• “Biz Cumhuriyet olarak gökten zenbille indirilmiş değilizdir. Cumhuriyet bir devlet felsefesi ve terkibinin insanımız tarafından şuurlaştırılışının ifâdesidir. Osmanlı, nasıl Selçuklu’nun devamı ise, Cumhuriyetimiz de, o 623 yıllık İmparatorluğun vârisidir.”

  • “Kaç asırdan bu yana üç büyük düşmanımız olan “cehalet, ihtilaf ve fakirlik” ile boğuşup duruyoruz. İşte Osmanlı ile Cumhuriyet’in buluşmasını engelleyen en büyük maninin milli düşmanımız olan cehalet yâni doğru tarihi bilmemek olduğu kanaatindeyiz.”

  • “Sultan Vahidüddin vatan hâini değil; vatanın istiklâli için tacını ve tahtını terk eden bir vatanperverdir. Bütün gayretlerine rağmen İstanbul’u işgalden kurtaramayınca, Kuvay-ı Milliye’ye de köstek olmamıştır.”Keşke Sultan Vahdeddin, can ve ölüm korkusuyla o İngiliz gemisine binmek yerine, Anadolu’ya geçip Kuvay-ı Milliye’ye katılarak “Vatan Kahramanı” olarak tarihteki yerini alır, günümüzdeki tartışmalara ve ihtilaflara da mani olurdu.”

Tarihi merak eden, tarih kitaplarını severek okuyan, tarihle ilgili sohbetleri dinleyen ve izleyen bir gazeteci olarak; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in “İzmir’in Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 100. Yıldönümü”nde, 600 küsur sene Müslüman Türk Devleti olarak üç kıtada Hâkimiyetini sürdüren Osmanlılar’ı kötülemesi ve Anadolu’yu işgal eden, işgal ettiği şehirleri, kasaba ve köyleri yakıp yıkan, anne karnındaki bebeleri süngüleyen, kadın ve kızların ırzlarına geçen Türk’ün en büyük düşmanları arasında yer alan Yunan’a tek bir lâf etmemesi, oldukça düşündürücü.

Ülkemizin eğitimden tutun ekonomiye, sosyal anarşiden teröre, enflasyon canavarından faiz sarmalına, üç tarafının kuşatma altına alınmasından Adalar Denizi’nde uluslararası olarak statüsü belli olmayan ve burnumuzun dibindeki adaların Yunanistan tarafından askerî olarak işgaline; toplum olarak politik kamplaşma, siyasi ayrışma ile klikleşmenin alabildiğine armasına varıncaya kadar onca problemi ve derdi varken dünyanın en erdemli, adaletli ve en uzun ömürlü Türk-İslâm devleti olan Osmanlı Devleti’ne cephe alan belli mihrâklar ile karanlık güçler, üç kol hâlinde hücum etmektedirler. Bu kollardan birisi de “İslâm’a düşmanlıklarını açıktan ortaya koyamayan ve bunu Osmanlı düşmanlığı adı altında yürüten din ve tarih düşmanlarıdır.”

Kaç asırdan bu yana üç büyük düşmanımız olan “cehalet, ihtilaf ve fakirlik” ile boğuşup duruyoruz. “İşte Osmanlı ile Cumhuriyet’in buluşmasını engelleyen en büyük maninin milli düşmanımız olan cehalet yâni doğru tarihi bilmemek olduğu kanaatindeyiz. Osmanlı Devleti, büyük bir devlettir. Büyük işlerde sadece kusurları gören cerbeze ile hareket edenler, hem aldanır hem de aldatırlar. Cerbezenin şanı, bir kötülüğü sümbüllendirerek bütün güzelliklere galip getirmektir. Bir adamdan bir sene içinde meydana gelen pis kokuları bir anda meydana gelmiş gibi hayal ederek o adama bakarsanız, o adam nazarınızda çok çirkin hâle düşer. İşte eğer cerbeze ile 600 yıllık zamanda 20 milyon kilometre karelik mekânda Osmanlı Tarihi içinde dağınık halde meydana gelen bütün kötülükleri toplar ve siyah perde ile Osmanlı’ya bakarsanız, o zaman kapkaranlık bir tarihle karşılaşırsınız. Cerbeze, bütün çeşitleriyle garip şeylerin makinasıdır.

Geçmişiyle ve Ecdadıyla Dost Olanlara Ne Mutlu!

