OY BİZİM Mİ? ALGIYI YÖNETENİN Mİ?

 

Seçime üç hafta gibi bir zaman kaldı. Bütün siyasi partiler var güçleri ile çalışıyorlar. Dağarcıklarında ne varsa seçmene sunmaya çalışıyorlar. Bundan üç ay öncesine kadar seçmen kararını vermişti. Saflar ayrıştı neredeyse. Kimin ne kadar sandalye kazanacağı üç aşağı beş yukarı belli idi. Partiler aday listelerini hazırladılar. İttifaklar, el altından yapılan birleşmeler falan. Programlarını açıklamalarına ramak kaldığı bir zamanda bir üst akıl devreye girdi. CHP seçim startını Almanya'da veriyordu.

Bu seçimlere HDP, parti olarak katılma kararı aldı. İlginç bir ziyaret gerçekleşti. Paralelin güçlü ve medyatik ismi, HDP i Diyarbakır Büyük Şehir Belediye Başkanı ile görüşüyordu. Ne konuştular ne ettiler bilinmez ama kendilerini seçime hazırlayan üst akılın talimatı ile görüşmenin gerçekleştiği olduğu gibi sırıtıyordu.

Görünen şu ki; Saraydan oldukça rahatsız olan bu şer ittifakı, içerideki tetikçileri marifeti ile Tayyip beyden kesinlikle, bu seçimlerde kurtulun malıydı. Onların derdi AK parti falan değil, saraydaki Tayyip Erdoğan'dı. Bundan hem Almanya, hem İngiltere hem de İsrail oldukça rahatsızdı.

Artık, yolsuzluk söylemlerinin bir işe yaramadığını gören üst akıl, daha akıllı bir yolu seçti. Dolar operasyonuyla dövmeye çalışıp yıpratıp yorduğu Türk ekonomisini, şimdide kriz var diyerek yüklenmeye başladı. Vaatler can alıcı vaatlerdi.

Son günlerde temel ihtiyaç ürünlerindeki artış; Sabit gelirli, memur, işçi, emeklinin gelirlerine doğru orantılı yansıtılamadığından zayıf nokta tespiti ile saldırmaya başladılar.

Doğrusu hükümet bu noktayı göremedi. Yaptığınız yolların, havalimanlarının, köprülerin, üniversitelerin, adliye saraylarının, tüp geçitlerin, asma oto yollarınızın bu kesime çok faydası olmayacaktı. Çünkü bu kesim evine ekmek götürmekte zorlanırken sizin körfez geçişinizden ne kadar istifade edecekti ki? Yahut çocuğuna süt alamayan asgari ücretli TOKİ nin yaptığı yüz binlerce liralık eve nasıl sahip olacaktı? Kundaktaki bebeğinin mamasını alamayan işçi, hastanede iyi bakılsa ne yazardı? Yapmış oldunuz spor merkezleri, lokaller hatta kelebekler vadisini, asgari ücretli ve asgariden emekli, ne kadar ziyaret edebilecek sanıyorsunuz?  Sydney'le, Singapur'la yarıştırılmaya çalışılan, şehirlerinizin esnafı, senedini ödeyemez haline geldikten sonra, neye yarardı duvarlarına yapıştırdığınız taşların! Bunların ne kadarı sosyal devlet anlayışı ile bağdaşıyordu?

İşte üst akıl; Size mali disiplin diye dayatırken, sizden kurtulmanın yolunu da tetikçileri vasıtası ile “üreten ekonomide kaynak sıkıntısı olmaz” diye meydanlara çıkartıp vaatlerini sıralattırıyordu. Aslında doğruda buydu. Üreten,işleyen ekonomiler kendi kaynağını kendi içinde üretirler.

ABD Başkanı Obama, ikinci beş yıl için yönetime geldiğinde beklemediği bir sürprizle karşılaştı. Ekonomik kriz! Beş yüz milyar dolar gerekiyordu. Ve bir gecede beş yüz milyar doları buldu ve krizi atlattı. Nasıl mı? Tabii ki para basarak. Ve basmaya da devam etti. Her yıl bir trilyon Dolar para bastı. Şu anda ABD nin bilançosunun çok üzerinde para, dış pazarlarda dolaşmaktadır. Önce para basıp size ucuz kredi diye gönderdi şimdi bastığı parayı mali disiplini mazeret gösterip geri istedi. Yani bir taşla beş kuş vurma işlemi. Üçkâğıt ekonomisi. FAİZ, BONO, DOLAR.

Peki; Biz neden şekeri, tütünü, fındığı fazla üretemiyoruz? Merkez bankamız neden ABD nin yaptığı gibi para basamıyor. Niçin ihtiyacımız olduğunda Kraliçenin ve Rothschild bankalarına borçlanma zorunluluğumuz oluyor?

 

Yukarıda bahsettiğimiz üst akıl CHP ve HDP ye ülkemizin huzuru, birliği ve istikrarının bozulması karşılığında iktidar vaat etmiştir. Bu vaatlerin kaynağı da bu üst akıldır. Durup dururken Diyanet ve İHL in kapatılmak istenmesi boşuna değil.

Eğer şimdi siz işçi, memur, çiftçi, emekli hatta küçük esnafın sıkıntılarını görmezseniz yahut çantada keklik görmeye devam ederseniz, “aç tavuk ambar deler” atasözü hayata geçmiş olacaktır.

