Musalla Mezarlığında Bir Gezinti

Abone Ol

"Ne söylerler, ne bir haber verirler" derken tabii ki, insanın gündelik dilini kast ediyor Yunus'umuz. Aksini düşünürsek ölülerin yaşayanlara söylediklerini aktaran yüzlerce şiirini inkâr etmemiz gerekir bu bilge kişinin.

***

Aradan on yılı mütecaviz bir zaman geçti sanırım. Bir bahar günü yolumuzu Musalla Mezarlığı'na düşürmüş, mezar taşlarımızın neler söylediğine kulak verelim demiştik çoluk çocuk. Birkaç gün önce notlarımı gözden geçirirken o günlerin birinde defterime yazdıklarıma rastladım.

Dünyada belki her şey değişiyor, ama ölüm değişmiyor. Bugün, bu gerçeği yansıtan eskimez notları paylaşayım istedim sizlerle.

***

Derken taş bir yapı çarpıyor gözümüze... Kubbesi yivli. İşte diyorum ziyaret edilecek bir türbe ya da bir mescit. İyice yanına yaklaştığımızda kapısında kocaman bir kilitle karşılaşıyorum. Sonradan öğreniyorum buranın depo olarak kullanılan eski bir tekke olduğunu.

Bir başka kubbeli yapıya yöneliyorum bu kez. Biraz önceki gibi heyecanlı değilim artık. Yine kapalı bir kapıyla karşılaşabileceğim ihtimali aklımda. Ama yanılmışım. Şeyh Halili Türbesi imiş burası. 

"Buyrun, buyrun" diyor kapıda bizi karşılayan uzun boylu, aksakallı bir adam,"ziyarete açık" diyor. Mezarlık görevlilerinden bir sandığımız bu zatı izleyerek Türbe'nin ürperten loşluğuna atıyoruz adımlarımızı. O da ne! İçeride bir masa, bir kaç sandalye, bir yer yatağı, çanak-tabak ve üstündeki çaydanlığın buharlar üfürdüğü bir piknik tüpü... Önce soran gözlerle bana bakıyor, sonra da "görevli"ye soruyor arkadaşım: "Hani mezar?". Belli ki her türbede görmeye alıştığı sandukayı soruyor: Baş ucunda bir kavuk, üzeride yeşil örtü."Mezar masanın altında. Aşağıda kalıyor tabii ki, çiğnenmesin diye bu masayı koydum üstüne" diyor. Masanın üstünde naylon poşet dosya içinde daktiloyla yazılmış bir kâğıt görüyorum. Alıp okumaya başlıyorum.

Bir kaç gün sonra gazetede bir haber dikkatimi çekiyor "İnsanlardan bıktı, mezarlıkta yaşıyor". Bir resim haberin yanında: bizim "görevli"nin endamı umuma arz olunuyor. Aklıma "Amak-ı Hayal"deki "Aynalı Baba" geliyor.

***

Kulakta azcık deliklik var ya... Mezarlıkta dili dua yüklü bir dedeye soruyorum "Kız Kalesi varmış burada amca; nasıl gidebiliriz ?" Amca han kapısına benzer bir yere çekiyor dikkatimizi. Gidiyoruz mezar taşlarına baka baka...

***

"Aldanma bu dünyaya
Bugün bana ise yarın sana
Etıbba bulamadı derdime deva
34 yaşımda girdim kara toprağa
Ey yolcu bir Fatiha oku bana"

Okumadan geçmek olur mu?

***

Hüzünlü bir ölümü özetleyen başka bir taş:

"Emretti Hüda ferman eyledi
Erişti ecel gençlik demedi
Pek genç iken oldum doğum şehidi"

Şehide de bir Fatiha...

***

Ve meslektaşlarımız...

"Yardımsever insan
İyi ve müşfik doktor
Celaleddin Berksoy
Ruhuna el Fatiha"

"Konya'nın gönül ve hizmet erlerinden
Dr. M. Hulusi Baybal
Ruhuna el Fatiha"

"Doktor Abi"ye fatiha okuyoruz

***

Sonra Kız Kalesi... Ya da Gömeç Hatun Türbesi!

Bizim uzaktan han kapısına benzettiğimiz şey Türbe'nin anıtsal "eyvan"ı imiş meğer. Eyvanın içinde, girişin tam karşısındaki duvarda bir mihrap var. Çok uzak olmayan bir geçmişte birileri bu mihrabı ve çevresini pek zevksiz bir yeşile boyamış. Bırakın Türbe'ye girmeyi, o yeşil boyalı mihraba bile ulaşamıyorsunuz. Bir zamanlar ön cephenin türkuaz ve siyah renkli mozaikle kaplı olduğuna dair işaretlere rastlıyoruz eyvanı incelerken."Mavisini yitirmiş yaşamak" diye mırıldanıyorum gayriihtiyari."Bir şey mi dedin ?" diye soruyor arkadaşım. "Yooo!" diyebiliyorum sadece.

Eyvanın tabanı zeminden iki metre kadar yüksekte. İki kollu bir merdivenle çıkılıyor buraya. Merdivenin iki kolu arasında cenazeliğin girişi var.

Gömeç Hatun kim? Sağlıklı bir bilgi yok. Anadolu Selçuklu Sultanlarından IV. Rükneddin Kılıç Arslan'ın karısı Gümaç Hatun olduğu sanılmakta.

Gömeç Hatun Türbesi'nin en ilginç yanı mimarisi. Böyle kale gibi mazgalları olan başka bir türbe yok Konya'da, hatta Türkiye'de. Tabii ki Akşehir'in Reis kasabasında bugün harap halde bulunan Emir Yavtaş Türbesi'ni saymazsak.

***

Fatihalarla ayrılıyoruz Musalla mezarlığından...

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlâna)