Ortak akılla hareket etmeliyiz.

Ortak paydada buluşmalıyız.

Aile olmalıyız.

İlkeli hareket ederek kurumsallaşmalıyız.

Ortak hedeflerde buluşursak ancak bir sonuca ulaşabiliriz.

İşletme hepimizin ekmek kapısı, hepimiz işletme için çabalamalıyız.

Hatta milli değerlerimiz bizim kutsalımızdır. Millet olmamız için olmazsa olmazımız milli değerlerimizdir.

Bu cümlelerle hedefler koyar, kendimizi ve çevremizi motive etmeye çalışırız. Doğru mu? Gerçekten de hepsi çok değerli istekler. Peki, bu doğrular yeterince gerçekleşebiliyor mu? Bence hayır.

Gerçekleşseydi;

Çevremizde dağılan aileler, birbirini kıran eşler, batan şirketler, başarısız olan yöneticiler ve patronlar, bir birini kıran arkadaşlık grupları, çatışma, anarşizm, israf olan kaynaklar, kendi kaynaklarını yönetemeyen ülkeler olmazdı.

Gerçi ortak payda, akıl,milli hedef cümleleri öyle çoğunluk tarafından dile getirilen cümleler değil. Ama bir adım öne çıkan birçok insanın konuşmasını ve niyetini süslemesi açısından biraz da olsa değer ifade ediyor.

Peki bu güzel davranışları bir türlü içselleştiremememizin sebebi ne?

Neden yaşam akışımız içinde bu davranışların katma değeri bizlere bir türlü yansımıyor?

Neden iletişim bozukluklarımız had safhada?

Yaya ile araba süren çatışıyor?

Eşler bir ömür havanda su dövüyor?

Şirketler bir türlü sürdürülebilir başarılara imza atamıyor. Atsa bile kırarak, dökerek, kaçırarak saklayarak yapıyor?

Devlet neden bir türlü yeni milli değerler ve politikalar üretmekte yetersiz kalıyor?

Siyaset her türlü farklılığına rağmen neden asgari müştereklerde buluşamıyor?

Soruyu bir de tersten soralım?

Gerçekten mutlu ve yaşam üreten bir aile, amaç olsaydı yine de çatışma olur muydu?

Asıl amaç işin başarıya ulaşması olsaydı şirketler sürdürülebilir ekonominin itici gücü olmaz mıydı? Patron yöneticiler ve çalışanlar mutlu olamaz mıydı?

Devlet değişen şartlara uyum sağlamış, öngören, çözen, adil fayda sağlayan organizasyon olamaz mıydı?

Politikacılar ürettikleri çözümler ile milletin ve memleketin refah seviyesini arttıramazlar mıydı?

Elbette daha değerli, sürdürülebilir bir yaşam biçimiz olabilirdi. Olabilir de.

Ortak paydada buluşmadan önceki halimiz belki de ayağımızdaki pranga haline geliyor. O anı bir aşabilsek, bakış açımızı ve duruşumuzu değiştirebilsek belki de çok güçlü bir yaşamın parçası olabileceğiz.

Benim dikkatimi çeken en önemli davranış biçimimiz kendimizi ve davranışlarımızı mutlak doğru olarak kabul etmek. Sorgulanmaz doğrularımızı, aslında olmasını istediğimiz gelişmiş yaşamla aramıza görünmez duvarlar olarak örmek.

O davranışlarımız; içinde bulunduğumuz ailemiz, mahallemiz, aşiretimiz, şehrimiz içinde bize başarı sağlamış, sahip olduğumuz konuma da o şekilde gelmiş olsa bile;

Kendimizin sahip olduğu kültür ikliminin dışında bir hayat kurabilmemiz için doğrularımızı gözden geçirmemiz gerekecek. Karşılıklı feragatlerle yeni oluşumların bir parçası olacağız.

Köyümüzde, mahallemizde sahip olduğumuz davranış biçimi ile çok mutlu da olabiliriz ama kurmak istediğimiz yeni yaşam, edindiğimiz bilgi ve kültür ile içine girdiğimiz yeni ortamlar, ulaşmak istediğimiz yeni iş ve ekonomi şartları, gelişen dünya düzeni hepimizi karşılıklı değişimlere zorluyor.

