Bilindiği gibi içinde bulunduğumuz hafta Hz. Mevlâna’nın 748.  Vefat yıldönümü nedeniyle Vuslat ve Şeb-i Arus törenlerinin icra edildiği haftadır.

10 – 17 Aralık tarihlerinde yıllardır bu törenler icra edilir. İcra edilen bu törenlerde İslâm’a aykırı bir uygulama olmaz. Meselâ kadın erkek karışık bir şekilde sema ve musiki icra edilmesi hiçbir zaman söz konusu olmamıştır, olamaz. Zira bu şekilde bir icra hem İslâm’ın ruhuna hem de Mevlâna anlayışına aykırılık teşkil eder. Zaten Mevlâna’nın anlayışı ve düşünce yapısı İslâm ile özdeşleşmiştir.

Geçen yazımızda da üzerinde durduğumuz gibi Hz. Mevlâna’nın; “Ben yaşadıkça Kur'an'ın kölesiyim. Ben, Hz. Muhammed Mustafa'nın yolunun tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse, ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim” sözleri kendisini, düşünce yapısını ve hayat felsefesini tam olarak ortaya koymaktadır.

Mevlâna anma törenlerinde şayet İslâm’a aykırı bir takım uygulamalar, ritüeller ortaya konursa bundan öncelikle Hz. Mevlâna’nın ruhunun incineceğini bilmek gerekir.

Geçtiğimiz yıllarda bazı şehirlerde Mevlâna Anma Törenleri adı altında ortaya konan, Hz. Mevlâna anlayışına aykırı bazı uygulamalara Konya olarak, basınımız başta olmak üzere en üst düzeyden en alt seviyedeki halkımıza kadar tepkimizi ortaya koymuştuk. 

Neydi o uygulamalar? Kadın erkek karışık halde sema ve musiki icra dilmesi ve erkeklerin belden yukarı kısımlarının çıplak olarak sema yapması gibi hallerdi. Bu uygulamalara Konya’dan bir bütün halinde gösterilen tepki bütün ülkede ses getirmişti. Tepkimizde haklıydık. Zira sema demek Mevlâna demekti, Mevlâna demek de Konya demekti. Yanlış tanıtımlarla yıpratılmak istenen Mevlâna idi, Konya idi.

O tarihlerde Mevlâna anlayışına aykırı uygulamalara şiddetle tepki göstermiştik ama bu yıl görülen bir manzara Konya’da da yavaş yavaş o tür uygulamalar mı başlıyor endişesine yol açtı.

Geçtiğimiz günlerde bir hocamızın WhatsApp grubumuzda bir başka hocamızın Mevlâna anma törenleri ile ilgili paylaştığı yazısı dikkatimi çekti. Yazıda şu ifadeler yer alıyordu:

“Malumunuz, içinde bulunduğumuz Aralık Ayı, Hz Mevlana'nın Cenab-ı Hakk'a irtihalini ifade eden Şeb-i Arus günleridir. Yani, onun vefat günüdür diye üzülmek yerine, kendisinin de etrafına hatırlattığı şekliyle, “sevenin sevdiğine kavuştuğu” vuslat gecesidir. İşte bu günlerde, bazen Konya’mızda bazen dünyanın başka yerlerinde karşılaştığımız ve bir Allah dostunun vefatının sene-i devriyesinde çok da zihnimizde anlamlandıramadığımız uygulamalardan birisidir. Nedir  o? Söz konusu büyüklerimizi analım niyetiyle yola çıkmışken Şer-i Şerife(Fıkıh) uymayan hallere düşmek.

Biz, Allah dostlarının kerametlerine inanan bir topluluğuz. Uzun uzadıya açıklamaya hiç gerek yok. Kelimenin adı üzerinde, “keramet” Allah'ın kendisinden razı olduğu ve sevdiği kullarına bir ikramıdır. Acizane kanatimce, Hz Mevlana'nın en büyük kerameti de, çok meşhur olan, yazımızın başındaki o dörtlüktedir. Adeta, Hz. Mevlana bir mümin firaseti örneği olarak demeye çalışır ki, ayet ve hadis ölçüsüne sığmayan hiçbir şeyi gelecekte hiçbir kimse bana izafe etmesin. Benimle o işi irtibatlandırmasın. Çünkü ben, böyle bir halden müştekiyim.

