Yakın tarihimizde Gaspıralı İsmail’den Yusuf Akçura’ya, Ziya Gökalp’ten Hüseyin Nihal Atsız’a, Alparslan Türkeş’ten Dündar Taşer’e, Galip Erdem’den Muhsin Yazıcıoğlu’na kadar, birçok Türk Milliyetçisi yetişmiştir. Türk Milleti’nin tarihinde büyük işler başarmış, Türk’ün birliğine ve dirilişine sebep olmuş, nice Alperenler, bir nice adsız Kahramanlar vardır. Bunların cümlesine Ülkücü diyoruz.

Çünkü Ülkücülük; Türk Milleti’ni sevmek, saymak, O’nu yüceltmek ve yükseltmektir. Büyük Türk Milleti’ne hizmet etmek, Türk’ün bağımsızlığı için çalışmaktır. Türk Milleti’nin müreffeh yaşamasını sağlamak, Milletlerarası camiada; Türk toplumlarının hakkını, hukukunu korumaktır. Dünya’da yaşayan bütün Türklerin, Temel İnsan Haklarına uygun, hürriyet içerisinde yaşamalarını savunmak ve sağlamaktır.

Ülkücülük, tarihe mal olmuş Türk büyüklerinin yolundan gitmektir. Oğuz Kağan’dan Sultan Alparslan’a, Fatih Sultan Mehmet’ten Atatürk’e kadar gelen Türk Devlet adamlarını iyi tanımaktır. Ülkücü, aydın, okuyan, araştıran, ferasetli akıl ve şuur sahibi, özverili Türk Milliyetçisi demektir.

***
Üstat Necip Fazıl'a sormuşlar " Anlat bakalım üstat kimdir bu Ülkücüler? O da cevap vermiş.

“Allahsızın nefret,

Namussuzun dehşet,

Yüreksizin heybet,

Başıboşun mihnet,

Devrimbaz'ın zülmet,

Eyyamcının şirret,

İnmelinin sıklet,

Anarşistin devlet,

Komünistin illet,

Sandığı ve tanıdığı İslam'ın nurunu Türk'ün altın kabında parlatan muhterem insanlardır.”

***

Dr. Mehmet Güneş, “Mazlum ve Mahzun Bir Nesil” adı altında bir yazı kaleme almıştı. O yazıda bizim kuşağın öncü nesli, samimi, vatansever ve hasbi duygulara sahip bir kuşağın temsilcisi ülkücüleri anlatıyordu. Bu yazıdan bazı alıntılar yapacağım.

“Hayatlarını davaları için sebil ettiler... Tarihteki isimsiz kahramanları temsil ettiler... İnançlarına bağlı, Turan illerine sevdalıydılar... "Türkiye" denince kalpleri bir başka çarpardı... Yüreklerinde hep vatan ve bayrak aşkı vardı... Türk’e muhabbeti İslam'a hürmet bildiler... Gönül mimarlarının rahlesinde gerçek aşkı buldular... Ve her zaman "Ülkü denen nazlı geline sadık kaldılar.”

“Onlar, nefretin kucağına oturmayıp, muhabbetin ocağını tüttürdüler... Ergenekon'dan yola çıkan "Oğuz Karahan nesli" olarak Mekke'nin tevhit nurunda yıkandılar... Gece vakti batmayan güneşi, secdede buldular... Kimi zaman Yunus, kimi zaman Yavuz oldular... Onlar; fıtratlarının ve meşreplerinin gereğini yerine getirip, "Yüce dileğe doğru" yola çıktılar... "Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz" diyerek hedefe doğru vakur adımlarla yürüdüler.”

“Onlar; "Gayesiz bir hayatın, manasız bir kelimeden ne farkı vardır" düşüncesiyle, hayatlarını İ'lây-ı Kelimetullah davasına adayan, "Kanımız aksa da zafer İslâm'ın" diyerek "Bir hilâl uğruna" gurûb eden güneşlerdi... "Hubb-ül vatan minel îman" (Vatan sevgisi imandandır) diye buyuran İki Cihan Serveri'nin mukaddes davasının karasevdalısıydılar... Onlar, "Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun" diyerek; vatana can, bayrağa kan veren muzdarip bahtiyarlardı.”

“Onlar; ihtişamlı bir medeniyetin inşası için besmele çekip zora talip olan, mücadelenin iman, sabır ve çileyle yoğrulması gerektiğine inanan, "Zaferle değil seferle yükümlü olduklarını" bilen, "Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız" diyen Anadolu Alperenleri olarak tabutluklardan başlayıp idam sehpalarına kadar uzanan bir hayata tâlip oldular, gençliklerini yaşamadan en güzel yıllarını zindanlarda, hücrelerde geçirdiler... "Yusûfiye" denilen çilehanelerde yeni bir ruh ve aşk potansiyeli idrak edip, nefis terbiyesini tamamladılar.”

