İttifak Holding Konyaspor Kurumsal İletişim Direktörü Mustafa Göksu, gazetecilik ve televizyonculuk mesleğine dair deneyimlerini 10LAR Dergisi’nin 10 Ocak Gazeteciler Günü için çıkardığı özel sayısına anlattı. Hayatı boyunca okumayı kendisine ilke edindiğini söyleyen Göksu, “Gazeteci halkın görmeyen gözü, duymayan kulağı ve konuşmayan dilidir.” dedi.

Süper Lig temsilcimiz İttifak Holding Konyaspor’un Kurumsal İletişim Direktörü Mustafa Göksu, Konya Yenigün Gazetesi’nin 10LAR Dergisi’ne konuk oldu. Bu ay 10 Ocak Gazeteciler Günü dolayısıyla özel bir sayı çıkaran Konya Yenigün Gazetesi, mesleğe yıllarını vermiş isimleri konuk etti. Sezon başında Konyaspor İletişim Direktörü Hüseyin Ekinci’nin görevinden ayrılmasından sonra göreve gelen ve taraftarın beğenisi kazanan Mustafa Göksu, gazetecilik ve televizyonculuk tecrübelerini 10LAR Dergisi’ne anlattı.

KENDİNİZİ TANITIR MISINIZ?

“Konya Bozkırlıyım ve memur bir babanın çocuğuyum. O yüzden babamın görev yaptığı Ağrı Eleşkirt’te doğdum. 1,5 yaşında tekrardan Konya’ya taşındık. Konya’da büyüdüm ve burada okurken çalıştım. Pazarlarda naylon poşet su ve kibrit sattım. Dumlupınar mahallesindeki pazarda 3 nolu sahanın arka tarafında bulunan pazarda kibrit satan çocuk bendim. 6 kardeştik memur babanın bir çocuğu olarak da bütün kardeşlerim okuyordu. Eğitim ve öğretim hayatı zor geçti ama keyifli geçti. Her zaman kendimi geliştirmek için çabaladım. Okuldan daha fazlasını almak için çok fazla kitap okudum. Araştırma ve analiz yazılarını çok okudum. Sonrasında bu durumu hayatımda bir ilke haline getirdim ve hayatım boyunca okumayı bırakmadım. Bu durum bana çok şey kattı. Hayatımda ilk kez Konya’ya Mevlana Müzesi’ni ziyarete gelen bir çift ile tanıştım. Çat-pat İngilizcem ile onlarla konuştum. Otogardan Mevlana’ya gitmek istiyorlardı ve onları Mevlana’ya götürdüm. Barcelona taraftarlarıydılar. Adamın üzerindeki montta Barcelona arması vardı ve o zamanlar baskılı montlar yoktu. O zamanlarda bana bir hediye vermişti ve o zamandan sonra benim futbola ilgim daha da arttı. Evimizin önünde 4 nolu sahada maçlar yapılırdı ve evimizin çatısına çıkardım ve maçları anlatırdım. Radyodan maç dinlemek hobimdi. İlker Yasinler, Ümit Aktanları dinlerdim. Benim radyo hikayem 13-14 yaşlarında başladı. Çocuk tiyatrosundan çocuk sesi olarak çalıştım. Aradan yıllar geçtikten sonra 21-22 yaşlarında Marmara FM’e koordinatör oldum. Radyo yönetimi ‘maç yayınları yapalım’ dedi ve biz Ümit Aktan ile anlaştık ve maç yayınların yaptık. Aslında benim kademe olarak Ümit ağabey benim altımdaydı ama çayını tostunu ben getirirdim. Sonrasında 8-9 yıl Ümit ağabeyle hiç ayrılmadan çalıştık. Ben onu radyoya o da beni televizyona taşıdı. Program yapımcılığı yaptım, radyoda 600’e yakın maç anlattım. Televizyonda birçok programın yapımcısı oldum. Son olarak TRT’de yayınlanan ‘Haydi Maça’ programının yapımcılığını yaptım. NTV radyoda programlar yaptım. Ardından 2013 yılında A Haber’den bir teklif geldi ve orada işe başladım. 1 yıl sonra A Spor kanalını kuracağız dediler. Serkan Korkmaz, Ender Bilgin, Ceyla Büyükuzun Aykut İnce ben A Spor’u kurduk. 8 yıl A Spor’da çalıştım. Son olarak Programlar Şefiydim. Annem ve ağabeyin ardı ardına vefatlarından sonra babam Konya’da yalnız kalmıştı ve Konya’ya dönme gibi bir fikir oluştu. O sırada A Spor’dan ayrıldım Konya’ya dönmek için hazırlanırken, Konyaspor’dan teklif geldi. Tevafuk bence ya da babamın duası. Fatih Özgökçen gibi çalışılabilir, kültürlü bir başkan çağrınca ben de hayır diyemedim. Aslında kariyerimde hiç kulüpte çalışmak yoktu ama buradayım artık. Şimdi baktığımda iyi ki gelmişim diyorum.”

