Adaleti sağlamak için görevli olanların kararları; adaletsizliği devam ettirmeye değil, onu önlemeye ve adaletsizliği yapanları caydırmaya yönelik olmalıdır.

İki gündür, bir şehrimizde yaşanan çiğ köfteci olayını takip ediyoruz milletçe. İzlerken şahsen benim tüylerim diken diken oluyor. Hem ilk ve hem de ikinci olaydaki esnaf gençlerin itidalli, davranışları, şiddeti uygulayana karşı olan tavırları gerçekten her türlü övgüye değer idi. Ancak karşı taraf bunu bir zafiyet kabul edip şiddetini artırdıkça artırdı.

Böyle bir şiddetin yapılma sebebinin “alkole bağlanarak” olayın vahametinin hafifletilmesi yönünde yorum yapanlar da vardı. Kanunlarımızda böyle hafifletici bir sebep mi var onu bilmiyorum. Eğer böyle bir durum varsa zaten onun kendisi başlı başına bir fecaattir.

Şiddeti uygulayan taraf polis gözaltına alınıp, savcılık kararıyla serbest bırakılınca millet; “yine yapanın yanına kâr kaldı” diye kararı bu yönüyle eleştirirdi. Ancak bu karar şiddeti uygulayan tarafın olayı daha da büyüyerek, akraba, hısım ve taallukatı yeniden harekete geçirip aynı dükkânın bu defa bir başka çalışanına şiddet uygulamasına ve her yeri tarumar etmesine sebep oldu. Adaletin verdiği bir karar şiddetin artmasına değil ortadan kalkmasına neden olmalıdır diye biliyorum ben şahsen. Ama suça meyilli olanlar, mutlaka kanunları ve hukuk adamlarının verdikleri ya da verebilecekleri kararları en az hukuk adamları kadar biliyorlar ki “bize bir şey olmaz” düşüncesiyle hareket ediyorlar.

“Hem suçlu hem güçlü” diye dilimize yerleşmiş olan atasözümüze benzer daha birçok söz varken, bu sözlerin kanunları yapanlarımızca mutlaka dikkate alınarak hareket etmelerinde milletimiz ve insanlık için büyük fayda vardır.

“Adalet mülkün temelidir” sözünün, sadece hitabetlerin güzelleşmesi için kullanıldığı artık aşikar. Kürsüye çıkan en büyük yöneticimizden en alt kademedeki görevlimize kadar “adalet mülkün temelidir” güzellemesini mutlaka yapıyoruz ama buna mukabil, şiddet artmaya, öldürmeler çoğalmaya, hırsızlık, uğursuzluk, gasp, darp olayları da bu şekilde artmaya devam diyor.

Niye artmasın ki. “Yapanın yanına kâr kalıyorsa” eğer, insanlar elbette karlı olan işi yapmaya meylediyorlar.

“Adalet, mazlumları korumuyorsa o adalet değil, işkencedir.” “Adaletin küçüldüğü ülkelerde, büyük olan artık suçlulardır.” Bu sözler tecrübelerin ürünü olan sözlerdir.

“Güçlü olan haklıdır” şeklinde toplumda yaygın bir kanaat vardır. Toplumların yok olmasına sebep olacak olan anlayış ve kanaatlerdir bunlar. Bu anlayış toplum içine bir yerleşti mi artık korkmaya başlamak gerekir.

“Güçlü, hiçbir zaman hukuka ihtiyaç duymaz. Ne zamanki gücü elinden giderse ‘hukuk’ diye bağırmaya başlar. Zira güçlü iken adaleti kendi gücü ile sağlamaya çalışır ve her zaman da başarılı olur. Ama güç elinden gittiğinde adaleti hukuktan, başkalarından eklemeye başlar.” Bunun örnekleri tarih boyunca hep görülmüştür.

“Sevginin kurduğu devleti, adalet devam ettirir” demiş Farabi. Adalet insanlığın yaşamaya başladığı andan itibaren en çok ihtiyacı olan kavram olmuştur.

İnsanlarımız da adalet konusunda hep kendi anlayışları ile hareket eder durumdadırlar. Elbette bir olayın en az iki tarafı olur. Bu taraflardan birisinin ceza alması karşı tarafı memnun eder ve adaletin nimetlerinden bahsetmesine neden olur. Ceza alan taraf ise ilk kabahati adalette bulur.

Herkes kendi menfaatine uygun hareket edilmesini talep eder adaletten. Ancak bir kurallar bütünü olması gerekirken kanun yapıcı “nereye çekersen oraya sünen ”  kanunlar yapmaktan da vazgeçmeli ve var olan bu aksaklıklara acilen tedbir almalıdır.

Bu durumdaki asıl kabahat, kanun yapanların ve onu uygulama makamında olanlarındır maalesef. Birçok olayı muhakeme ederlerken “kırk dereden su getirip” kararlarına kılıf uydurma çabası içine girebiliyorlar. Biliyoruz ki birçok karar kanunlara uysa da toplumun vicdanına uymamakta ve mahkemelerce verilen kararlar zaman zaman infiallere sebep olabilmektedir. Hâlbuki kanunların ve hukukun “toplum vicdanına uyması” beklenir.

Özellikle son zamanlarda sanki “sosyal medya” denilen olgunun hâkim ve savcı karalarında önemli rol oynadığı gibi bir yaygın kanaat vardır.

Acaba “toplum vicdanı” olarak artık “sosyal medya” mı bir kıstas olarak ele alınmaktadır? Burası da tartışılır.