Her şey zıddı ile kaim olduğuna göre ortaklığın da zıddı rekabettir. Rekabet, ilmi gelişmelere, yeni icatlara ve halkın yararına olduğunda elbette yapıcı ve düzenleyici fonksiyonuyla “hayırda yarışın” hükmüne uygundur. Bir de yıkıcı rekabet var ki, ismiyle müsemma içinde kötülük barındırıyor ve taraflarına zarar veriyor. Sırf karşıdaki dükkan batsın diye fiyatları, maliyetinin altında satan veya tezvirat yayan ahlak yoksunlarını duymuşsunuzdur.

Asıl mevzumuz olan ortaklığın: özünde sinerji vardır. Sinerjinin en kestirme anlatımı: iki işletme , bir araya gelince iki kat güce değil belki onbir kat güce erişirler. Daha somut ifade edersek: ölçek ekonomisinden sözgelimi, Şirketler:hammaddeyi kitlesel alımdan dolayı çok daha az maliyetle tedarik ederler, rekabette daha güçlü olurlar, Arge’de, ürün farklılaşması ve çeşitliliğinde, müşteri ilişkilerinde ve karlılıkta, sektörel konumlanma ve paydaşım vs. de şüphesiz ciddi avantajlar elde ederler.

Pratiğe geldiğimizde ülkemizde “küçük olsun, benim olsun” mantığının hakim olduğunu, ortaklıkların zor kurulduğunu ve çabuk dağıldığını ve özellikle aile şirketlerinin çok daha kırılgan olduğunu gözlemlemekteyiz. Bunun nedenlerine gelince, genelde akıl ve güven zemininin zayıflığından ortaklığın yürümediği, duygusal kopuşla birlikte sonunun geldiğini görmekteyiz.

Sağlıklı ve güzel sonuçlar üreten ortaklık, yazılarımızda sık sık vurguladığımız gibi şeffaflık, hesap verebilirlik-sorulabilirlik, tutarlılık, öngörülebilirlik, ahlakîlik, dürüstlük, vaadinde sadakat ve adillik vs bağlamında güven ile inşa edilebilir. Bütün bu kavramların uygulamada karşılıklarının yazılı bir ortaklık anayasası ile ortaklar arasında rasyonel ve nesnel ölçütlerle sözleşmeye bağlanması gerekir. Bunun için gerekirse profesyonel bir yardım da alınabilir. Uygulamanın hassasiyetle denetiminin ve ihtilafların hallinin üçüncü şahıslar eliyle sağlanması, ortaklığın uzun ömürlü olması bakımından yerinde olur. Bu, sözleşmede hak, yetki ve sorumluluklar açıkça belirlenmelidir. İlkelerin ihlali halinde izlenecek yol da yine hakeza bu sözleşmenin konusudur.

Hani, bir söz vardır Türk gibi başla diye… Bu yol izlenmeden başlangıçta ortağını tanıdığı zannından ve o anki duygu durumundan yola çıkarak irrasyonel, subjektif ve duygusal zeminde büyük bir şevkle ortaklıklar kurulur ve böylece istismarın kapıları ardına kadar açılır. Başlangıçta ortaklığın omurgası adeta örümceğin evi gibidir, dayanıksızdır. Belirsizlik, karşılaşılan her durumda insanları kendi egolarına göre yoruma sevk eder. En ufak bir dalgalanmada ve esintide sû’i zanlar ve çekişmeler başlar. Esasında böyle bir ortaklığı sürdürmek, zararın gittikçe artması demektir ve “zararın neresinden dönülse kardır” sözü bu yapıda doğrudur ve ortaklığın derhal sonlandırılması en akılcı bir karardır.

Sonuçta büyük hayal kırıklığı, hak/hukuk ihlalleri ve maddi zararların yanı sıra neredeyse karşılıklı ilişkilerde onulmaz yaralar açan husumetlerle, dargınlıklarla ayrılıklar/dağılmalar meydana gelir. Aile şirketlerinde ise akrabalık ilişkilerinde büyük hasarlar oluşur. Yukarıda sayılan ortaklıktaki hikmet, yerini büyük bir hezimete ve yıkıma bırakır. Ne yazık ki, bu tip yaşanmış hikayelere çevremizde sıklıkla rastlanmaktadır.

Diğer önemli ortaklık: iş ortaklığı. Yani çalışanlarla ilişkiler…Yanında bir kişi çalıştırandan, yüzlerce kişi çalışan firmalara kadar maalesef çalışan ve yönetici/işveren birbirinden dertlidir. Halbuki, çalışanlarlarla etik sözleşme yapmadan , mevzuata uygun insanî bir performans değerlendirme sistemi kurmadan çalışanların davranışlarından veyahut iş yapmamalarından/tembelliklerinden yöneticinin/işverenin şikayet hakkı yoktur. İstendiğinde pek tabidir ki, taraflar yazılı etik sözleşme ve performans yönetimi ile karşılıklı rızayı tesis edebilirler. Neden olmasın!

Ortaklık temelinin sağlam olması için yazılı, hesap verebilir /sorulabilir ve peryodik değerlendirmelerin şeffaflıkla uygulandığı akıl, kayıt ve güven temelli yapı tesis edildiğinde ortaklık sağlıklı, uzun ömürlü ve verimli olur, taraflar memnun/mutlu olur, murâd edilen sinerji husule gelir.