Aradan iki üç ay ya geçti ya geçmedi. Bir sabah erkenden yengenle kahvaltı yaparız, kapı çalındı. Şöyle pencereye uzandım. (Ülen yanlış mıyım avrat; bak bakayım bizim yüzsüz yeğen geldi) didim. Baktı o da tanıdı. Camdan (Dayı ben geldim ne yaparsınız, iyi misiniz?) demez mi? Sanki vardığımızda bizi tanımayan, gazımayan o değil! Heç bir şey olmamış gibi aynı eski samimiyeti ister. Amma bu sefer altında da iyi bir at var. Haaa at tam doru gayrı Ismaylım. Cedit yeni (hiç kullanılmamış), şöyle pavkırıyor. (ön ayakları üzerine kalkıp oynuyor) Üşkağıtcı, (Dayı atı ahıra bağlayacağım, yer var değil mi?) diy sorunca (Bağla guzum, sen bizden iyi bilin. Ahırı sormaya ne hacet? Her yerler boş) didim. Atı ahıra bağladı. Pencereden seslendim (gel kahvaltı hazır, karnını doyur) didim. (Yooo dayı, bazara yetişeceğim, hayvan alabilirsem alırım, alamazsam yarın gelirim. Aşağı inersen ata bir yem döküver. Benim işim ecele) didi. (acele) Ben de (Oğlum ben inemem. Yemi samanı bol ver heyvana) didim, gitti. Hanıma dedim ki (Haydi hanım aşağıya, ahıra bir inelim

ata bir bakalım) didim. Bizim de ahırda bağlı kötü bir at var. İkimiz de ihtiyar olunca o kadar yemin samanın bolluğunda atı ihmal ettik. At biraz zayıf kaldı.

Hanım benden şüphelendi (aman herif, otur şurada. Aşağıda ne yapacan) dedi? (Kalk ulen, bizim atın alnına gün doğdu) didim. (Biz de bu gidiye bir Gonya külahı giydirelim, hak itti garim deyus) didim. Aşağı indik Ismaylım, ahıra vardık. Amma atını gören benim olsun der, öyle gözel. Ismayıl ağan durur mu? (Hanım, şu yeğenin atını bizim içeri ahıra, bizim atın yerine bağla. Bizim kel atı da getir, bunun yerine bağla) didim. Hanım itiraz idecek oldu, amma onu da azarladım. Ve atların yirlerini değiştirdik. Hanım bana azıcık gızdı (kızdı sinirlendi demek), amma yine de didiğimi yaptı. Nire yapmayacak canım sıkkın dabışa!

Yiğen o gün gelmedi amma ertesi sabah geldi. (Dayı ben geldim, mal bulamadım. Filan kazanın pazarına gideceğim, atı salmaya geldim) dedi. (Oğlum gel kahvaltı yap) didim. (Olmaz dayı geç kalırım) dedi. (Eyi oğlum, sen bilirsin. Bağladığın yerden sal git atını) didim. Adamın ahıra girmesiyle çıkması bir oldu. (Dayı benim at değişmiş, bu at benim at değil) nasıl bağırır! (Bilmem oğlum, Başka at bağlayan olmadı, o attır, bizde başka at eşşek yok) didim. (Olmaz dayı, hele aşağı bir gel. Bu at benim değil) diye feryat ider. Şöyle yavaşça aşağı indim. Yanına vardım garam, ensesine sokuldum. Gulağına (oğlum bu at senin, dünden beri don değiştirmiş olabilir. Guzum iyi bak ata) didim. (Yok dayı ben tayımı bilmez miyim? Ben deli miyim yahu!) demez mi? İşte o zaman gafam gıvrayıverdi Ismaylım (yani canım çok sıkıldı demek.) Bizim iki kanatlı kapının küssüğünü (kapının ardına dayanan dayak) elime aldım. (Ulen gidi sen değilsin de ben mi deliyim? Sen ne dabış (yaramaz hilekâr) adamsın! ORAYA (memleketine) VARIRIZ, DAYINI TANIMAN, BURAYA GELİN TAYINI TANIMAN! Gidi bir de ben deli miyim diye bana soran!) dirken iki ganatlı gapının küssüğünü bunun ense köküne (boynuna) bir vurduydum Ismaylım. Süğsününün üstüne (yüzünün üstüne) bir gitti. (Yüz üstü düştü) Oracıkta accık yattı, ben eve goydum gettim. Yengen bana kızıyor, (ayıp ettin elin adamına vurmakla) barmağını yalat bari adam ölecek herif deyyor.

Ona da şöyle tersçe baktımget içeri dedim, sesini kesti. Birez sonra adama baktım, o kötü ata binmiş bir gider amma! (Haydi, dabış bir daha dayıyı emmiyi iyi belle gayrı) didim. İşte böyle bir iş geldi başıma, o adamdan da böylece gurtulduk” diye çok tatlı bir tavırla gülerek başından geçen olayı bana anlatmıştı.

Allah gani gani rahmet eylesin, yattığı yer nur olsun, hoşça kalın