“Onlar; hayatlarını Hakk'a göre tanzim eden, muhabbetleri de, nefretleri de Türk-İslâm Ülküsü ‘ne göre şekillenen Alperenlerdi... Süflî sevdalar onların gönlünde asla yer bulamadı... Basit dünyevî hesaplar ve menfaatler için ideallerini rafa kaldırmadılar... Kalbini ve beynini hiç bir zaman midelerinin emrine vermediler. Allah'a hakkıyla kul oldukları için, kula kulluk etmediler.

Onlar, " Şerefle kaybedilen davanın üzüntüsü bir gün sürer, şerefsizce kazanılan makam ve mevkiin zilleti bir ömür boyu devam eder" diyen koç yiğitlerdi.”

“Onlar; Efendimiz ‘in "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" hadisini rehber ettikleri için zulme ve haksızlığa rıza göstermediler... "Mazlumlara karşı izzetli ve merhametli, zalimlere karşı da onurlu ve kuvvetli" oldular... "Kadife eldiven içindeki çelik yumruk" diye tarif edildiler... Hakkın sevdasıyla zamana ve mekâna meydan okudular.”

“Onlar; idealleri öldürülen bir milletin önce zihnen, sonra da cismen küçüleceğini biliyorlardı... Bu sebeple şahsî ideallerin değil, millî mefkûrelerin peşinde koştular... Onların lügatlerinde köşe dönmek, şaibeli ihale almak, rüşvet almak, haraç almak, vebal almak yoktu; gönül almak, dua almak, şan ve şeref almak vardı.”

“Onların, gayri meşru edinilmiş malları, haram üzerine bina edilmiş mülkleri ve alın teri değmemiş bol sıfırlı banka hesapları yoktu ama dünya nizamını tesis etmek gibi bir ülküleri, Turan denen mukaddes mefkûreleri ve Türk Milleti'ni "Ufukların Efendisi" yapacak Kızılelmaları vardı.”

“Onlar; millet kültürü üzerine kurulacak bir devletin Devlet-i Ebed Müddet olacağını, milletle bütünleşmeyen, milleti yok sayan, millete ters düşen yapılanmaların uzun ömürlü olmayacağını bilen tarih şuurunun sahibiydiler... Onlar, mâziyi sahiplenip, hâli kucaklayarak, istikbâle milletimizin mührünü vurmak isteyen yerli düşüncenin temsilcileriydiler.”

“Onlar; yiğitliklerinin bedelini canlarıyla ödeyip, kendi tarihlerini kanlarıyla yazan, bir kaç damla gözyaşına okyanusları sığdıran, "Yiğit bir kere ölür, korkak bin kere" diyerek ölümle dost olmuş gönül erleriydiler... Onlar, çelik bilekliydiler, çatal yürekliydiler, mertlik sembolüydüler, gani gönüllüydüler... Onlar, mübarek ecdadımız Yavuz Sultan Selim Han gibi "Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık da ölüme götürür" diyen ve akıncılar çağından günümüze kalan son Osmanlıydılar...”

“Onlar; sonbaharın mecalsiz bıraktığı mihri can vurgunu yemiş yapraklar misâli sararıp solmadılar, baharı yaşarken inancını bir kuvvet iksiri gibi ruhuna doldurup, ülkenin de bu inanç iklimini soluklamasını istedikleri için gök ekinken solduruldular...”

“Onlar; sistemin bekçiliğini yapmadılar, davalarının gereğini ifâ ettiler.Birileri onlar adına ihale almış olsalar bile; onlar sistemin sistemsizliğini sorguladılar, zulüm düzenine karşı kavga verdiler. "Bu düzen batmaz ise bu vatan batacaktır", "Kavgamız vurguncu düzenedir" dedikleri için, beşeri doktrinleri aşıp İ'lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü ‘nü savundukları için, sistemin hâkimlerinin hâdimleri olmadıkları için, çizmeyi aşıp "çok oldukları" için mimlendiler, zulme uğradılar, haklarında îdam kararları verildi.

Onlar; mevcut sisteme alternatif olacak "gölgesiz ve lekesiz bir adalet nizamı" savunurken, köhnemiş bir düzene çekidüzen vermenin ya da düzenin bir parçası olmanın düzenbazlık olduğunu çok iyi bilecek ferâset ve basîret sahibiydiler. Bu sebeple egemen irâdenin "tehdit sıralamasında" her zaman "tehlikeli" sayıldılar...”

“Onlar; hançeremizi yırtarcasına söylediğimiz kahramanlık türküleriyle ve mehter marşlarıyla coştuğumuz, Kerkük'te Ata Hayrullah, Azerbaycan'da Şehriyâr, Kırım da Mustafa Cemiloğlu, Doğu Türkistan'da Osman Batur olduğumuz, kimi zaman Çin sarayını basan Kürşad'la, kimi zaman Ötüken'deki yiğitler yiğidi Oğuz Han'la, kimi zaman Malazgirt Meydanı'nda Alpaslan'la, kimi zaman İstanbul surlarında Ulubatlı Hasan'la, Çaldıran'da Yavuz Sultan Selim Han'la, Mohaç'ta, Kanuni Sultan Süleyman'la, Bağdat'ta Genç Osman'la, Tuna boylarında akıncı beyleriyle özdeşleştiğimiz ve Türk tarihini ruhumuzda yeniden yaşattığımız serdengeçtilerdi...”

“Onlar; "istikrar" icat olup mertlik bozulmadan önce Şeyh Sâdi'nin " Dünya bir metâ değil ki, niza'a değsin" sözünü hayat felsefesi yapmışlardı... Dünya nimetleri karşısında eğilmemişler, bükülmemişler " Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi" diyen Yunus Emre gibi gönül sultanlarını rehber edinmişlerdi... "Bir devrin delikanlıları" diye de tabir edilen bu Alperenler; "Asım'ın Nesli" de oldular, "Beyaz Zenci" de oldular, "Beşiktaşlı" da oldular, ama asla düzene payanda olmadılar... Millî değerlerimizin, kültürümüzün ve Türk Kimliği'nin savunucusu oldular, yaşatmayı yaşamaya tercih ettiler... Zamana teslim olmamak, zamanı teslim almak için mücadele verdiler... Onlar, Hakk için yola çıktılar, yoldan çıkmadılar...”

“Onlar; Allah'tan başkasına minnet etmediler... Eylül'deki hüznü, çileyi, yalnızlığı ve ihaneti yaşadılar, fakat inançlarını ve ideallerini kat'iyyen inkâr etmediler... Onlar; beşerî ihtiraslar ve dünyevî menfaatler için başkalaşım geçirmediler... Onlar; malum odaklara şirin gözükmek ve menhûs mahfillere yaranmak adına mefkûrelerine gölge düşürmediler, itibarlarını zedeletmediler... Onlar; mevsimlik idealist, sentetik milliyetçi, seyyar kıbleli muhafazakâr ve fason dâvâ adamı olmadılar.”

“Onlar, birilerinin müsaade ettiği kadar milliyetçilik yapmayı, zinde güçlerin izin verdikleri nispette inançlı olmayı kabul etmeyen; kalemi, kelâmı ve selâmı Kıble ‘ye dönük olan, gönlü Türk Dünyası'nı kucaklayan, kalbi Türkiye için çarpan Alperenlerdi.”

“Onlar; resmi bir paragrafta nesne olmaktansa, sivil bir cümlede özne olmayı tercih eden, inandıkları yolda dimdik yürüyen, kırılmayı göze alan, fakat hiç bir zaman bükülmeyen yiğitlik abideleriydi...”

“Onlar, başı dik, alnı ak, sevdası Hak olan güzel insanlardı...
Onlar, "Kevser akan, "Gül" kokan" kahramanlardı...
Onlar, "Türk Dünyası’na sevdalı gönüllerdi...
Onlar, "Eylül'ün Kırdığı Gül’lerdi...
Onlar, Türk'ün yürek sesiydi...
Onlar, Türkiye'nin beşik kertmesiydi...
Onlar, idealizmin son efsanesiydi...
Onlar, Anadolu'nun alın teriydi...
Onlar, "Bu Ülkenin "yerlileriydi...
Onlar, bize "Eylül “den değil, "Ocak “tan yadigârdı...
Onlar, "Bizim çocuklardı.”

Peki, gelinen nokta yağma düzeninin son hızıyla devam ettiği bir zamanda, “Kavgamız yağmacı vurguncu düzen ile “ diye yola çıkan, bizim ocaklılar. samimi, idealist, hasbi dava adamları şimdi nerde? Bilen gören var mı?

Onlar nerde şimdi?

Baki selamlar.


Kaynak 1: http: Dr. Mehmet GÜNEŞ, Mazlum ve Mahzun Bir Nesil, www.eskimeyendostlar.net/makale/onlar/4689

Kaynak 2: Kim Bu Ülkücüler, Muhammed Göktuğ, Berikan Yayınevi,2011