Dolayısıyla onu Şeb-i Arus törenlerinde erkek ve hanımlardan müteşekkil bir musiki icrası ile O Allah Dostunu anmaya çalışmak kanaatimce üstadın ruhunun muzdarip olduğu bir haldir. Belki de, Allah korusun, kendisinin ihtarı bulunduğu halde, bu ve buna benzer fiilleri icra eden veya sebep olanlardan müşteki olacağı bir durumdur. İlaveten, kadın semazenlerin dans icrasını mülahaza etmeyi zaten izahtan vareste addediyoruz.

Mülahazamızın sınırlarını iyi belirleyelim. Bizim itirazımız, onun hayatında veya sözlerinde kısmen de olsa yer bulan ney, sema ve farklı kisvelerle manevi dünyası ve telakkilerine dair aktarımı yapılan ve fıkha muğayyer olmayan musiki biçimine değildir.

Bildiğimiz kadarıyla çoğunluk ulema, kadın sesinin normal/mücerred halini avretten, yani haramdan kabul etmezler. Bu hükmün müzakereleri, Hz. Aişe (ra) Validemizin kendisine gelen fıkhi sorulara cevap vermesiyle başlar, İslam'ın ileri tarihlerinde örneği az da olsa, hanım müderrislere kadar gider. O halde problem nerede başlar?

Öyleyse problem, Ahzap Suresi 32. ayette çerçevesi çizilen, sözün ve sesin normal edasının dışına çıkması halindedir. Müsellem bir hakikattir ki,  müzik icrası söz konusu olduğunda, tabii olarak seste perde farklılıkları ve nağmeler araya girmektedir. Bu da haliyle ayette işaret edilen sözün/sesin riskli halini ifade eder. Buna açık bir şekilde cevaz veren fıkıhçıların olduğunu biz bilmiyoruz.

İlaveten, böyle bir müzik icrasının dini bir kariyere sahip olan zümrenin marifetiyle eda ediliyor olması; meşruiyeti olmayacak türden yapılanmalara karşı emsal oluşturabileceğinden ayrı bir problem alanı oluşturmaktadır.

Malum, değişmeyen hakikattir. Beşeri zaaflarımız, inandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmayı dikte eder bizlere. İşte bir misal: Bir hocamız anlatmıştı, öğrencilik yıllarımızda. Kendisine gelen ve balerinlik yapan bir hanım şöyle anlatmış mesleğini Hocamıza: “Hocam, bale nedir bilir misiniz? Yasin Suresi 65. ayette olduğu gibi ayakların konuşması, dile gelmesidir, bale Hocam! Ben de buradan esinleniyorum bu mesleğe.” Demek ki, İslâm’a muğayyir olsa da, nefsimizin hoşuna giden veya yapmaya alıştığımız bir şeyi allandırıp pullandırır dünya hayatı bizlere. Buradan hareketle, meşru olmayan vasıfta icra edilen bir şey, bizi ilahi aşka  ulaştırmak şöyle dursun; varolan ilahi muhabbetimize de  kıyım yaparak lime lime doğrar bizi de, farkına vardırmaz.

Elbette biliriz ki, sıkça söyleldiği gibi “Musıki; aşığın aşkını, fasıkın fıskını artırır”. Keşke  bu musıki icrası, en azından bu gibi üstadların sene-i devriyesi  söz konusu olduğunda sadece erkek sanatçılarımız tarafından icra edilse ve erkek/hanım tüm katılımcılar tarafından  takip edilse, ne kadar münasip olur. Malumdur ki, meşru gayelere meşru vasıtalarla ulaşmak gerekir. Bu yüzden eskimeyen büyüklerimiz, “Vusulsüzlük,  usulsüzlüktendir.” derler. Yani, Hakk'ın rızasına, usul hatası yaparak ulaşmak mümkün olmaz.

Bizim niyetimiz hiçbir hanım veya erkek  kardeşimizi bir ithama, yargıya mahkum etmek değildir. Bizim gayemiz dostane bir serzeniş veya Hz. Mevlana sağ olsaydı, hangi usul ve tarzdan hoşlanırdı sorusuna isabetli cevaplar bulabilme gayretidir. Belki bu mülahazamızla bize kırılan, üzülen kardeşlerimiz olabilir. Ancak, kendi üzüntümüzü dert ettiğimiz kadar O Allah Dostunun ruhunun muzdarip olabileceği bir şeyden sakınmak da, onu  seven bizlerin ona karşı vefasının bir gereği sayılmaz mı?

Veya onun Hakk'a kavuştuğu günün vuslat/düğün gecesi sayılmasının aksine; bizim onunla karşılaşacağımız kıyamet gününde Üstadımız, “Neuzü billah!” Allah katında bizden müşteki olur da, bizim için o gün “Yevm-i Hüzün” oluverirse halimiz nice olur?! Sürçü lisan ettiysek affola...”

