Bu davranış biçimine az çok her yerde rastlasak da şahsen ben en çok Konya’da komşuluk ilişkilerinde buna şahit oldum. Sadece kendi çevremde değil, bazı yakın arkadaşlarımın muhitinde de bunu çok açık bir şekilde gözlemledim. Öyle ki ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diye değil, ucu ona dokunsa bile kötülüğü önlemek için bir şey yapmıyor insanlar. Hatta ‘komşu olmak’ kötülüğü örtbas etmenin gerekçesi gibi kullanılıyor.

Farkındayım bu durumu en çok yalnız hanımlar hissetmektedir. Onların kendilerinden başka savunacak kimseleri yoktur. Ayrıca yalnız olmaları onları başka kötülüklere muhatap olma konusunda hedef kılar.

Geçmişte tam da böyle bir olay geçti başımızdan. O yıllarda küçük ve mütevazı bir apartmanda oturuyordum. Dairelerin yarıya yakını yalnız, emekli maaşı ile geçinen kendi halinde bayanlara aitti. Hepsi geçimlerini zar zor sağlıyorlardı.

Apartmanın yöneticiliğini de yıllardır aynı komşu yürütüyordu.

O aralar benim yan daireme bir öğretmen hanım taşındı. Yanında annesi Leyla Hanım da vardı.

Leyla Hanım usta bir sosyete terzisi imiş. Evlatlarını yeteneklerine göre doğru bir şekilde yönlendirip üç güzel kız yetiştirmiş çok başarılı bir hanım.

Yapılan ilk apartman toplantısında Leyla Hanım yöneticinin öyle kusurlarını ortaya çıkardı ki hepimiz şaşırdık. Önce sadece şaşırmakla kaldık. Ancak Leyla Hanım beni yanına alıp asansörcü ve diğer esnafla görüştürünce sonuçta ben de istismarı apaçık gördüm ve dolayısıyla bir sürü garip bayanın hakkıyla böylesine oynanmasını önleme yolunda kendisine yardım etmeye karar verdim.

Yöneticinin ailesini ben de komşu olarak çok seviyordum ama ortada büyük bir haksızlık vardı.

Leyla Hanım da, kızı da, ben de yalnızdım.  Leyla Hanımın kızının arabasının tekeri bıçaklandı. Beni arkama birini takarak korkutmaya çalıştılar. Bunu toplantıda anlattığım zaman oradaki kimseden en ufak bir ses çıkmadı. Kendi ailelerine yapılsa ne yaparlardı bilmiyorum. Bir Allah’ın kulu bize sahip çıkmadı.

Hatta hakkını savunduğumuz yalnız ablalara bile mahkemeye vermekten söz edince  hepsi karşı çıktılar. Gerekçeleri şuydu ;’Onlar da komşu, yüz yüze bakacağız’.

Oysa bir Hukuk Profesörüne danıştığımızda; ‘Mutlaka mahkemeye verin yoksa bir iki yıla kalmaz yine yönetici olurlar’ demişti.

Nitekim sonuç ta böyle oldu.

O zaman ablalar biraz pişmanlık gösterdiler. Ama Bor’un pazarı çoktan geçmişti.

Leyla Hanım Adanalı idi. Çok dürüst, titiz ve hakperest birisiydi. Cesareti de unutmayalım.

Tek başına ben de böyle bir mücadeleye giremezdim. Bana düşen ona destek olmaktı.

Daha sonra kendisini yönetici yaptık. O esnada çok takdire şayan işler yaptı.

Etraftaki nemelazımcılıkla beraber bu işleri yapmak hakikaten çok zordu.

Allah cc ondan razı olsun. Belki sadece paradan değil kim bilir ne tehlikelerden bizi korudu. Allah cc da onun evlatlarını korusun.

Bir kadın çok şeye bedel. Gerçekten elimiz ayağımız bağlı, ne kendimize ne etrafımıza faydası olmayan insanlar olmayalım. Kötülüğü men eden, iyiliği arttıran insanlar olalım. Yanlışı düzeltmeye, ihtiyacı olana yardım etmeye çalışalım.

Ara sıra Leyla Hanım gibi örneklere rastlasak da maalesef bu neredeyse nadirattan.

Bir de şu var, böylesine doğru davranan bu insanlara da pekiyi gözle bakılmıyor. Böyle de bir yanlışın içindeyiz.

Leyla Hanım, senin gibi doğru, dürüst ve renkli bir insanı tanıdığım için çok mutluyum.

Böyle mert insanlarla olmak ne güzelmiş.

Her şey için teşekkürler…

Yine Konya’da bir başka sitede yalnız yaşayan iyi kalpli ve saygın, yaşlı bir ablamıza uğradığı taciz karşısında sahip çıkan kimse olmamıştır. Kötülüğü gördükleri halde ben kötü olmayayım diye göz yumuyorlar ne yazık ki.

Sezai KARAKOÇ ne diyor?

‘Bütün zulümler, haksızlıklar, eksiklikler bu dünyayı, bu dünyadan ibaret sanmaktan kaynaklanıyor’

Albert EINSTEIN da aşağıdaki sözü ile tam da bu duruma işaret etmektedir;

‘Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapamayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir’