27 Şubat Pazar günü merhum Erbakan hocamızın vefatının 11. yıldönümü, 28 Şubat Pazartesi günü de post modern darbesinin 25. yıldönümüdür.  Zaten 28 Şubat deyince, Başbakan Necmettin Erbakan hocamıza yapılan post modern darbe hafızalarımızda canlanır.

Siyasete atıldığı ilk andan vefatına kadar, Türkiye’de; “Önce Ahlâk ve Maneviyat” bayrağını dalgalandıran, şuurlu bir gençlik yetiştirmede birinci derecede rol oynayan, Başbakan Yardımcısı olarak görev aldığı çeşitli hükümetlerde ve Başbakan olarak bulunduğu kısa süre içinde ülkemize çok hayırlı hizmetlerde bulunan, batıya uydu yapılmak istenen ülkemizde suyu tersine akıtma mücadelesi vererek Türkiye’nin kaderini değiştiren ve maddi - manevi alanda Türkiye’yi lider ülke yapma sevdası içinde bulunan büyük lider Necmettin Erbakan hocamızı anmak; onu anlamanın, onun amaçlarını gerçekleştirmenin bir adımı ve ona yapılacak en büyük vefa örneğidir.

Erbakan hocamız, çocukluğundan itibaren maddi ve manevi olarak çok iyi yetişmiş, okullarını hep birincilikle bitirmiş, 30 yaşında yerli otomobil üretme fikrini ortaya atmış, 34 yaşında ilk yerli motor üretimini başarmış, daha sonra TOBB Genel Sekreterliğine ve TOBB Genel Başkanlığına seçilmiştir.

TOBB Genel Başkanlığı görevi, zamanın hükümeti tarafından hukuksuz olarak elinden alınınca 1969 yılında siyasete atılmıştır.

Siyasete girmesi de kendi düşüncesi ile değil, başta Mehmed Zahid Kotku Hoca Efendi olmak üzere o dönemdeki mürşid-i kâmil zatların görevlendirmesi ile olmuştur.

Bu zatların kendi aralarında yaptığı değerlendirmeler sonunda Mehmed Zahid Efendi, siyasi görevi Erbakan’a verir. Cevat Akşit hoca; Mehmed Zahid Efendinin “biz Necmi’yi feda ettik” dediğini, Hoca Efendinin, Erbakan hocayı siyaset işlerini yürütmesi için görevlendirdiğini anlatır.

Süleyman Arif Emre’ de bu konuda, kendisinin, Hasan Aksay’ın ve Necmeddin Erbakan’ın bulunduğu bir görüşmede Mehmed Zahid Hoca Efendi’nin şunları söylediğini anlatır: “Sultan 2. Abdülhamit hanın masonlar tarafından tahttan indirilmesinden bu yana, bu milletin yönetimi masonların eline geçmişti. Masonlara karşı da yönetimin tekrar Müslümanlara geçmesi için ciddi bir mücadele yapılmamıştır. Bu mücadelenin yapılmamış olması gayretullaha dokunur. Cenab-ı Hak bu milletin başına birçok felaket getirir, cezalandırır. Onun için bak Necmi, ben sana izin değil görev veriyorum. Bu arkadaşlarla beraber bu hareketi başlatın. Kazanamazsan dahi Farzı kifayeyi yerine getirmiş olursunuz. Belaları defetmiş olursunuz. Hadi Allah işini rast getirsin.”

Necmeddin Erbakan’da yıllar sonra yakın çevresine şunları söylemiştir: “Biz Konya’yı bilmezdik, Konya’da bizi bilmezdi. Büyüklerimiz bizi çağırdılar, “bu hareketin siyasi sorumlusu sensin ve Konya’dan başlayacaksın” diyerek vazife verdiler. Yanımıza da Mustafa Albayımızı manevi görevli olarak verdiler.”  

Azmi, cesareti, mücadelesi, hiç bir ortamda ve hiç bir şartta ye’se, ümitsizliğe düşmeyen iradesi, güçlü imanı, kuvvetli zekâsı, kapasitesi, donanımı ve tam anlamıyla bir İstanbul beyefendisi olan duruşu Erbakan hocamızın sayabileceğimiz sadece bir kaç özelliğidir. Daha birçok olumlu ve örnek alınacak özelliklere sahip olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamız; ülkemizin yetiştirdiği çok nadir şahsiyetlerden ve belki de 1 asır da bir ortaya çıkabilecek ender devlet adamlarından, ender liderlerden biridir.

Türkiye’yi  saran sömürü düzenine karşı, ülkenin gidişatını batıcılık istikametinden tersine çevirme başarısını gösteren Erbakan hocamız; tek başına siyasete atıldığı 1969 yılında kendisi için söylenen, “tek çiçekle bahar olmaz, bir kişi tek başına ne yapabilir ki?” sözlerine “evet tek çiçekle bahar olmaz ama her bahar tek çiçekle başlar” diye cevap vererek kutsal cihadına başlamıştı.

Yılmak bilmeyen mücadelesi, bitmez tükenmez azmi ve enerjisi sonunda, Milli Görüş Bayrağını zirveye dikmiş ve kısa sürede Milli Görüş yolunda canlarını vermeye hazır milyonlarla ifade edilen bir kadro yetiştirme başarısını göstermiştir.

Bir davayı sıfırdan başlatarak zirveye ulaştırmak olarak ifade edilebilen bu durum, dünya üzerinde çok az kişiye, ülkemizde de Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra sadece merhum Erbakan hocamıza nasip olan müthiş bir olaydır.

1969 yılının Türkiye şartlarını göz önüne aldığımız zaman, ya Amerika ya da Sovyet Rusya taraftarı yani ya Kapitalist ya da Komünist bir dünya görüşüne mensup olmaktan başka üçüncü bir yol yoktu. Türkiye Müslümanları, o dönemde Amerika’nın yanında yer alırlardı. İslâm’ın, siyasete egemen olması gibi bir durum hiç kimsenin aklının ucuna gelmezdi.

İşte Erbakan hocamız, böyle bir ortamda tek başına ortaya atılarak, İslâm’ı, nasıl sömürüldüğümüzü, siyonizmi, Kapitalizm ve Komünizmin timsahın alt ve üst çenesinden ibaret olduğunu, iyi Müslüman olmak için namaz kılmanın, oruç tutmanın yeterli olmadığını, Müslümanların yönetime talip olarak sömürüyü ortadan kaldırmaları gerektiğini anlattı, anlattı. Bu konuları her ortamda yılmadan, yorulmadan tekrar tekrar izah ederek Müslümanların siyasi şuura sahip olmasına vesile oldu. 

Siyasi hayatında kurduğu 4 partisi kapatıldığı, hapishanelere atıldığı, çeşitli darbelere maruz kaldığı, ülkeye İslami bir düzen getirme suçlaması ile hakkında davalar açılarak yargılandığı, siyasi yasaklı hale getirildiği ve nice çileler çektiği halde bir türlü bitirilemeyen, yıldırılamayan, çökertilemeyen Erbakan’a son ve en büyük darbe 28 Şubat 1997 tarihinde vuruldu.

Başbakanlığı döneminde  kısa sürede yaptığı efsane hizmetler ile menfaat hortumlarını yatırıma ve millete aktarması, havuz sistemini oluşturması, çalışanlara ve emeklilere 7 ay içinde % 100 ün üzerinde maaş zammı vermesi, Dünya Müslümanlarının birliği için D-8 leri kurması gibi faaliyetleri, ülkemizin büyümesini ve gelişmesini istemeyen dış güçler ile onların içerideki uzantıları olan sömürücü güçleri harekete geçirmiş ve tarihe post modern darbe olarak geçen 28 Şubat tezgâhlanmıştır.

28 Şubat’ı tezgâhlayanlar kesinlikle Amerika ve İsrail’in öncülüğündeki Siyonist güçler ile onların içerideki temsilcileridir. Bunlar her zaman milliliğe, Anadolu ruhuna ve maneviyatımıza karşı çıkan odaklardır.

Bu odaklar içinde Fetullah Gülen denen hain ve avenesi de bulunmuş, siyasete atıldığı andan itibaren zaten karşı olduğu Erbakan hocamızın ve meşru hükümetin karşısında, 28 Şubat’ın darbeci güçlerinin yanında yer almıştır. Darbecilere, “sivillerden daha demokrat, yaptıkları gayet meşru bir harekettir, hatta sevap işlemişlerdir” diyerek destek vermiş, Erbakan hocamıza da “beceremedin bırak git” diye çağrıda bulunarak hükümetin düşürülmesinde başrol oynamıştır.

Başörtüsü zulümlerine karşı eylemler devam ederken, “başörtüsü teferruattır” diyerek eylemleri kırmış, çok sayıda kız öğrencinin başını açmasına sebep olmuş ve başörtüsü mücadelesi veren diğer öğrencilere büyük darbe vurmuştur.

28 Şubat Post modern darbe sonunda hükümet düşürülmüş, Refah Partisi kapatılmış, Erbakan tekrar siyasi yasaklı hale getirilmiş, hakkında yine davalar açılmış ve fiili olarak aktif siyasi hayatı sona ermişti.

Sonuçta darbe amacına ulaşmış, İmam Hatiplerin orta kısımları kapatılmış, başörtüsü yasaklanmış, İslâm’ı yaşamaya çalışanlara büyük baskılar yapılmıştır. 600 bin kız öğrenci sadece başörtüsü nedeniyle Üniversitelere alınmamış, on binlerce kişi memuriyetten atılmıştır. O dönemde Türkiye’nin 387 milyar doları buharlaşıp yok olmuştur.  

Bu darbe sadece Erbakan’ın şahsına değil, Erbakan’ın yetiştirdiği bütün kadrolara, onun zihniyetine, milli ve manevi değerlerimize ve Erbakan’ın yerleştirmeye çalıştığı Anadolu ruhuna karşı yapılan bir darbe olmuştu.

Milli Görüş hareketinin liderliğini yürüterek önündeki bütün engellemelere, zorluklara ve kınamalara rağmen son nefesine kadar cihadını sürdüren Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamızı vefatının sene-i devriyesinde bir kere daha rahmetle anıyoruz.

O, “ilerde nasıl anılmak istersiniz?” diye sorulan bir soruya şöyle cevap vermişti: "Canıyla malıyla Allah yolunda cihat eden bir Müslümandı deyin yeter.”

Davam adlı kitabında da “Ne yaptıysam Allah rızası için yaptım” sözüyle tüm hayatını bir cümle ile özetlemektedir.

İslâm’ın  tümüyle hayatımıza hâkim olması yolunda ömrünü harcayan Erbakan hocamız, Türkiye’de sadece siyaset alanına değil sosyal, sanayi, ekonomik ve kültürel alanlara da damga vurmuş, ülkemizi her yandan saran bozuk sisteme karşı yıllarca mücadele etmiş ve İslami şuurda olan büyük ve kalıcı bir nesil yetiştirmede sağladığı kazanımını yine kendisinin yetiştirdiği kadrolara emanet ederek 27 Şubat 2011 tarihinde Rabbine kavuşmuştur.

Allah gani gani rahmet etsin. Mekânı cennet olsun ve Cenab-ı Hak cennetinde buluştursun İnşaAllah… Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.