Kredi borcu, kredi kartı borcu, faiz borcu, çek ve senet borcu derken öyle bir duruma geldik ki, bu borçlar vatan borcunun, ülkeye duyulması gereken sevda borcunun, millete gösterilmesi gereken birliktelik borcunun dahi önüne geçti. 

Hayatımız borçlarımızı nasıl kapatacağız üzerine kurgulanmış bir hal aldı. 

Bir umuttu belki de 15 Temmuz gecesi yaşananlar. Darbe girişiminin ardından mıknatısa kenetlenen demir parçaları gibi birbirimize kenetlenmiştik.

Ancak mıknatıs etkisi çok da uzun sürmedi. 

Çünkü vatandaşın gündemi çok farklıydı. Sokaktaki vatandaş, 'bugün falanca bankaya olan kredi borcum var. Yarın filanca senedim var. Ertesi gün sigorta ödemem var. Sonra işçilerin maaşı gelecek...' Derken ardı ardına sıralanmış gider hanelerini alt alta sıralayarak nereden ve nasıl bir kaynak temini ile giderlerini karşılayabileceğini düşünmeye başladı. 

Bir alt kademesine geldiğimizde ise, ay sonunu ucu ucuna getiren, şimdilerde pek getiremediği için yine bankanın yolunu tutan, kredi ve kredi kartları ile geçimini sağlamaya çalışan, okulların açıldığı bu dönemde giderleri ikiye katlayan vatandaş da ay başı geldiğinde maaşını alıp borçlarını kapatabilmenin derdine düştü. 

Borçla yatıp, borç için yaşıyoruz. Bankalara çalışıyoruz adeta. Birçok insan alnının terini bankalara koşa koşa yetiştirip teslim etmek zorunda kalıyor.  

Hatırlar mısınız, bundan 10 sene öncesine kadar kaldırım üstünde kredi satardı bankalar. Bedava gibi gelirdi. Hepimiz aldık. Hiç düşünmedik, banka bana niye para veriyor diye. 

Bankanın kendisine getirisi olmayacak olan ata yular bağlamayacağını bilmezden geldik. 

Bu şehrin maneviyatı güçlü insanları bankanın önünden geçerken bile yön değiştirirken, sokaktaki vatandaş da bankadan korkar hale gelmiş; şayet bir bankanın önünden dahi geçse gidip abdestini tazelemişti. 

Şimdi ise bankaların kucağına itilmek devlet politikası haline geldi. 

Banka kredisine ve kredi kartı borcuna 72 aya kadar vade yapılması için yeni bir düzenleme başlatıldı. Vatandaşın borç yükünü azaltmak ya da daha uzun vadeye yaymak açısından her ne kadar olumlu görünse de, uzun vadede bunun sonuçları ekonominin daha kötüye gitmesi şeklinde olacaktır. 

Felaket senaryosu yaymak değil, var olan hakkında bilinçlendirmeye çalışmak benimkisi.

Yapılmasa daha mı iyi?

Değil... 

Borcu borçla kapatmak doğru değil ama yapılmasa daha iyi değil. Bıçağın kemiğe dayandığı sezilmiş olacak ki, en azından borcun vadesini uzatmak için bir girişimde bulunuluyor. 

Balık baştan kokuyor, başımız çoktan kokmuş bizim. 

Yukarıda bahsettiğim 10 yıl önceki manzarayı gözünüzün önünde canlandırdığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. 

Dün bedavaymış gibi yediğimiz kredi ve kredi kartları bugün kapımıza kocaman kocaman borçlar olarak dikildi. 

Ne bet kaldı, ne de bereket. Faize para yetiştirmekten paramızın da bir hayrını göremez olduk. Devlet baştan ipin ucunu bırakmasaydı da vatandaşa kaldırım üstünde kredi ve kredi kartı dağıtılmasaydı, bankaların ekmeğine de yağ sürülmemiş olacaktı. 

Bugün borçlarımızı yeniden yapılandırdığımızda 72 aya kadar, yani 6 seneye kadar geleceğimizi ipotek altına almış olmayacaktık. 

Vatandaşım yine uyuyor. Bugün kendisini biraz daha rahatlatabilmek için gelecek 6 yılını umarsızca ipotek altına alabiliyor. 

15 Temmuz öncesinde de dile gelmemiş, adı konulmamış bir ekonomik kriz vardı. 15 Temmuz sonrası bu kriz büyüdü, piyasayı kilitler hale geldi. Kimse maval okumasın. Ekonomik krizi yaşıyoruz ancak 'kral çıplak' demiyoruz, diyemiyoruz. 

Banka kapılarının sonuna kadar açılması ile krizi ötelemeye çalışıyoruz sadece. Ancak her öteleyişimizde kriz yumağı biraz daha büyüyor. Küçük bir torpilin patlamasıyla, büyük bir bombanın patlaması bir olmaz elbet. 

İnşallah olmaz ama bankanın kucağına tekrar itilerek bombanın pimini çektiğimizi gösteriyoruz.