TELEVİZONCULUK HAYATINIZA NASIL GİRİŞ YAPTINIZ?

“Çocuk tiyatrosunda sesi okuyacak bir arkadaşımız rahatsızlanmıştı ve bunu okuyacak birisini arıyorlardı. Ağabeyim ‘yapar mısın’ dedi. Ben de yaparım dedim. Bir gün tonmaister arıyorlardı olur musun dediler. Ben de olurum dedim. Tonmaister kullanmasını o zamanlar bilmiyordum koca bir cihazdı şu an ki gibi teknolojik değildi ama öğrendim. Tonmaisterlık yapmaya başladım. 3 ay sonra prodüksiyon şefi oldum. Akabinde spor programı yapacağız sen çok ilgilisin yapar mısın dediler. Yaparım dedim. Sonrasında Ümit Aktan, bizim televizyon programında kanal bize kurgucu vermiyor, montaj yapacak kimse yok. Böyle birini tanıyor musun dedi. Ben yaparım ağabey dedi. Ancak bunu dediğimde hiçbir montaj programını bilmiyordum. Bu durumu konuştuğumuzda saat 16.00’ydı. Sabahına hiç uyumamıştım ve 2 tane klip hazırlamıştım. Ardından Ümit Aktan tarafından televizyona götürüldüm. Programlarda yapım yardımcısı olarak çalışmaya başladım. O sırada Ümit Aktan Türkiye Gazetesi’nde yazdığı köşesinde ‘Mustafa Göksu’ alt başlığı altında beni onore etmişti.  Bu süreçte radyoda maç anlatmaya başlamıştım. Çok fazla radyoda maç anlattım ve iddialı olduğum konulardan biridir. Bu süreçlerden sonra ustalar tarafından ekrana çıkmam gerektiği söyleniyordu. Ben de hiç ekrana çıkmak istemiyordum. Ancak ısrarlardan dolayı ekran karşısına çıktım. TVNET spor spikeri arıyordu ve teklifte bulundu. TVNET’te de çok iyi bir ekip vardı. O zamanın spor müdürü Eyüp Karakuş şu anda Anadolu Ajansı’nın spor müdürü. Odan çıkan birçok kişi çok iyi yerlere gitti. İlk kez ekrana orada çıkmaya başladım. Ondan sonra bir 4,5 yıl ekran karşısına çıkmadım ve İstanbul’da büyük bir ajansta genel koordinatörlük yaptım. Bu süreçte medya ile bağım kopmasın diye ‘Haydi Maça’ programı TRT’ye taşınmıştı ve o programın yapımcısıydım. Hafta içi her gün sabah ise NTV Spor radyoda program yapıyorduk. Ajanstan ayrılmaya karar verdiğimde hem TRT’deki hem de NTV Spor’daki işimiz aynı anda bitti. Ajanstan ayrıldıktan 3 ay sonra A Haber’den teklif aldım. Aslında medyada ilerlemek için bir çaba sarf etmedim. Hep beni çağırdılar ve ben hep çağrıldığım yerlere gittim. Kariyerimde birçok ödül aldım ve Türkiye’de ödüllerin birçoğu hatır gönül ve ikramdır.  Böyle olmadan tırnaklarınla kazıyarak ödül almak çok zor iş ve ben bunu yaptım.”

GAZETECİLİK VE TELEVİZYONCULUK MESLEĞİNDEKİ EKSİKLİKLER NELERDİR?