Yazıyı okuyunca Konya’daki anma törenlerinde yazıda belirtildiği şekilde kadın erkek karışık şekilde bir sema veya musiki icrası söz konusu değildir diye itiraz ettim. Tabi ben itirazımı Mevlâna Kültür Merkezinde Kültür Bakanlığına bağlı Konya Sema Topluluğu tarafından icra edilen uygulamayı baz alarak yapmıştım. Mevlâna’yı anma törenlerinin aslı, resmi olanı ve Konya içinden ve dışından herkes tarafından izlenen, ulusal TV lerinde canlı olarak yayınladığı, musiki eşliğinde yapılan sema gösterileri buydu. Mevlâna anma törenleri deyince akla gelen, kabul gören törenler bu törenlerdir. Bu programın hiçbir yerinde kadın erkek karışık bir icra söz konusu değildir. Konya İl Kültür Müdürlüğü yapmış, törenleri de yıllardır yakından takip eden bir kişi olarak ve anma törenlerin esasının bu program olduğunu düşünerek yapmıştım itirazımı…

Ancak sonradan öğrendim ki Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından kendi salonlarında bir konser programı yapılmış. Necmettin Erbakan Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı tarafından icra edilen ve Minel Aşk adı verilen konserde kadın erkek karışık bir sanatçı topluluğu yer alıyor. İcra tamamen Türk Tasavvuf Musikisini kapsıyor. Okunan musiki parçalarında bir problem yok. Hepsi birbirinden güzel… Ancak Mevlâna Anma Töreni adı altında yapılan bu programda Hz. Mevlâna anlayışına aykırı olarak kadın erkek karışık olarak yapılan bu icra yukarıda da belirttiğim gibi öncelikle Hz. Mevlâna’nın ruhunu incitiyor.  

Ayrıca böyle başlayan bir icra giderek semaya da sirayet eder ve ileriki yıllarda kadın erkek karışık bir sema programı başlatmaya sebep olursa bunun vebalini hiç kimse ödeyemez. Mevlâna Anma Töreni yapacağız ama yaptığımız programda; “Ben yaşadıkça Kur'an'ın kölesiyim. Ben, Hz. Muhammed Mustafa'nın yolunun tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse, ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim” diyen Mevlâna düşüncesine zıt uygulamalar yer alacak. Bu durum kabul edilemez ve Hz. Pirin şikâyetçi olmasına yol açar.

Bu tür programlar yapılacaksa da, Mevlâna Haftası dışında ve Mevlâna Anma Töreni adı verilmeden yapılması gerekir. Bu şekilde yapılan icranın yazımın başında belirttiğim geçmiş yıllarda düzenlenen ve Konya olarak tepki gösterdiğimiz programlardan farkı yoktur. Yazımı ikinci bir Mevlâna şiirimle tamamlamak istiyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.

MEVLÂNA

Sen Kur'an'ın kölesiydin,

Peygamberin velisiydin,

Tasavvufun âlisiydin,

Piştin, yandın can Mevlâna.

***

Her zaman ve her bir ilde,

Türlü ırk ve türlü dilde,

Anılırsın her gönülde,

Canlara canan Mevlâna.

***

Dağlar, denizler aşarak,

Bizler de geldik koşarak,

Huzurundayız coşarak,

Damarlarda kan Mevlâna.

***

Her zaman seni anarız,

Aşkınla daim yanarız,

Senin yolunda kanarız,

Sen de bizi an Mevlâna.

***

Dergâhından yükselir nur,

Eserlerin hep okunur,

Mesnevin gönüller dokur,

Aşk tahtına kon Mevlâna.

***

Sende ölüm vuslat oldu,

Kalp, Aşkullah ile doldu,

Gönül, maşukunu buldu,

Gönüllerde han Mevlâna.

***

Hem sılada hem gurbette,

Neyli, kudümlü sohbette,

Her mecliste muhabbette,

Anılırsın Sen Mevlâna.

***

Şeb-i Arus ölüm gecen,

Sevdadır tüm hayat hecen,

Aşka düşer, candan geçen,

Aşkın ile yan Mevlâna,

***

Vuslat şerbetin içeli,

Sen bu dünyadan göçeli,

Asırlar oldu geçeli,

Adın yaşar, şan Mevlâna.

***

Nebinin ayak tozuydun,

Mânevi ilaç dozuydun,

Sema sırrının özüydün,

Cennette de dön Mevlâna.

SALİH SEDAT ERSÖZ