Hal bu iken çevremizi, herkesi kendi şartlarımıza, alışkanlıklarımıza uymaya zorlar, kendimizi mutlak doğruların sahibi olarak görürsek, öncelikle kendi bedensel ve ruhsal sağlığımızın gelişimini bozarız. Toplum çevre ve insanlarla sürekli çatışma halinde oluruz. Kırarız kırılırız.

Sahip olduğumuz bilgi, öğrendiğimiz yeni kültürler bizi uygar dünyaya taşıyacakken dar yaşamımızın bir efendisi haline getirir. Biz kendimizi öyle sanırız. Ama firavunlaşırız.

Yerel iş adamı ve politikacı tanımıştım. Çok zeki, kültürlü biri… Bakış açısı çok zengin. Feraseti açık. Uzak görüşlü. Kaşif ruhlu. Azimli ve kararlı… Duruşu ona bir karizma vermiş. Önemli başarılara imza atmış.

İş kurmuş, iş batırmış, servetler kaybetmiş. Çevresini, kırmış, kırılmış. Dışlanmış. Çevresine sağladığı faydalar durumuna ve konumuna göre çok fazla. Hala faydalı da olmaya çalışıyor.

Ama bir türlü arzu ettiği yaşama ulaşamıyor. İki dalda üniversite eğitimi almış. Okuyor,öğreniyor. Hayatı anlama becerisi güçlü.

Onu anlamak için, izledim, gözledim kafa yordum.

Öncelikle evrensel olarak bir hayat üretecek kapasitesi var iken, ruhsal olarak kendi mahalle ve aile davranışını gelişimine göre güncellememiş.

Alışkanlıkları içine girdiği yaşam içinde yadırgansa bile çevresine sağladığı faydalarla görmezden gelinmeyi paye sanmış ama körelmiş. Akıllı politikalar geliştirme yerine uyanık, kurnaz ve kısa vadeli davranışlarla uzun vadeli hedeflerini gölgelemiş. Aile, mahalle ve yerel kültürün içinde hoş görülen her davranışı hayatın genel davranışı olarak kabul etmiş.

Yaşlandıkça, deneyim kazandıkça, çevresine göre de daha, gelişmiş hayatlara kavuştukça aynı zamanda evrensel değerlere de ulaştığı kanısına sahip olmuş.

Kendi kültürel sınırları içine çıktıkça çatışmış, bunu anlaşılmadığı şeklinde değerlendirmiş.

Dar kültürün bilge adamı konumuna gelmiş, geniş dünyanın cehalet koridorunda kaybolmuş.

Anlama ve algılama kapasitesi çok kuvvetli olmasına rağmen bu yeteneğini keşfetmek, yeni hayatlar kurmak, ortak paydalar üretmek için değil hayatı kendi önünde diz çöktürmek için kullanmış.

Küçük ve basit zevklere bütün kazanımlarını ve potansiyellerini kurban etmiş.

Ortak payda ile beraber daha güçlü katma değerli hayatlar yerine kendi kısa vadeli hayallerinin kahramanı olmayı seçmiş.

Çocukluk hayallerini gerçekleştirirken, yeni hayaller ve amaçlarla hayatını zenginleştirmemiş.

Sadece kendi çevresinde geçerli sıfatları n övgüsü altında daha büyük payeler ile arasına duvarlar örmüş.

Yani eğer doğru gelişim sağlayabilseydi; uluslararası bir politikacı diplomat, işadamı olabilecek kişiden, geriye çaresizliğe hapsolmuş ruhsal ve bedensel hasarlar almış bir insan kalmış. Şimdi yeniden keşfettiği bir yoldan çıkış arıyor. Ama yerel davranışları ile evrensel davranışları arasında uyumu yakalamadan

Bu ruhun; bir eş, arkadaş, bir patron, yönetici bir politikacı bir devlet adamı olarak biz olduğumuzu düşünelim, ortak paydaların neden kurulamadığı, ortak akılın neden harekete geçemediği neden, milli hedeflerimizde zenginleşemediğimiz ortaya çıkmaz mı?