“Herkes gazeteciliği ve televizyonluğu kendisi mesleğe başladığında bu mesleğinde onun döneminde başladığını sanıyor. Bu meslekte ustalara kesinlikle saygı kalmadı ve ben bu meslekte usta-çırak ilişkisine inanıyorum. Biz Türkiye’de okulluları alaylı yaptığımız zaman gazetecilik ve televizyonculuk ciddi anlamda başka bir noktaya gelecek. Bu mesleğin bir geçmişi var. Bu mesleğe yeni giren birinin ustaları bilmesi lazım. Halit Kıvanç’ı, İlker Yasin’i Ümit Aktan’ı bilmek zorundasın. Şu an izlediğimizde Hıncal Uluç’a burun kıvırıyoruz ama adamın geçmişini biliyor muyuz? Geçmişte neler yapmış, nerelerde nasıl çalışmış bir bilgimiz olmadan konuşuyoruz. Ancak bunları öğrendiğimizde o gözle bu isimleri dinliyorsun ve anlıyorsun.  Türkiye’de televizyonculuk ve gazetecilik bitti. Çünkü televizyoncular ve gazeteciler el birliğiyle bu işimin yönetimini muhasebe müdürlerine, idari işler müdürlerine bıraktı. Bu isimler senin cebine girecek ücreti ölçemez onlar sadece patronun cebine girecek parayı ölçebilir. Ya da senin araba kullanımın bir masraftır ancak senin için olmazsa olmazdır. O yüzden mesleği yok ettiler. Buradan da birinci sorumlu mesleğimizin büyükleridir. Bugün hangi gazeteyi veya televizyonu bir gazeteci veya televizyoncu yönetiyor. Bunun sebebi bizi ve bu mesleğin geçmişini bilerek çalışmamız gerekiyor. İyi bir gazeteci Tiziano Terzani’yi bilmeli. Bu kim dememeli.”

GAZETECİLİK SİZİN İÇİN NE İFADE EDİYOR?

“Gazeteci halkın görmeyen gözü, duymayan kulağı ve konuşmayan dilidir. Mesele şu halkın duyması gereken şeyleri duyuruyor musun? Görmesi gereken şeyleri iletiyor musun? Söylediği şeyleri yazabiliyor musun? bunları yapıyorsan gazetecisin. Bunları yapamıyorsan sadece bir yerlerde bir şey karalayan birisin. Stefan Zweig, diyor ki insanların sadece iki tane buluşu var. Ki bence de öyle. Biri tekerlek biri de yazı. Bütün ulaşım, insanın insana ulaşımı tekerlekle başladı. Bir diğeri de yazı. İnsanlar yazıyla birbirine ulaşıyor. Gazetecinin temel sorumluluğu insanları bilgilendirmek, anlatmak. Gazeteciyi olumlu yapan da bu durum, olumsuz yapan da. Çünkü bunu kötüye de kullanabilirsin.”

Bir kişinin tekerlekli sandalyeye ihtiyacı vardır. Sen para vermemişsindir ama bunu gündeme getirerek aldırmışsındır ve sen gazetecilik yapmışsındır. Bir yerde biri rüşvet alıyorduk ve sen bunu yazmışsındır bozuk düzeni değiştirmişsindir. Gerçek bir gazeteci toplumda ve ülkede her şeyi değiştirebilir. Gazetecinin toplumdan bir atım önde olması gerekir. Gazetecinin toplumun önünde yer alabilmesi için standartların üzerinde bir maaş alabilmesi lazım. Gazetecilik mesleğinin bitmesinin bir diğer nedenlerinden biri de verilen maşların komik dereceler olması. Ben artık mesleğimin olgunluk dönemindeyim genç arkadaşlarıma üzülüyorum. Kendilerini savunduğunda arkalarında duracak kimse yok. O yüzden çok güçlü olmak zorundasın.”

MESLEK KARİYERİNİZDE UNUTAMADIĞINIZ ANLAR?