Tarih, bir olaylar ve insanlar bahçesidir. Sizden biriniz, bir saatliğine gezinmek için bir bahçeye girseniz, noksanlardan beri olmak ancak cennet bahçelerinin özelliklerinden olduğundan ve her kemale bir noksan karıştırmak da bu dünyanın gereklerinden bulunduğundan, o bahçenin bazı köşelerinde pis ve murdar şeylere de rastlayabilirsiniz. Tabi’atı bozuk olanların, sadece o bahçedeki çürümüş ve kokuşmuş şeylere gözü takılır. Sanki o bahçede başka bir şey yokmuş gibi, hayal ve vehminin de tahrikiyle bahçeyi kendi nazarında mezbeleye çevirir; meydanda midesi bulanır ve kusar. Osmanlı Tarihi konusunda, en büyük hastalığımız, cerbeze ve gurura dayanan tenkittir. Tenkidi, gurur ve cerbeze kullanırsa, tarihi tahrip eder ve parçalar. Biz ecdadımıza dostuz; onun için bakış açımız nefret duygusuyla değil; şefkat duygusuyla, gerçeklerin ortaya çıkması için olacak.

İzmir’i ve Bursa’yı Hangi Düşman İşgal Etti?

Son 100 yıldır Türkiye’deki yayın organlarının çoğunluğu, her devirde farklı kelimeler üreterek, Avrupa’nın güzelliklerini bizim kötülüklerimizle ve asırların birikimi olan medeniyetin güzel meyvelerini tarihimizdeki bazı şahısların kötü halleriyle mukayese ederek, cerbeze ile tarihimizi çirkin göstermektedir. ‘Düşman işgali’nden diyerek düşmanın kimliğini saklamak, Yunan’a, İngiliz’e, Fransız’a, İtalyan’a tek lâf dahi etmeyerek gerçekleri ters yüz etmek ister resmî tarih kitaplarında olsun ister gayri resmi olsun tarihe karşı yapılmış büyük bir saygısızlık, aynı zamanda genç kuşaklara yapılmış büyük bir haksızlık, hatta genç beyinlere karşı hıyânette bulunmuş olursunuz. Eğer Avrupa’ya, Avrupa’nın pohpohladığı ve her dönem arkalayarak piyon olarak öne sürdüğü Yunanistan’a ve Yunan uygarlığına çok şiddetli bir bağlılık; kendi milletinin tarihine ise derin bir nefret duygusuyla, Avrupa’nın nâ-meşru veledi gibi davranırsanız, o zaman, tahrip fikri ve aldatıcı cerbeze ile, geçmişine isyan eden bir hicivci; ecdadına iftira eden bir müfteri ve kendi milletinin haysiyetini yerle bir eden hayırsız bir evlat olursunuz. Meydanlarda, belediye meclislerinde Osmanlı ve ecdadı aleyhine konuşanlar ile böyle davranan kalemlerde, milletine karşı mükellef olduğu şefkat hissi yerine tahkir duygusu; sevgi yerine nefret; benimsemek yerine hafife almak; saygı yerine geçmişini cahil göstermek; merhamet yerine böbürlenmek ve nihayet hamiyet yerine asılsızlık ve soysuzluk alâmetleri görülmeye başlar.

Sultan Vahidüddin Vatan Haini Midir?

Önemle ifade edelim ki, Cumhuriyet de Osmanlı da, iyisiyle kötüsüyle, Müslüman Türk milletinin malıdır. Bir insan ecdadını kötülemekle hiçbir yere varamaz. Tarihin her döneminde iyi şahsiyetler de kötü şahsiyetler de gelebilir. Ayrıca iyi şahsiyetlerin kötü ve yanlış tasarrufları ve kötü şahsiyetlerin de iyi ve güzel tasarrufları bulunabilir. Bir şeyi toptan reddetmek veya kabul etmek, akıl işi değildir.

Şunları bilmekte yarar vardır:

1-Mustafa Kemal ve onun silah arkadaşları, tamamen Osmanlı generalleridirler. Hele Mustafa Kemal, Sultan Vahidüddin Hân’ın hem şehzadeliğinde ve hem de padişahlığında yaverliğini yapmış bir Osmanlı subayıdır.

