Neden Davutoğlu?

Abone Ol

Türkiye'nin uzun olmayan siyasi tarihi tekerrürler tarihi olarak da adlandırılabilirdi aslında. 

Menderes'in iktidarla tanıştığı dönem, öncesi-sonrası ile Demirel ve Özal'ın iktidar ve sonrası süreçlerinde dramatik bir şekilde paralelliği, doğru analiz yapmak için tespit etmemiz gerekiyor.

Nedir onlar?

Her üç dönemin öncesi şartlarına bakıldığı zaman;

Özgürlüklerde kısıtlama, toplumun inanç değerleri ve kültürünü yaşamada karşılaştığı bunalım ve devletin ceberrut yüzünün öne çıkması,

Ekonomik daralma, kriz,

Siyasi kaosa doğru sürükleniş...

Ardından, askeri müdahale şartlarının olgunlaşması, sol soslu ara dönem parçalı iktidarları.

Her üç dönemin sonrasına baktığımız zaman ise;

Milletin ilk tercih şansını yakaladığı zaman eli sopalı anlayışa karşı birleşerek emaneti güçlü bir şekilde vermesi,

Ekonomide ve yatırımlarda görece rahatlama,

Özgürlük alanlarında gevşeme,

Amerika'ya her defasında daha da yakınlaşma,

Muhafazakâr ve İslamcı söyleme rağmen, toplum yapısında gevşeme, ahlaki değerlerde aşınma.

2-3 genel seçim galibiyeti, 2 mahalli seçim galibiyeti ve 3. Mahalli seçimde düşüşe başlayarak, siyasetin tekerrürü, korku filminin yeniden yaşanması.

Erdoğanlı AK Parti açısından da benzeri süreç işleyebilirdi aslında. Zira 367 müdahalesi, kapatma davası kritik eşikti. Bu eşik aşıldı. Yetmedi 7 Şubat ve 17 Aralık denemeleri yapıldı. Bunlar da aşılmış gözüküyor.

Benzer bir tekerrür, Özal'ın Köşk'e çıkışı ve Demirel'in Köşk'e çıkışında yaşandı.

Şimdi soru şu;

Siyasetin tekerrürünü bir şekilde aşmayı başaran Erdoğan'ın Liderliği Köşk'teki tekerrürü aşabilecek mi?

Bu sorunun cevabını arayacağız. Ancak, bu güne nasıl geldiğimizi tahlile devam etmemiz gerekiyor.

Önce satır başları ile önemli dönemeçlere işaret edelim.

Milli Görüş Hareketi, -son tahlilde Erdoğan da bu hareketin ürünüdür- Türk Siyaseti'nde merkez kavramını, sağcılıktan İslamcılığa, en azından Muhafazakar İslamcılığa evirmiştir. Bu saatten sonra, Türkiye'de siyaset yapacaklar bu gerçeği görmezden gelerek hareket edemezler ki MHP ve CHP'nin tıkandığı nokta burasıdır. Bir anlamdaki çaresizliğinin ardında yatan asıl etken burasıdır. Ne var ki Türkiye'nin MHP'ye en ihtiyaç duyduğu bir dönemde, üstelik tahlilimiz açısından avantajının hiç de azımsanamayacak noktada olduğu ortada iken tıkanmasını kabullenmek mümkün değildir. CHP'nin eski merkeze yakın adaylar üzerinde çalışıyor olması da yeterince olmasa da toplumun verdiği mesajı okuduğu anlamına gelmektedir.

Refah Partisi kapatma davası özü itibari ile İslam'a ve milletin değerlerine reddiye, AK Parti kapatma davası iddianamesi de bir adım ileri gidilerek, meydan okumadır. Bu reddiye ve meydan okumaya cevap millet tarafından, son seçim dahil olmak üzere sandıkta kendini göstermiş olmakla birlikte iktidar kadrolarından aynı cevabın Erdoğan'ın kişiliği dışında tam olarak algılanıp karşılık bulduğunu net olarak evetlemek mümkün değildir.

Tayyip Erdoğan gelinen nokta itibari ile Türkiye'nin, partisinin ve bizatihi kendisinin en büyük şansı ve dezavantajı haline gelmiştir. Bir kişinin bu kadar kritik bir noktada bulunması son derece tehlikelidir. Liderlik yeteneği ile partisinin ve kadrosunun üç beş gömlek üzerinde durmakta, ancak, ekarte edilmesi halinde ise büyük bir boşluk doğacak gözükmektedir.

Türkiye'de an itibari ile en önemli sorun muhalefet boşluğu sorunudur. 

