Gelin bu son yıllardaki kuraklık ve kar yağmurların az yağdığı ve eski insanların bundan çok tedirgin olduğu, bu yıl ise Aralık Ayında Zemherinin başlaması ile bolca yağan ve 25, 30 cm kadar kırsalda daha fazla olduğunu tahmin ettiğimiz. Kar ve ardından gelen dondurucu soğukları yaşarken büyüklerimden dinlediğim geçmişteki üzücü bir yazı ile sizleri adeta 100 yıl geçmişe götüreyim ne dersiniz.

Konya’da orman emvalinin pek çok türü hem de en kalabalık şekilde sanırım benim köyüm ve civarındaki köyler de olsa gerek.  Bir dağ köyü silsilesi olan Gilissıra (Kilistra-Gökyurt), Botsa, İlyasbabatekke, Evliyatekke, Kayalı,(Tulassa) Bulumya, (Erenkaya)  İnlice, Hasanşeyh,  Detse (Yeşildere) Botsa, Sadıklar, Kayadibi, İkipınar (Avalama),Yanekin(Mesudiye), Nuzumla (Yaylacık) ve Ketenli (Çalmanda) gibi Seydişehir’e kadar uzanan daha birçok yerleşim yerinden söz ediyorum.

Bizim yörenin ormanları baltalık meşe cinsinden olduğu için sınai değer kazanmadığından asırlardır çoğunlukla evlerin yakıtı olmuştur. Hatta köylüler ormandan kestikleri odunları merkeplerle Konya’ya taşıyıp satarak geçimlerini sağlayacak parayı kazanırlarmış.1940’lı yıllardan itibaren ise kafası çalışan ve imkânı geniş olan, şehir idaresi ile de istişari münasebeti olan köylülerimizden biri Orman Müdürlüğüne müracaat edip belirli mevkilerde ağaç kesim izni alıp makta kurmuş, vasıta ve kantar koymuş. Köylüler ormandan kestikleri ağaçları tartarak ticari zekâ sahibi bu kişiye teslim etmeleri karşılığında belirli bir ücret alırmış. Bu şahıs da köylülerin kesip kendisine getirdiği odunları Konya’ya nakleder, burada satarmış.

İşte 40’lı yıllardan sonra yapılan kesimleri ve maktacılığı ben iyi hatırlıyorum. Benden 23 üç yaş büyük olan rahmetli babacığımın 60’lı yıllarda, şimdi çırılçıplak boz kır olan dağları göstererek “Oğlum, benim aklım erdiğinde şu gördüğün dağlarda o kadar orman var idi ki, içine balta girmez, ağaçların arasından yılan geçemezdi” derdi.  Babamın gösterdiği bu yerlerdeki ormanı hem kendi köylülerimiz, hem de yakın köylüler kaçak kesimler yaparak; yakıp satmışlar ve adeta talan etmişler.

Bunca ön bilgiden sonra esas muradımıza gelelim:

Herhalde 25 yıl kadar evveldi. Konya’mızın ayaklı tarihi denilmeye lâyık, sohbetine hayran olduğum araştırmacı yazar merhum Ahmet Sefa Odabaşı ağabeyim şöyle anlatmıştı:

“İsmail Bey, sanırım tarih 1937 veya 38’di. Babam merhumla bir akşamüzeri Kapu Cami yanındaki Odun Pazarı’ndan, Türbe önündeki evimize doğru gidiyorduk. Mevsim güz ayları idi. Soğuktan paltolarımızın yakasını kulaklarımıza dek kaldırmıştık. İnsanlar da bizim gibi akşam olmadan evlerine gitmek için çaba sarf ediyordu. Babam rahmetli birden Odun Pazarı’nda az miktarda merkepleri ile odun ve çalılarını satmak için bekleyen insanların yanında durdu. Aralarında bir de kadın vardı ki önünde duran yüklü iki merkebin yularlarını sıkıca tutmuş, öylece sessiz ve çaresiz bekliyordu. Başkaca birkaç erkek odun satıcısı da ileride bekliyordu, odun yüklü merkepleriyle. Babam kadının yanına yaklaşıp “Bacım, bu iki yük odunun kaç paradır?” diye sordu. Kadın“Yükü 2.5 lira ağa” dedi. Babam “Tamam aldım, evimiz hemen şu ileride buraya yakın. Haydi, sür merkepleri de gidelim” dedi. Kadıncağız biraz tereddüt etse de odunu satmanın sevinci ile peşimizden geliyordu. Babam diğer oduncuları işaret ederek kadına “Bunlar da senin köylülerin mi?” diye sordu. Kadın “Evet, bir tanesi köylüm” deyince babam“Ona söyle deseni handa beklemesinler. Sen bu gün bizim misafirimiz ol” dedi. Kadın bunun üzerinde daha çok tereddüt göstermişti. Bu sırada köylüsü olan adam yanımıza yaklaşıp babama “Buyur beğ, bir şey mi var?” diye sordu? Babam da “Ben şu hanımın odunlarını aldım, bizim eve götürüp yıkacağız. Fakat bu hanım kardeşimiz, sizler rıza gösterirseniz bugün bizim evde misafir kalsın. Yarın biz hana getirir, yanınıza bırakırız, beraberce köyünüze dönersiniz. Şayet siz veya başka boş bir arkadaşınız var ise bizim eve kadar gidelim de evi öğrenin” dedi. Bunun üzerine adam yanımıza bir delikanlı verdi, köylüleri olan kadının emin yerde olduğunu anlaması için ona evimizi ve anamı gösterdik. Kapıda bizi karşılayan anam merkepteki yükü görünce “Evde odun vardı bey, bu kalabalık çalıyı nereye koyacağız? Niçin aldın, evde yer yok” deyince, babam anama sertçe bir bakış fırlatıp “Hanım, odunları yık da içeri çekelim. Sen hiç akşam vaktinde bir kadın olarak odun pazarında odun satmak için bekledin mi?” diye çıkışınca, anam sustu. Biz odunları yıkarken bizimle gelen delikanlı da Kara Mustafa’nın Hanına, köylülerinin yanına döndü.

DEVAM EDECEK