2- Kuvay-ı Milliye’nin tohumları, Kasım1918’de müttefik düşman filolarının Boğaz’a girmesiyle atılmıştır. Kuvay-ı Milliye bir şahsın değil, bir milletin eseridir. Bu milletin içinde Mustafa Kemal de vardır. Sultan Vahidüddin de vardır. Düşman toplarının saraya çevrildiğini gören Vahidüddin ve Osmanlı kurmayları, bütün gayretlerini, Anadolu’ya gönderilecek bir komutanla bağımsızlık tohumlarının yeşertilmesi için harcamışlardır. Bandırma Vapuruna Mustafa Kemal ile birlikte kimlerin bineceği tesbit edilmiş ve bunların vizeleri temin edilmiştir. Bütün bunlar, Altan Vahidüddin’in emriyle olmuştur. Her türlü masraf, Padişah’ın özel imkânları ve gizli ödenekten karşılanmaktadır. Arşiv vesikalarından anlıyoruz ki, Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir devlet kurması için her türlü tedbir alınmış ve hatta görev alanında meydana gelen her çeşit önemli gelişme ile ilgili Osmanlı hükümeti tarafından kendisine şifre ile bilgi verilmiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında, halkın gösterdiği büyük ilgi üzerine, İngilizler, Osmanlı Devleti tarafından başka maksatla gönderildiği konusunda ciddi manada şüphelenmişlerdir. 16 Mart 1920’de İstanbul Mütâreke şartlarına aykırı olarak işgal edildiğinde, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanmıştır. Ancak Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri, Anadolu’da meydana gelen gelişmeler ve Rauf Bey gibi bazı farklı görüşlere sahip şahsiyetlere rağmen Mustafa Kemal’in Cumhuriyet istemesi, tek taraflı olarak Mustafa Kemal ile Sultan Vahidüddin’in arasını açmıştır. 1920 ile1922 tarihleri arasında, fiilen idare Büyük Millet Meclisi’nde olmasına rağmen, Sultan Vahidüddin Kuvay-ı Milliye ve Büyük Millet Meclisi aleyhine bir tek şey yapmamıştır. Dolayısıyla Sultan Vahidüddin vatan hâini değil; vatanın istiklâli için tacını ve tahtını terk eden bir vatanperverdir. Bütün gayretlerine rağmen İstanbul’u işgalden kurtaramayınca, Kuvay-ı Milliye’ye de köstek olmamıştır. İstanbul’u terkettikten sonra, İngilizler ve İtalyanlar, bütün gayretleriyle onun taşıdığı hilâfet sıfatını Anadolu’daki Kuvay-ı Milliye aleyhine kullanmak istemişlerse de, Sultan Vahidüddin’in iman kuvveti ve vatan sevgisi buna mani olabilmiştir.” Burada benim görüşüm ve bakış açım ise, keşke Sultan Vahdeddin, can ve ölüm korkusuyla o İngiliz gemisine binmek yerine, Anadolu’ya geçip Kuvay-ı Milliye’ye katılarak “Vatan Kahramanı” olarak tarihteki yerini alır, günümüzdeki tartışmalara ve ihtilaflara da mani olurdu.

“Cumhuriyetimiz, İmparatorluğumuzun çocuğudur”

“Osmanlı Devleti 1299 yılında kurulmuş. Tarihe resmen, 1Kasım 1922 Çarşamba günü intikâl ettiğine ve çöktüğüne göre Devlet-İmparatorluk süresi tam 623 yıldır. O Devlet, kuruluşundan 230 yıl sonra Viyana’dadır. Bir millet ve devletin; başka ırk, başka dil, başka din ve başka bir kültür dünyasına, bu kadar kısa zaman içinde böylesine hâkim oluşuna tarih bir başka örnek göstermiyor. Ama, aynı tarih, o çınar İmparatorluğun 46 yıl içinde mahvoluşundaki sür’ate de, şâhit olmuş değildir. Millet olarak hatâ ve yıkılışın sancılı hikâyelerini dinlemek yerine, haşmetli günlerin masalları ile avunmak alışkanlığına müptelâyızdır. Oysa, eski vatan topraklarımızda bıraktığımız yüzbinlerce vatan evlâdımızın ve İlk Dünya Savaşı ile Milli Mücâdelemizde harcadığımız Mehmetlerimizin, ağasız ve yavrusuz koyduğumuz analarımızın ve tazelerimizin, şu 46 yıllık felâketler zincirinin dile getireceği olaylardan artık ibret dersleri almamız lâzım. 

Üç kıt’aya kurşun gibi yaylanışımızın, fişek gibi dönüşünü yaşamışızdır. Bir de gözümüzü açmışızdır ki, Sakarya ırmağını gerisindeyizdir. Türk milleti ile Mustafa Kemal’in, son varlığımız, huzurumuz ve gururumuz olan Cumhuriyetimiz ile kenetlendikleri harikulâde mucizenin infilâki, bu noktadadır. Amma, yaşadığımız bu felâketli yıkılışın sebeplerinin bilinmesi mutlaka şarttır. Biz Cumhuriyet olarak gökten zenbille indirilmiş değilizdir. Cumhuriyet bir devlet felsefesi ve terkibinin insanımız tarafından şuurlaştırılışının ifâdesidir. Osmanlı, nasıl Selçuklu’nun devamı ise, Cumhuriyetimiz de, o 623 yıllık İmparatorluğun vârisidir. Onun kanını, ruhunu, manâsını, fikriyatını, müesseselerini ve mühtesebâtını taşır. Bugün, şerefler ve saadetle bezenmiş olan Cumhuriyetimiz, o son İmparatorluğumuzun çocuğudur.”

Kaynaklar:

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 1999- İstanbul.

İlhan Bardakçı, İmparatorluğa Vedâ, Alioğlu Yayınevi, 2002-İstanbul.