AK Parti karşısında en avantajlı konumda bulunan Milli Görüş geleneği, iç meselelerini çözüp açılmak yerine, daha da derinlemesine sorunlara yönelmekte, 'Kendine acıma ve ihanete uğramışlık sendromunu'  öncelemektedir. Hatta ki 'Milli Görüş'ü temsil sorunu ile karşı karşıya kalacak kadar açmazlara kendini mahkum etmektedir. Kurtulmuş'un şöyle veya böyle kopuşu, oğul Erbakan ile ilgili gelinen nokta, mevcut kadroların zımnen 'ma'suniyet karinesi' fiilen de 'masumiyet' anlayışı ile hareket etme lüksünü kendinde görmesi ve seçkinci yaklaşımları, toplumla aralarındaki mesafeyi derinleştirmektedir. -Örneğin an itibari ile bendeniz, hayat çizgimde zerre zigzag olmamasına karşın, aidiyet ve mensubiyetimin ötelenmesi, örselenmesini hatta itilme duygusunu yaşamaktayım- Sorumluluğu sadece ve sadece topluma yüklemek son tahlilde hakça olmasa gerek. Bir de dönüp 'ben ne yaptım, ne yapıyorum'a bakmak gerektir. Her şeye rağmen Milli Görüş açmazlarını açtığı zaman alternatif olma kabiliyetini haiz, organize gençlik teşkilatları ve önemli kadroları itibari ile temiz bir mecradır.

MHP ve CHP ayrı ayrı nedenlerle ama gelinen noktada aynı tıkanıklığa düçardır. Öyle ki tehlikeli bir şekilde aynılaşma durumu ile karşı karşıyadır. 

An çözümlemesinden sonra önümüzdeki önemli sürece dönelim.

Artık, Başbakan Erdoğan'ın Köşk Adaylığı kesindir. Her ne kadar bir ay öncesine kadar,'paralel' olarak adlandırdığı yapı ile mücadele konusunda gevşeme olabilir düşüncesi ile bu kararında tereddüt etmişse de geri dönülemez noktaya gelinmiştir. Kaldı ki bu noktadan sonra - Cumhurbaşkanı Erdoğan beklentisi anlamında - Türkiye'nin Erdoğan'ın bir kez daha Başbakanlığı'nı kaldırması mümkün gözükmüyor. Artık, mağduriyetler de taşınamaz haldedir. O kadar ki Türkiye, her daim yürüdüğü bıçak sırtı atmosferde bu defa, ya büyüme/genişleme ya da bölünme alternatifleri ile karşı karşıyadır.

Bu süreci tek başına Erdoğan'ın sırtlaması, ona ve etrafındaki dar kadroya bu işi bırakmak hakça olmadığı gibi yeterlilik ve yetkinlik açısından da sorgulanmayı gerektirir.

Erdoğan'a düşen siyasetteki tekerrürü kırmasında olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı'ndaki tekerrürü de liderlik yeteneğinden aldığı güç ve tarihe karşı sorumluluğu itibari ile kırmasıdır.

Alternatiflerine bakalım;

Toplumun beklentisi, Erdoğan Cumhurbaşkanı, Gül Başbakan idi. İdi diyorum çünkü, Gül bu konuya ilişkin duruşunu net olarak ızhar etti.

Sonra; Davutoğlu, Arınç, Babacan alternatifleri kalıyor.

Parti Genel Başkanlığı için de Kurtulmuş, M.Ali Şahin adları zikredilmiş durumda.

Babacan'dan itibaren bakalım. Babacan ben yaşlarda olmasına karşın yorgun gözüküyor. Bu iş yorgunluk ve istemeyerek yapılacak bir iş değildir. Ne var ki Çiçek adı etrafında sembolleştirilebilecek 'derin ve her dönem iktidar' bir grup Babacan ismi üzerinde ısrarla durmaktadır. Zira, Babacan ismi etrafından kendilerine alan açabileceklerini hesaplamaktadırlar. Tam da bu dönem bu 'derin ve her zamanın adamları'ndan kurtulmanın sırasıdır.

Arınç... Partinin ağabeyi. Başbakan'ın hedefleri itibari ile bagajları olan, karar verme yeteneği görece sınırlı, istekli bir isim. Başbakan'ın Arnıç'ı ya ikna etmesi ya da tatmin etmesi gerekiyor. Belki en önemli sınavlardan birini bu noktada verecek. Burada formül, Arınç'ın Başbakanlığı ve arkasından Arınç'sız sonuç doğuracak erken seçim olarak üretilebilir. 

Kurtulmuş ve M. Ali Şahin'e ilişkin formüller ise muhal gözüküyor. En azından şimdilik. Zira Erdoğan, Başbakan'ın Meclis'ten olacağını söyleyerek Kurtulmuş ihtimalini bertaraf etti. Şahin üzerinde yapılacak değerlendirme ise Cumhurbaşkanlığı'nda tekerrür ve başarısızlıktır.

Davutoğlu...

Dünyayı tanıyan, dünyanın tanıdığı bir isim.