28 Şubat 1997 de halkın seçtiği, Cumhuriyet tarihinin en başarılı hükümetine “post modern darbe”  ile müdahale edilmişti. O gün hedef, Refah partisi değildi. Dünya lideri Erbakan hocamızdı.( Tıpkı Abdül Hamit Han gibi.) Onun Başbakanlık tan indirilmesi yetmiyordu. Onun, siyaseten gömülmesi gerekiyordu ve öylede oldu. Onca hizmetine ve mağdurluğuna rağmen, yerine kurulan Fazilet partisi yüzde 22 oydan yüzde 15,50 düşüyordu.

Darbenin insanları korkutması onları fişlemesi, hatta fişleme o kadar ileri gitti ki simitçi, çaycı bile fişlendi. Bugünkü paralel yapı, o günkü darbecilerle işbirliği içindeydi ama kimse bunu görmedi. Hülasa Refah hareketi parçalanmaya doğru gitti. Çağın en büyük lideri böylelikle saf dışı edilmiş oldu.

Şimdi sıra Tayyip Erdoğan'da..

Bugün; Siyasetin içinde olanlar, parti teşkilatlarında görev yapanlar, Milletvekilleri, Belediye Başkanları bu tehlikeyi göremeyebilirler.

Hatta, bununla ilgili bir anekdot anlatayım: 1999 yerel ve genel seçimleri bir arada yapılacaktı. Refah partisi kapatılmış yerine kurulan Fazilet partisiyle seçimlere gidiyoruz. Benim görevim Siyasi İşlerden sorumlu il başkan yardımcısıyım. Basın mensubu kardeşlerimizle kahvaltıda bir araya geldik. Kulakları çınlasın Kerem İşkan arkadaşımızla aynı masada oturuyorduk. Kerem bey sordu kaç milletvekili bekliyorsunuz başkanım?  Bende samimiyetle; Mağdurluğumuzu yapılan hizmetlerimizi göz önüne alırsak birde Türk halkının ananesinden gelen, mağdurun yanında yer almasından yola çıkarak 9 milletvekilliğimizin olduğu Konya'mızda 10 kesin ama 11de çıkartabiliriz demiştim. Kerem bey dedi ki 6 dan dan fazla çıkartamazsınız dedi. Şaşırmıştım. Nasıl olurdu? Görüştüğümüz insanlar hep bizimle olduklarını belirtiyorlardı. Ama olmadı. Hakikaten dediği gibi 6 milletvekili çıkardık. Demek ki fotoğraf bizim içeriden baktığımız gibi parlak gözükmüyormuş.

Bunu şunun için anlatıyorum o gün post modern darbe yapanlar bu gün ekonomik darbe hazırlığı içindeler. Siz gerekli müdahaleyi yapmazsanız onlar sandığa müdahale edecekler. Nasıl mı?

Biz hür irademizle oy kullandığımızı zannediyoruz. Öyle değil. Seçmen üzerinde öyle bir algı oluşmaya başladı ki siyasete bulaşmış insanlar bile bu vaatlerden etkilenmeye başlamışlar. Yerel yöneticilerinizin de popülaritesini yitirdiği, kraldan kral gibi davranması bu algıyı perçinlemektedir. Otobüse binin, dolmuşa binin, halkın içinde dolaşın hizmet yaptım dediği yerlerdeki esnaf ve mahalle sakinlerini dolaşın göreceksiniz, yerel yöneticilerinizden ne kadar şikâyetci olduklarını. Onların yanlış yönetimleri, sizin mali disipline kurban verdiğiniz dar gelirliler, sandıkta sizinle birlikte olmamalarını hızlandırıcı sebep değimlidir?

 Siyasette uzun yıllar çalışmış bir arkadaşım beni iş yerinde ziyaret etti. Dedi ki; “Bu seçimler, hükümet için zor geçecek. Muhalefetin seçim kampanyasının daha başarılı olduğunu, insanların yapılan bu hizmetlerden çok evine götüreceği ekmeğin derdinde olduğunu” söyledi.

 Hükümete yakın olduğunu bildiğim, iş yerime gelen bazı pazarlamacı arkadaşlar, gezdikleri iller için bunlardan farklı şeyler söylemedi.

Partinizin yöneticileri bu sıkıntıyı görememiş olabilirler. Kimse oy verdiği insanın yüzüne yanlış yapıyorsun diyemez. Deme nezaketsizliğini göstermez. Herkes sizden memnun olduğunu söyleyebilir. Ama gerçek sizin pencerenizden gözüktüğü gibi değil. Dar gelirli, yaptığınız hizmetlerden, yeteri kadar parayı bulamadığı için istifade edememektedir.

Üst akılın algı operasyonu seçmenin kafasını karıştırmaktadır. Seçim öncesi seçmenin iradesi algı bombardımanı ile ipotek edilmiştir. Bu halkı CHP VE HDP ye mecbur etmeden, İpoteği çözmek sizin elinizde.

OY BİZİM HÜR İRADEMİZİN Mİ?

ALGI OPERASYONUNU YÖNETENİN Mİ?

BU GERÇEĞİ GÖRMEDEN SEÇİM SONUCUNU TAHMİN ETMEK ZOR.