman Üniversitelerinde ilk Türk ilim adamı olan Erbakan, 1953 yılında Doçentlik sınavı için Türkiye’ye geldi. 27 yaşında Türkiye’nin en genç Doçenti oldu. Tekrar Almanya’ya gitti ve DEUTZ motor fabrikasında Başmühendis olarak Alman Ordusu için yapılan araştırma çalışmalarına katıldı. 6 ay daha Almanya’da kaldı ve sonra Türkiye’ye döndü. Yaptığı motor projesi Leopar tanklarında uygulanmıştır. “Sen buraya savaştan önce gelseydin biz savaşı kaybetmezdik” dediler.

4. Almanya Dönüşü ve Gümüş Motor

Bu arada Almanya’da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Alman hocanın biri izine ayrılıyor ve Erbakan’ı vekil olarak bırakıyor. Hocanın vekili olarak bazı toplantılara katılıyor. Bu toplantılarda İslâm dünyası nasıl sömürülecek, petrollar, madenler nasıl sömürülecek bunlar konuşuluyor ve planlar yapılıyor. Erbakan bunları iyice kavrıyor, niyetlerini anlıyor. Bu konuda çevresindeki kişilere şöyle anlatıyor: “Ben bu toplantılarda konuşulanlara o kadar üzülüyordum ki, üzüntümü hafifletmek ve içimi dökmek için Abdülaziz efendi hocama sık sık sayfalar dolusu mektup yazardım. Öyle ki 40 sayfa mektup yazdığım olurdu.”

Hem bunu yaşadığı hem de yıkık dökük Almanya’nın kısa sürede nasıl kalkındığını gördüğü için, Türkiye’ye dönmeye ve ülkesi için çalışmaya karar verir.

Bu arada 1952 yılında Abdülaziz Bekkine efendi vefat etmiştir ama vefatını o zaman Almanya’da olan Erbakan’a bildirmezler. Almanya dönüşünde kendisini karşılayanlar arasında Mehmed Zahid efendi vardır. Gelir gelmez Abdülaziz efendiyi sorar. Kimseden cevap çıkmayınca vefat ettiğini anlar ve büyük bir şok geçirir. Sonraları bu durumu yakın çevresine şöyle anlatır: “Almanya’ya giderken ben geminin güvertesinden el sallıyordum, Abdülaziz Bekkine hocamız da rıhtımdan mendiliyle el sallıyordu. Ağlıyordu. Çünkü mübarek hocamız beni bir daha dünya gözüyle göremeyeceğini biliyordu. Birbirimizi son görüşümüz işte o an oldu.”  

Abdülaziz efendinin vefatından sonra şeyhlik makamına Mustafa Fevzi efendiden 27 yaşında iken hilafet icazeti alan Mehmed Zahid Efendi geçer. Mehmed Zahid Efendi o zaman 55 yaşındadır. Erbakan, Mehmed Zahid Efendiye de bağlılığını sürdürür. 

1953 Kasım ayında İTÜ’ye döner ve üniversite hocalığına başlar. Mayıs 1954 – Ekim 1955 tarihleri arasında askerliğini yapar. Askerlikten sonra tekrar İTÜ’ye döner. İTÜ’de iken Belediyenin ithal edeceği otobüsler konusunda bilirkişi olarak “dışardan almayın, kendiniz üretin” diye rapor yazar. İTÜ’ de hocalığı devam ederken 1956 yılında Türkiye’de ilk yerli motor olan Gümüş Motor A.Ş. yi, ardından da fabrikayı kurar.

Gümüş Motor fikri nasıl doğdu:

Mehmed Zahid Kotku Hoca Efendi sohbetlerinde sık sık Müslümanların geri kalmışlıklarını dile getirir ve yeri imkânlarla sanayi tesisleri kurma ve işletmenin önemi ve gerekliliği üzerinde dururlardı. Bir gün Mehmed Zahid Hoca Efendi, Erbakan’ın bizzat kendisine şöyle der: “Siz makine hocasısınız. Almanya’ya gidip oradaki sanayinin durumunu yakından incelediniz. Caminin önünde yabancı otomobilleri görünce çok üzülüyorum. İnsanlarımızın ekmek parası için yabancı diyarlara gitmesine üzülüyorum. Türkiye’de sanayinin ve ziraatın gelişmesi için öncelikle motor yapılması gerekir. Sizin gibi yetişmiş insanlarımız varken neden hâlâ dışarıya para verelim de motor, araba alalım? Önce motoru, sonra da kamyonu, traktörü, otomobili neden kendimiz üretmeyelim? Neden siz bu işe öncülük etmiyorsunuz?” der. 

