Toplumsal hayat dinamik bir olgu. Her gün yeni ihtiyaçlar, yeni kavramlar ortaya çıkıyor. Bazıları da önce geri plana itiliyor ve sonra da sessiz sedasız hayatımızdan çekilip gidiyorlar.
"Dünde kaldı düne ait ne varsa cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım" diyen büyük zat ne güzel demiş. Yeni ihtiyaçları ve kavramları ifade edebilmek için yeni kelimeler gerekiyor. Bu kelimeler başka bir dilde varsa aynen ya da kendi dilinizin yapısıyla uyumlu hale getirerek almanız mümkün. Bunda bir kolaycılık var kuşkusuz. Ama sadece kolaycılık tarafını düşünmeyelim, bir de o kelimeyi ilk bulana, kullanana saygı ifadesi de var. Bir tür hakkı teslim etme de söz konusu.
Kurallarına uymak kaydıyla kelime türetmek yıkıcılık, bozuculuk değildir. Her yeniliğe din elden gidiyor diye karşı çıkanlar gibi, her türetilen yeni kelimeye dil elden gidiyor diyenler de olabilir. Türkçe'nin bütün türetim kurallarının hakkını verseniz bile, özellikle cahillere, dili bir siyaset ve ayrıştırma aracı olarak görenlere bir şey beğendiremezsiniz. Beğendirmek zorunda hissetmemek lazım belki de. Beğenen beğenir, alan alır. Bu kelimeler de yılların eleğinden geçer, sel gider kum kalır. Deniz dalganır ve sonra durulur; halk neyi kabul edeceğine, neyi reddedeceğine karar verir. Yakın tarihimizde, hemen herkesin bildiği örnekleri vardır bunun. Yargıtay'ı, Danıştay'ı kabul eden halk, Kamutay'ı reddetmiştir. 'İl'i, 'ilçe'yi kabul eden halk 'ilbay'ı, 'ilçebay'ı reddetmiştir. Örnekler çoğaltılabilir.
Kelime türetme konusundaki hassasiyeti kendi dilimizi kutsama, kendi dilimizi bütün yabancı unsurlardan temizleme kertesine getirirsek bilin ki bu iyiliğin değil kötülüğün işaretidir. Halkların kardeşliğinin, uluslararası barışın, kültürlerarası alışverişin temeline konan bir bomba olur bu. Bu nedenle hiç bir zaman "arı dil" delisi olmadım, kimseye de olmasını tavsiye etmem.
***
Kelime türetme konusunda İngilizlerin üzerine yoktur desem yanlış olmaz herhalde. Almanların hakkını yemeyelim diyenler de haksız değiller, ama Almanlar fena kuralcıdır ve muhtemelen dilleri bu kuralcılık içinde yeni kelime türetimine izin veren bir yapıya sahiptir. Oysa İngilizler bu konuda kuralsızlık diyebileceğimiz bir tutum sergilemektedirler. Bir kısaltmadan bile yeni bir kelime üretmeleri mümkün. Örneğin bizim 'lazer' olarak dilimize aldığımız 'laser' kelimesi "Light amplification by stimulated emission of radiation" gibi uzun bir ifadenin ilk harflerinden türetilmiştir.
Affluenza kelimesi de İngiliz türetimi bir kelime. Servet, refah, zenginlik, bolluk gibi anlamları olan "affluence" ile grip anlamına gelen "influenza"nın birleştirilmesinden oluşmuş. Biliyorsunuz, hayvanlar âleminde bu tür birleştirmelerin başarılı örnekleri yok. Katıra ne buyrulur, derseniz onun da kısır olduğunu hatırlatırım. İlginçtir, bu türden kelimeler dil ve anlam dünyasının katırları olmuyorlar. Soyları akamete uğramıyor, tam tersine yeni kelimelere, yeni fikirlere zemin oluşturuyorlar. Türetilmesinin üzerinden az bir zaman geçmesine rağmen affluenza hakkında onlarca kitap yazılması buna dalalet ediyor.
Affluenza israf, kaygı, borç ve fazla çalışma hastalığıdır. Acı verir, bir virüs gibi bulaşır, ısrarla daha fazlasını ısrarla istemeye neden olur. "Onun var benim de olsun", "herkes gibi olmalıyım", "el âlem ne der" gibi sözlerde kendini açığa vuran sidik yarışının, haydi biraz hafifletelim, çevreye ayak uydurma çabasının bir sonucu oluşan abartılı ve doyurulmamış duygulara kapılmaktır affluenza. Affluenza, israf ve israfın doğal sonucu olarak ortaya çıkan borçlanma, borçları ödeyebilmek için çok çalışma ve stres salgınıdır.
Özetle, affluenza "eşref-i mahlukat" olmaktan uzaklaşıp "homo economicus"a indirgenmektir. Yaşamak için alışveriş yapmak yerine, alışveriş yapmak için yaşamaya başlamaktır.
Affluenzadan Allah'a sığınırım!
***
Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)