Peygamberlerin şahı Hz. Muhammed (s.a.v.) de en ideal şekilde sıkıntılara sabretti, nimetlere karşı şükretti. Sürüldüğü Mekke’ye muzaffer bir komutan olarak girerken asla kibir alameti göstermedi. Mütevazı bir kul olarak girdi. “Allah için mütevazı olanı Allah yüceltir. Kibirli olanı ise alçaltır” buyurdu. Ayakları şişinceye kadar gece namazı kıldı. Geçmiş ve gelecek günahları affedildiği halde niye kendini bu kadar hırpalıyorsun diyenlere: “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verdi. Ayrıca şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Seni anmam, sana şükredebilmem ve sana en güzel şekilde ibadet edebilmem için bana yardım et.” (Nesâî, Sehv, 60)

Mevlâmızın nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Her nimete bir teşekkür gerekir. Nefes alıp vermek bile en büyük nimet olduğuna göre Rabbimize karşı gereği şekilde şükretmek mümkün değildir, hiç olmazsa elden geldiğince şükredilmelidir. Zaten Mevlâmız da bunu istiyor.

Darlıkta sabra gelince; sabır zaten sıkıntı ve darlık anlarında gereklidir. Bolluk ve rahatlık anlarında sabra ihtiyaç yoktur. Sabır, zorluklara karşı direnme ve dayanma gücüdür. İmtihan için geldiğimiz dünyada, imtihanın gereği olarak pek çok sıkıntılarla karşı karşıya gelmemiz kaçınılmazdır. Rasûlullah’ın buyurduğu gibi; “Dünyada mutlak rahat yoktur.” Asıl kimlik ve kişiliğimiz, kulluğumuzun derecesi, samimiyet ve sadakatimiz zorluklar karşısındaki tavrımızla belli olur. Nitekim yüce Mevla şöyle buyuruyor: “Andolsun ki, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mal, can ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet geldiğinde: Şüphesiz biz Allah’a âidiz ve mutlaka O’na döneceğiz.” derler. (Bakara, 155-156)

Halis altın ateşte eritildiği zaman belli olur. İnsanın kalitesi de zorluklar karşısındaki direnciyle ortaya çıkar. Zorluklara karşı en büyük direnci peygamberler göstermiştir. İmtihanı en zor olanlar da onlardır.

Sa’d b. Ebi Vakkas’tan rivayet edilen bir hadis-i şerifte belirtildiğine göre Sa’d şöyle diyor: Ya Rasûlallah! En şiddetli belâya maruz kalanlar kimlerdir? diye sordum. O da şöyle buyurdu: “Peygamberlerdir. Sonra derecelerine göre arkadan gelenlerdir. Kişi dinindeki derecesine göre imtihana tâbi tutulur. Dindarlığı sağlamsa imtihanı ağır olur. Dindarlığı gevşekse ona göre imtihana tabi tutulur. Mümin, hiç bir hatası kalmayıncaya kadar yeryüzünde yaşadıkça bela onun peşini bırakmaz.” (İbn Mace, Hadis no: 4023)

Hz. Nuh, kavmini 950 sene usanmadan tevhide çağırdı. İb­ra­him (a.s.), karşı durmalarına rağmen babası ve kavmiyle uğraştı. Ateşe atılmayı göze aldı. Hz. Yusuf kardeşlerinin ihanetine, Aziz’in hanımı Züleyha’nın tuzağına maruz kaldı. Fakat imanı ve sabrı sayesinde Mısır’a hükümdar oldu. Bu makama nasıl ulaştığı sorulduğunda şöyle dediği rivayet olunur: Kuyudaki sabrım, hapishanenin darlığı, dostlardan ayrı düşmem ve vatandan uzak kalmam.

Hz. Musa ve Harun; Firavun ve şürekâsının tertiplerine karşı neler çektiler? Fakat sabırları sayesinde zafere ulaştılar. Hz. İsa, kendisine “Allah’ın oğlu” diyenlere, annesine iftira edenlere karşı nasıl mücadele etti? Yahya peygamber Yahudileri tevhide davet ettiği için şehit edilmiş, babası Zekeriyya (a.s.) testere ile biçilmişti.

Hz. Muhammed (s.a.v.) ise başlı başına bir sabır örneğidir. Kendisiyle alay ettiler, üzerine pislik döktüler. Taif’in ayak takımı taşlayıp mübarek ayaklarını kanattılar. Buna rağmen onlara beddua etmedi. “Allah’ım! Kavmime hidayet eyle. Onlar gerçeği bilmiyorlar” diye dua etti.