Böylece Erbakan’ın kafasında motor üretme fikri oluşmaya gelişmeye başlar. Bu sözlerle manevi önderinin kendisine bu görevi verdiğini düşünür. Hemen şirket kurar. İsmine de Gümüşhanevi Ahmet Ziyaüddin Efendinin ismi verilir. Gümüş Motor. Mehmed Zahid Hoca Efendi ilk çekirdek sermaye olarak 1000 TL. verir ve 300 ortaklı olarak 6 milyon sermaye ile Tarımsal sulamada kullanılacak fabrika kurulmasına karar verilir. 1956’da fabrikanın temeli atılır. 1959 yılında üretim başlar, 1 Mart 1960 yılında da seri üretime geçilir. Açılışını Maliye Bakanı Hasan Polatkan yapar. Sadece Türkiye’nin değil, Balkanların bile en büyük motor fabrikası olan Gümüş Motorun yıllık kapasitesi 2500 adet dizel motoru, 1000 adet derin kuyu tulumbası, 50 bin piston, 20 bin silindir gömleği, 20 bin motor yatağı ve 1 milyon sekmandı. 300 personeli vardı ve 30 bin metrekarelik alanı kapsıyordu. Kapalı alanı 10 bin metre kareydi. 

Gümüş Motor’un âkibeti:

Seri üretim başladıktan sonra dönemin Başbakanı Adnan Menderes, fabrikayı ziyaret eder. Bu ziyarette Erbakan yaptıklarını, yapmak istediklerini ve karşılaştıkları problemleri ayrıntısı ile Başbakan’a anlatır. Erbakan daha sonraları bunu çevresine gözleri dolarak şöyle anlatır: “Menderes, Allah rahmet eylesin, fabrikayı gezdikten ve anlattıklarımı dinledikten sonra bana dedi ki; “keşke sizi daha önce tanısaydım. Ben yıllarca makine ve teçhizat üretmek, motor üretmek için ne zaman rapor istesem bana hep ‘Efendim bizim bunları üretebilecek ne bilgi birikimimiz, ne kabiliyetimiz mevcuttur’ diye cevap vermişlerdir. Ama şimdi anlaşılıyor ki bu işin ardında da birçok oyunlar dönüyormuş yazık.”

Ancak Gümüş Motor, Pazar cephesinden gelen ekonomik saldırı ile karşı karşıya kalır. Gümüş Motor seri üretime geçmeden önce ithal motorlar piyasada, 7 bin liraya satılıyordu. Gümüş Motor üretime başlar başlamaz önce 5 bin liraya indirdiler. Zira Gümüş Motor, ithal motordan daha kaliteli olmasına rağmen 5 bin liraya satılıyordu. Yabancılar, bununla yetinmediler bu defa 4 bin liraya düşürdüler. Gümüş Motor da bu defa fiyatını 3500 lira yaptı. Yıllar sonra Erbakan şöyle diyecekti: “Motor fiyatının bu civarda oluşacağını daha fazla indirimin yıkıcı etki yapacağını hesap etmiştik. Bu rekabet sayesinde piyasadaki motorların fiyatları yarı yarıya ucuzlayacak, böylece sanayicinin eli rahatlayacaktı.”

Erbakan böyle düşünüyordu ama rakiplerin yani yabancıların hedefi Erbakan’ı yok etmek, onu batırmaktı. Madem ki Erbakan şeftali üretiminden, motor üretimine geçmiştir. Öyleyse cezalandırılmalı, yok edilmeliydi. İşte bu düşünce içinde ithal motor fiyatını 2500 liraya düşürdüler. Gümüş Motor’un bu rekabete dayanması mümkün değildi. Bu dönemler, Erbakan’ın fabrikanın bazı giderlerini bazen maaşından bazen de borçlanarak karşıladığı zor dönemlerdi. Bu rekabet fabrikanın durumunu zora soktu. Hisse senetleri düşmeye başladı. Gümüş Motor ortakları hisselerini bir bir satmaya başladılar. Satılan hisseleri Türkiye Şeker Şirketi el altından topluyordu. Buna rağmen Gümüş Motor Fabrikası uzun yıllar varlığını sürdürdü. Zaman zaman özel ilişkileri ile devlet katkısı alsa da  darbe dönemi olduğu için sürekli ve ciddi bir katkı alamıyordu.

Gümüş Motoru zorlayan bir sebepte ülkede o yıllarda yaşanan ekonomik zorluklar daha doğrusu etkisi uzun yıllar süren ve üst üste gelen ekonomik krizler olmuştur. Bu krizlerden önce 1 dolar 280 kuruş iken bir anda 900 kuruşa yükselmiştir. %300 ü aşan bir devalüasyon yaşanmıştır. Aynı zamanda sıkı para politikası uygulanmıştır. Bunlar üreticiyi zor durumda bırakmıştır.

Doçent Erbakan, bir yandan Gümüş Motorla ilgileniyor, bir yandan da her yerde seri konferanslar vererek konunun önemini anlatıyordu. Motor üretimi, otomobil üretimi, sanayileşme diyerek bunlara alışık olmayan bir kitleye yepyeni ufuklar açıyordu. “Türkiye’nin Sanayileşme Davası” başlığı ile ülkenin her yerinde konferanslar veriyordu. 

Bu arada Türkiye Şeker Şirketi topladığı hisseler ile Gümüş Motor’un %51 ine sahip oldu ve Erbakan’ı yönetimden uzaklaştırdılar. O da izinli olarak ayrıldığı İTÜ hocalığına geri döndü. Sonu zoraki bir ayrılıkla neticelenmişti ama Erbakan, Türkiye’nin yerli motor üretebileceğini ispatlamıştı. Erbakan’ın ayrılmasından sonra şirketin ismi Pancar Motor olarak değiştirildi. Uzun süre motor üretimini sürdürdü. 2012 yılında kapandı.