İslam Dünyası ile empatik ve sempatik ilişkileri var.

Türkiye'nin son 10 yılında önemli damgası var.

Başbakanlık koltuğuna oturduğu zaman bu da nereden çıktı denilmeyecek en önemli isim.

Medeniyet tasavvuru var. 

Siyasetteki eksiğini kapatabilecek kabiliyette.

Erdoğan-Davutoğlu-Fidan üçlemesinde hedef alınmış bir isim. 

Ala ve ekibinin desteğini de aldığı zaman yürüyebilecek bir isim.

Türkiye'nin büyüme ve bölünme seçenekleri içinden artıyla çıkabilmeyi başarabilecek vizyona sahip.

Medeniyetimizi yeniden üretme konusunda Selçuklu'nun çekirdek anlayışından doğmuş, İstanbul'da yerleşmiş bir yapıya sahip ki belki de en önemli avantajı bu. Ankara'nın statükosundan sıyrılabilecek anlayışı genetik ve yetişme şartları itibari ile üzerinde taşıyan bir isim.

Saymaya devam etmek mümkün.

Elbette ki bir Konyalı olarak muhtemel Başbakan'ın şehrimden çıkmasını arzu ediyorum.

Ancak, bu kuru bir talep olmanın ötesinde altı dolu bir vakıadır ve bence olması gereken bir lazımedir.

Bu süreçte Konya'nın kendisine tam olarak destek verip vermediğini de sorgulamakta fayda var.

Başkan Akyürek, AK Parti'nin karar mekanizmalarını çözmüş, bunun rahatlığını yaşayan bir siyasi figürdür. Konya'daki hâkimiyeti ile daha fazla ileri gidebilecek durumda değildir. Bu nedenle Davutoğlu ile birlikte hareket etmeli, zımni ilişkisizlikten, birlikte hareket ve ekipliğe geçmelidir. Elindeki 'PR' gücünü Davutoğlu'nun Başbakanlığı için mutlak surette kullanmalıdır. Bu noktada sessiz kalmak, yapıyormuş gibi davranmak lüksü yoktur. Kaldı ki Akyürek'i yerellikten kurtaracak, 'yerel bir televizyon kanalını bazen kontrol eden bazen kontrolüne girdiği' görüntüden çıkaracak, dünyaya açılmış bir siyasi kişiliğe büründürecek olan da budur. Riskse, bir defa ve tam da burada alınmalıdır.

Sorgun'u algı itibari ile 'Akyürek'in gölgesinde' görüntüsünden kurtaracak, kişiliğinin özgünlüğünü ortaya koyacak olan, Davutoğlu varlığı ve ağırlığı ile tanıştıracak olan da teşkilatlarına hâkim ve ne yaptığını bilen, şehrinin Selçuklu Medeniyeti ve Milli Görüş'ün merkezi olma gücü ile hadisede alacağı inisiyatiftir. Sorgun'un bu noktada hareketsiz kalma ve kaçınma lüksü yoktur.

Keşke milletvekili arkadaşlarımız ile ilgili tek tek tahliller yapma imkânım olsa idi. Hem yazı uzunluğu itibari ile hem de gönül dağınıklıkları itibari ile buna yer ve yerim yok. Üzülmez, Baloğlu ve genç Akış'a özel çağrı, Özkul'a kararlılık hatırlatmasından başka bu noktada sözüm bulunmuyor.

Performansı ile bir önceki bakanın hiç de gölgesinde kalmayan – ki biz inanıyorduk - Lütfi Elvan da Davutoğlu için ciddi bir yol arkadaşı olacaktır.

İktidarın ağırlıklı paydaşı bürokrasi açısından meseleye baktığımız zaman Davutoğlu'nun avantajı olduğunu da vurgulamamız gerekmekte. Konya, bürokraside Türkiye'nin organize olamamış gücüdür. Bu gücün organizesi, dar Konyalılık'tan sıyrılıp, Konya'nın temsil ettiği değerler üzerinden hareket edildiği zaman başarılamayacak iş nerede ise yoktur. Mesela, benim de ait olduğum Çumralılar Grubu fobisinden kurtularak işe başlanabilir.

İstiklal Marşı Derneği mensubu dostlarımızın uyarılarını tamamen göz ardı etmeden ve fakat vakıadan hareketle bu tespitleri yapmış oluyoruz.

Toparlayalım;

Türkiye'ye yeni bir Başbakan lazım. Bu Başbakan'ın ismi Cumhurbaşkanlığı'nda tekerrürü aşacak, AK Parti açısından bakıldığı zaman partileşmeyi ve hareket olmayı sağlayacak, Türkiye'yi bölünmekten kurtarıp medeniyet iddiasını hayata geçirecek bir vizyonda olmalıdır. Bizce en uygun isim de Davutoğlu'dur.