“Televizyonda en unutamadığım an Son Sayfa Programı’nda yapımcımız geldi. Şırnak’ta bir çocuğun elektrikli tekerlekli sandalyesi yok ve 12 yıldır dışarı çıkamıyor anca bir tahtanın üzerine oturtuyorlar böyle dışarı çıkabilir ama öyle de uzun süre duramıyordu. Bizden yardım istiyorlardı. Televizyonda videosunu yayınladım ve bir hayırsever vardır gelin kardeşimizi sokağa çıkartalım dedim. 1 gün sonra ise bir dernek ile irtibata geçtik ve o çocuğa tekerlekli sandalye gönderdik. O çocukta tekerlekli sandalyeyle bir okul bahçesinden programımıza video gönderdi. Benim mesleğimi en kıymetli yaptığı andı. Onlarca ödül aldım tabii hepsi çok kıymetli ama hepsinden daha değerliydi.”

Bir de Kocaeli’de yaşlı bir hanımefendi ‘Oğlum sen Mustafa Göksu musun’ dedi. Evet benim dedim. Bana ‘Seni çok seviyorum oğlum gibisin, her gece seni izliyorum.” dedi. Teşekkür ederim teyze eşinle mi izliyorsun dedim. Eşim vefat etti dedi. Oğlunla mı izliyorsun dedim. Oğlumda vefat etti dedi. Kimle yaşıyorsun dedim. Seninle yaşıyorum dedi. Akşam olmasını bekliyorum. Senin gülen yüzünü seviyorum’ dedi. Bütün ödülleri ve kazandığım tüm parayı şu söz için veririm. Mesleğimin en değerli anları bunlardı.”

KONYASPORLUUĞUNUZ NASIL BAŞLADI VE UNUTMADAĞINIZ ANLAR NELERDİR?

“Ailemdeki herkes Galatasaraylıydı. Evin en küçüğü bendim ve Galatasaray, Konya deplasmanına geliyordu ve gel seni Galatasaraylı yapalım dediler beni maça götürdüler.  Suat Kaya Konyaspor’da oynuyordu ve Konyaspor, Suat Kaya’nın attığı golle maçı 1-0 kazandı. Eve geldim Konyasporluydum. Ailede büyük baskı görürken, babam devreye girdi ve bırakın oğlanı hangi takımı tutacaksa tutar siz karışmayın’ dedi. Beni Konyasporlu yapan budur. Ziraat Türkiye Kupası ve Türkiye Süper Kupası’nın yayıncısıydık biz. Konyaspor Ziraat Türkiye Kupası’nı kaldırırken ben yedek spikerdim ve gözyaşlarına boğuldum. Süper Kupayı kazandığımızda da gidip 2 rekat şükür namazı kıldım. Konyaspor’un her zaman şampiyon olmasını istiyoruz ama bir de bunu yaşamak var. Şöyle ifade edeyim ‘Bir kızı çok seversin ama bir günde o sevdiğin kızla düğün günün olur.’ Tabi o Türkiye Kupası’nı kazandığımız günü unutamam. Sabaha kadar uyuyamadım sonrasında işe geldim. Çalıştığım kurumda Konyaspor kaybettiği zaman 20-30 kişi dalga geçmek ve eğlenmek adına ‘Ne oldu sizinkiler yenilmiş’ derlerdi. Çünkü 4500 kişinin çalıştığı kurumda tek Konyasporlu bendim. Burada binlerce Konyasporludan biriyim. Orada tektim. Masamda Konyaspor atkısı vardı. Kazandığımız zamanlar özellikle Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’ı mağlup ettiğimiz zamanlar spor servisine girmeden telefonu ayarlıyordum ve içeri girerken, ‘Burcu Güneş, Konyaspor Geliyor Bak’ şarkısını açarak son ses herkesi gülerek selamlayarak masama kadar gidiyordum. Kimi yendiysek onlarda başını eğiyorlardı. Yıllarca bunlarla mücadele ettim. Bana sosyal medyada yapılan en büyük hakaret çomardır.  Çünkü Konyalıyım. Bana çomar denilen kişilerin hepsini toplasam hepsinin toplamı benim kadar kitap okumamıştır. Okuduğum kitaplardan kitap kurarsın. Onlar için Konyalı ve Konyasporlu olmam çomar olmam için yeterliydi. Bunlarla mücadele ettik ve etmeye de devam ediyoruz.”

Muhabir: TE Bilişim